Kürt Siyasetçilerinin Türk Eğitim Sistemine Yaklaşımları Üzerine.
Fahriye Adsay.
2017
Kuzey Kürtlerinin siyasi statüsüzlüklerine bağlı olarak üzerinde denetim sahibi oldukları eğitim ve akademik kurumlarının olmayışı sosyal bilimler alanında kendilerine dair bilgi üretimlerinin önünde engel olduğu ve bunun zihinsel yapılarının şekillenmesinde derin izler bıraktığı muhakkaktır. Genel anlamda da Türkiye’de Kürtlerin etnik kimliklerini görünmez kılmaksızın ya da onları ötekileştirmeksizin, sınırlı da olsa, araştırma konusu yapabiliyor olmanın mazisi çok yakın tarihlidir. Nurettin Beltekin’in Ankara Üniversitesine vermiş olduğu doktora tezine dayalı Okul ve Öteki Yurttaşlar Kürt Politik Aktörlerin Eğitimsel Deneyimleri (2014) başlıklı eseri bu tür çalışmalardan biridir..
Beltekin’in çalışması 1950’li yıllarda 49’lar olayıyla birlikte Kürt siyaset sahnesinde yer almaya başlamış olan Kürt siyasetçilerden başlayarak uzun dönem siyaset içinde yer almış 30 kişilik çalışma grubuyla ile yaptığı okul ve bilgi ile ilişkileri ve eğitim hayatı içinde özneleşme deneyimlerine dair sohbetlere dayanmaktadır. Beltekin, çalışma grubunun sözkonusu deneyimlerinin analizine geçmeden önce kapsamlı kuramsal çerçeve içinde eğitimin ulus devletle yakın ilişkisini ele alır. Ardından Foucault’nun modern panapticon (ideal hapishane) ve büyük kapatılmanın aygıtlarından biri olarak nitelediği okula ya da eğitime dair görüşünü ona muhalif görüşler eşliğinde tartışmaya açar. Tartışmadan çıkan sonuç Beltekin’in kitabının da ana omurgasını oluşturan, okulun Foucault’nun nitelediği anlamda tamamıyla büyük kapatılmaya hizmet eden modern bir kurum olmadığı, zira okuldan amaçlanan ile varılan sonucun her zaman aynı olmadığı yönündedir. Nitekim bireylerin direniş stratejileri, içinden geldikleri topluluğun farklı tarihsel hafızası, bireylerin her zaman nesne olmadıkları zaman zaman birer özne olarak modernleşmeyi yeniden inşa eden aktörler olarak modern bir kurum olan okulun hedefine ulaşmasına engel olurlar. 30 kişilik çalışma grubunun anlatımları da Türk eğitim sistemine karşı Kürt öğrencilerin özneleşme süreci içerisinde geliştirdikleri direniş stratejileri, geliştirdikleri alternatifler ve bilgiyi istenilenden farklı yorumlama deneyimleri üzerinden analiz edilir. Başka bir deyişle Beltekin’in kitabı Türk eğitim sisteminden “firar” –yazarın James W. Bernauer’den alıntıladığı tabirle- etmiş Kürtlerin kuramsal bir çerçeve içinde ele alınmış öyküsüdür de denilebilir.
Beltekin’in çalışmasına benzer Kürtlere dair az sayıdaki akademik çalışmalar ne yazık ki çeşitli sebeplerden dolayı hakettikleri ilgiyi görüp tartışma konusu olamamaktadırlar. Oysa bu çalışmanın temelini oluşturan 30 kişilik çalışma grubunun eğitim deneyimleri, anlatımları ve bunu ele alış biçimleri ve görüşleri ciddi bir değerlendirme ve tartışmayı hak etmekte olup eğitim alanının farklı açılardan araştırılmaya ne denli muhtaç olduğunu da göstermektedir. Yanısıra, elbette bir çalışmanın konuyu eksiksiz olarak kapsamasının mümkün olmadığını, ardından gelecek tartışmalar ve yeni araştırmalarla tamamlanacağını, zenginleşeceğinin akılda tutmak gerekir.
En azından Kürt aydınları ya da siyasi seçkinlerinin Türk eğitim sistemiyle olan ilişki düzeyleri ve bunun Kürt siyasetinde yol açmış olabileceği sonuçlar, eğitim süreci içindeki özneleşme sürecinin “firar” edip siyasete katılımlarında etken olmuş olmasına rağmen, bu firarın ne oranda gerçekleşebildiği, tam bir firarın ya da dayatılan eğitimin etkilerinden Beltekin’in çalışması 1950’li yıllarda 49’lar olayıyla birlikte Kürt siyaset sahnesinde yer almaya başlamış olan Kürt siyasetçilerden başlayarak uzun dönem siyaset içinde yer almış 30 kişilik çalışma grubuyla ile yaptığı okul ve bilgi ile ilişkileri ve eğitim hayatı içinde özneleşme deneyimlerine dair sohbetlere dayanmaktadır. Beltekin, çalışma grubunun sözkonusu deneyimlerinin analizine geçmeden önce kapsamlı kuramsal çerçeve içinde eğitimin ulus devletle yakın ilişkisini ele alır. Ardından Foucault’nun modern panapticon (ideal hapishane) ve büyük kapatılmanın aygıtlarından biri olarak nitelediği okula ya da eğitime dair görüşünü ona muhalif görüşler eşliğinde tartışmaya açar. Tartışmadan çıkan sonuç Beltekin’in kitabının da ana omurgasını oluşturan, okulun Foucault’nun nitelediği anlamda tamamıyla büyük kapatılmaya hizmet eden modern bir kurum olmadığı, zira okuldan amaçlanan ile varılan sonucun her zaman aynı olmadığı yönündedir. Nitekim bireylerin direniş stratejileri, içinden geldikleri topluluğun farklı tarihsel hafızası, bireylerin her zaman nesne olmadıkları zaman zaman birer özne olarak modernleşmeyi yeniden inşa eden aktörler olarak modern bir kurum olan okulun hedefine ulaşmasına engel olurlar. 30 kişilik çalışma grubunun anlatımları da Türk eğitim sistemine karşı Kürt öğrencilerin özneleşme süreci içerisinde geliştirdikleri direniş stratejileri, geliştirdikleri alternatifler ve bilgiyi istenilenden farklı yorumlama deneyimleri üzerinden analiz edilir. Başka bir deyişle Beltekin’in kitabı Türk eğitim sisteminden “firar” –yazarın James W. Bernauer’den alıntıladığı tabirle- etmiş Kürtlerin kuramsal bir çerçeve içinde ele alınmış öyküsüdür de denilebilir.
Beltekin’in çalışmasına benzer Kürtlere dair az sayıdaki akademik çalışmalar ne yazık ki çeşitli sebeplerden dolayı hakettikleri ilgiyi görüp tartışma konusu olamamaktadırlar. Oysa bu çalışmanın temelini oluşturan 30 kişilik çalışma grubunun eğitim deneyimleri, anlatımları ve bunu ele alış biçimleri ve görüşleri ciddi bir değerlendirme ve tartışmayı hak etmekte olup eğitim alanının farklı açılardan araştırılmaya ne denli muhtaç olduğunu da göstermektedir. Yanısıra, elbette bir çalışmanın konuyu eksiksiz olarak kapsamasının mümkün olmadığını, ardından gelecek tartışmalar ve yeni araştırmalarla tamamlanacağını, zenginleşeceğinin akılda tutmak gerekir.
En azından Kürt aydınları ya da siyasi seçkinlerinin Türk eğitim sistemiyle olan ilişki düzeyleri ve bunun Kürt siyasetinde yol açmış olabileceği sonuçlar, eğitim süreci içindeki özneleşme sürecinin “firar” edip siyasete katılımlarında etken olmuş olmasına rağmen, bu firarın ne oranda gerçekleşebildiği, tam bir firarın ya da dayatılan eğitimin etkilerinden Beltekin’in çalışması 1950’li yıllarda 49’lar olayıyla birlikte Kürt siyaset sahnesinde yer almaya başlamış olan Kürt siyasetçilerden başlayarak uzun dönem siyaset içinde yer almış 30 kişilik çalışma grubuyla ile yaptığı okul ve bilgi ile ilişkileri ve eğitim hayatı içinde özneleşme deneyimlerine dair sohbetlere dayanmaktadır. Beltekin, çalışma grubunun sözkonusu deneyimlerinin analizine geçmeden önce kapsamlı kuramsal çerçeve içinde eğitimin ulus devletle yakın ilişkisini ele alır. Ardından Foucault’nun modern panapticon (ideal hapishane) ve büyük kapatılmanın aygıtlarından biri olarak nitelediği okula ya da eğitime dair görüşünü ona muhalif görüşler eşliğinde tartışmaya açar. Tartışmadan çıkan sonuç Beltekin’in kitabının da ana omurgasını oluşturan, okulun Foucault’nun nitelediği anlamda tamamıyla büyük kapatılmaya hizmet eden modern bir kurum olmadığı, zira okuldan amaçlanan ile varılan sonucun her zaman aynı olmadığı yönündedir. Nitekim bireylerin direniş stratejileri, içinden geldikleri topluluğun farklı tarihsel hafızası, bireylerin her zaman nesne olmadıkları zaman zaman birer özne olarak modernleşmeyi yeniden inşa eden aktörler olarak modern bir kurum olan okulun hedefine ulaşmasına engel olurlar. 30 kişilik çalışma grubunun anlatımları da Türk eğitim sistemine karşı Kürt öğrencilerin özneleşme süreci içerisinde geliştirdikleri direniş stratejileri, geliştirdikleri alternatifler ve bilgiyi istenilenden farklı yorumlama deneyimleri üzerinden analiz edilir. Başka bir deyişle Beltekin’in kitabı Türk eğitim sisteminden “firar” –yazarın James W. Bernauer’den alıntıladığı tabirle- etmiş Kürtlerin kuramsal bir çerçeve içinde ele alınmış öyküsüdür de denilebilir.
Beltekin’in çalışmasına benzer Kürtlere dair az sayıdaki akademik çalışmalar ne yazık ki çeşitli sebeplerden dolayı hakettikleri ilgiyi görüp tartışma konusu olamamaktadırlar. Oysa bu çalışmanın temelini oluşturan 30 kişilik çalışma grubunun eğitim deneyimleri, anlatımları ve bunu ele alış biçimleri ve görüşleri ciddi bir değerlendirme ve tartışmayı hak etmekte olup eğitim alanının farklı açılardan araştırılmaya ne denli muhtaç olduğunu da göstermektedir. Yanısıra, elbette bir çalışmanın konuyu eksiksiz olarak kapsamasının mümkün olmadığını, ardından gelecek tartışmalar ve yeni araştırmalarla tamamlanacağını, zenginleşeceğinin akılda tutmak gerekir.
En azından Kürt aydınları ya da siyasi seçkinlerinin Türk eğitim sistemiyle olan ilişki düzeyleri ve bunun Kürt siyasetinde yol açmış olabileceği sonuçlar, eğitim süreci içindeki özneleşme sürecinin “firar” edip siyasete katılımlarında etken olmuş olmasına rağmen, bu firarın ne oranda gerçekleşebildiği, tam bir firarın ya da dayatılan eğitimin etkilerinden sıyrılabilmenin hangi boyutlarda mümkün olduğu ya da olamadığı önemli bir tartışma konusu olabilmeliydi Kürt siyasi seçkinler arasında.
Beltekin’in kitabı bu anlamda tartışmaya olanak sağlayan malzemeyi barındırması açısından önemli veriler sunan bir çalışma. Sözkonusu Kürt siyasilerinin Türk Eğitim sisteminden kendilerini ne oranda sıyırabildikleri ve eleştiri düzeyleri anlatımlarda öne çıkmakta. Örneğin, grubun Altmış04E olarak kodlanmış olup sadece üç yıllık resmi okul geçmişine sahip olan anlatıcısının Türk Eğitim sistemine en az düzeyde maruz kalmış biri olarak ona en köklü eleştiriyi getirebildiğini görüyoruz. Eğitimin kazandırdıklarından çok kaybettirdikleri üzerinde durup Kürtleri kendilerinden uzaklaştırdığını, onları hafızasızlaştırdığını, kendilerine ait eğitim kurumlarında eğitim almaları halinde bu sonuçların doğmayacağını ileri sürmektedir (s.241). Kürdistan’dan uzakta modern eğitim süreci içerisinde politikleşen bir siyasetçi ile Kürdistan’daki sosyal ortam ile ilişkilerini korumuş diğer bir siyasetçiyi karşılatırarak eğitimi siyasi görüş farklılıklarının önemli bir nedeni olarak izah eder (s.252). Dahası anlatımlarından Kürdistan odaklı bir zihinsel yapı ve siyasi oluşumun güç kazanamamasının da önemli bir nedeninin eğitim kaynaklı olduğu sonucuna vardığını görebiliyoruz.
Grubun uç sayılabilecek örneklerinden biri 1926 doğumlu, seçkin bir öğrenim hayatına sahip olan Altmış01E kodlu anlatıcısıdır. Aileden Cumhuriyet okullarında okuyan ilk kişidir. Ailesi Şeyh Said isyanından yakından etkilenmiş, isyan ailenin ve köyünün yakın geçmiş hafızasında hala önemli bir yer tutmaktadır. Buna rağmen Altmış01E, Şeyh Said, Ağrı Dağı ve Dersim isyanlarını “bunlar hep feodal hareketlerdir” diyerek önemli bir tarihsel dönemi değersizleştirecek kadar Kürdistani değerlerle arasına mesafe koyabilmiştir (s.218). Kendisini Kürt olmaktan kaynaklı demokrasiyi kollayan bir anlayışa sahip olarak tanımlar ve dolayıısyla siyasi kariyeri ise DP, CHP ve TİP içinde şekillenmiş.
Yetmiş06E kodlu grup üyesinin anlatımlarından aslında Kürt kimliğinin arka planda kaldığını laik kimliğin ön plana çıktığını görüyoruz. Cumhuriyet okullarının tüm asimilasyoncu hedef ve pratiklerini önemsizleştirerek eğitimin laik ve batılı özelliğini olumlayarak öne çıkarmaktadır (s.223). Bu grup üyesinin eğitim sisteminden “firar” etmesi bir yana Türk eğitim sisteminin laik ve batılalaşmacı amacına uygun bir birey haline gelmiş olduğu söylenebilir ya da disiplinli bir okul hayatı, kısa biyografisinden anlaşıldığı kadarıyla, hareketli bir siyasi yaşam ve 5 yıllık cezaevi sürecine rağmen acaba daha sonra “firar”dan geri mi döndü? Yoksa firar etmeye çalışırken aslında ideal hapishanenin dikenli tellerine takılı mı kalmıştı diye sormamak elde değil!
Grup üyelerinin önemli bir kısmının anlatılarında göze çarpan bir unsur, kendi kişisel yaşamlarından yola çıkarak eğitimi, yeterli eğitim alamamışlara nazaran, onlara sağlamış olduğu maddi güç, toplumsal statü, sosyal çevre avantajları açısından ele almalarıdır. Bunun yanısıra ulusal anlamda ya da genel olarak Kürtlere kaybettirdikleri üzerinde düşünülmemiş ve bu yönde sağlıklı değerlendirmeden yoksun oldukları söylenebilir. Okul hayatları boyunca karşılaştıkları ötekileştirilme deneyimleri, asimilasyon pratikleri, kendilerine dayatılan bilgileri sorgulamaya dayalı anlatılar pek çok kişi tarafından dile getirilmekte ancak bunlar, çoğunluk tarafından, sanki mazide kalmış yanlış uygulamalarmış gibi söz edilmekte bunların genel toplumsal, siyasal ve kültürel sonuçları irdelenmeye değer görülmemiş gibi görünmektedir.
Dikkati çeken diğer bir unsur ise istiklal marşı, resmi törenler, bayrak gibi ulusal sembollerin dayatılmasının bazıları tarafından sembolik öğeler oldukları gerekçesiyle önemsizleştirilmesi (s.159) ve hatta Atatürk ve bayrağı sevdiğini ifade edenlerin (s.168) dahi bulunmasıdır. Aslında, yazarın da değindiği gibi, eğitim sistemine içkin ideolojiler ve bunlara bağlı semboller zamanla zihinlerde hegemonya oluştururlar, farkında olunmaksızın gündelik hayatın bir parçası ve dünyaya bakışı belirleyen unsurlardan biri olup, sorgulanmayan düşüncelerin bir parçası olurlar. Nitekim grub üyelerinin önemli bir kısmında bu ya da buna yakın bir sonuç güçlü dellilerine rastlanmakta ve okul hayatları boyunca maruz kaldıkları etkilenmelerin çoğu zaman ayırdına bile varamadıkları sezilebilmektedir.
Yazarın kitabın son bölümünde grubun kimlik tanımlamalarını üç grup içinde toplamış: kendilerini Kürt kimliği içinde tanımlayanlar, Kürtlüğe farklı bileşenler ekleyenler ve kendini Kürtlüğü de kapsayan bir üst kimlik içinde tanımlayanlar. İlk grubu oluşturanlar daha 60 ve 70’li yıllarda Kürtlerin henüz geleneksel yapılarını koruduğu bir dönemde siyasete atılanlarda belirgin iken giderek Kürtlüğün birincil kimlik olmaktan uzaklaştığı görülmektedir. Şayet günümüz ana akım Kürt siyasetini gidişatını da göz önünde bulundurduğumuzda, bu durumun genel olarak Kürt siyasetinin önümüzdeki onyıllar içinde nereye doğru evrileceğine dair karamsar ipuçlarını barındırdığını en azından düşünmek gerekmez mi? Sadece siyasetin de nereye evrileceğin değil bütün bir Kürt toplumunun daha derin yarılmalarla da karşı karşıya kalacağı da öngörülerden biri olabilir. Günümüz siyasi tartışmalarında bu yapısal sorunun gündeme gelmemesi ve Kürt siyasetinin ya da Kürt aydınlarının geleceğe dair vizyonunun –varsa eğer- epey eksik kalacağının da bir göstergesi olarak okumak yerinde olur.
Elbette varılacak sonuç eğitimden uzak kalmak olamaz; olsa olsa Kürtlerin kendi denetimlerinde kendi dilleriyle bir eğitim sistemi içinde yeni nesiller yetiştirmenin yolları üzerine daha fazla kafa yormak olabilir. Şayet Kürdistani bir siyaset vizyonundan söz edilecekse egemen eğitim sisteminin Kürt toplumu üzerinde bıraktığı derin yarılmaların ve parçalanmaların da derinlikli analizlerinin yapılması kaçınılmazdır. Egemen eğitim sisteminin ideolojik etkilerinden arınmanın, alternatifler üzerine düşünmek ya da en asgari düzeyde maruz kalmanın yolları üzerine fikir geliştirmek gidişatı bir nebze olsa değiştirebilir.
Sonuç olarak, kitaba konu olan grubun deneyimleri önemli oranda Türk eğitim sistemine sistemine karşı direniş deneyimleri ya da firar etme çabaları olarak okunabilecekse de aslında bir o kadar da bu sistemden kalıcı firar etmenin ne kadar zor olduğunu gösteren örnekler olarak okumak mümkündür. Ve bu kitabı bitirdikten sonra ister istemez şu tür soruların akıllarda yer etmesi kaçınılmaz oluyor: Acaba her birimiz firarın farklı etaplarında nefessiz kalıp başladığımız yere geri dönüyor ya da orada kendimizi yere mi bırakıyoruz? Ya da, biz aslında tam olarak firar edebileceğimize ne kadar inanıyoruz? Acaba bunun tam olarak gerçekleşebileceği ihtimaline de mi inanamadık? Ya da biz gerçekten ideal bir hapishanenin içinde yaşıyoruz ve zaman zaman duvarlarında oyuklar açabilsek de daha fazlasına takatimiz mi yetmiyor? Tıpkı bu kitabın Türkçe yazılmış olması ve okuduğunuz bu satırların Türkçe yazılmış olması gibi. [1]