Adını dağların ve gerillanın sinemacısı olarak tarihe yazdıran Halil Dağ, ömrü süresince gerçeğin sinemasını çekti. Dağ, Kürt sinemasında yeni bir kapı açtı.
Sanatı ve savaşı birleştireceği yollara çıkan Halil Dağ 1 Nisan 2008 yılında Türk devletinin kurduğu pusuda şehit düştü.
PKK TEV-ÇAND Komitesi yaptığı açıklamada, Halil Dağ’ın geride değerli bir miras bıraktığını belirtti ve ekledi: Sonsuz bir enerji ve sevgiyle, dağların zirvesinde 13 yıllık eşsiz emek verdi. Heval Halil yazar oldu, fotoğrafçı oldu, yönetmen oldu, devrimci oldu, gerilla oldu. Dağların dostu oldu. Halil, Arapça en yakın arkadaş anlamına gelir. O, aynı zamanda dağların en yakın, en samimi, en candan dostuydu.
Zamansız vedaları yazdı
Heval Halil, adına yakışır bir hayat yaşadı. 'Bir kameramız var, bir yoldaşlığımız' derdi. Durmaksızın yaşamın sıcağını, savaşın yoğunluğunu, zamansız vedaları, gerillaların kahkahalarını, neşelerini ve anılarını yazdı. Savaşın en sıcak anlarında hazırdı; unutulmayacak görüntüler çekti ve haberler yaptı. Yeni bir savaş cephesi açtı. Çektiği gerilla fotoğrafları yürekleri ısıttı; ardından bize dağ manzaraları, anıları, duyguları, inançları ve verdikleri sözler kaldı. Devam eden hikayelere filmleriyle hayat verdi. Şiir yazdı, gerilla yaşamının estetiğini, hassas duyularıyla edebiyat haline getirdi.
Halil dağları severdi
Halil dağları severdi, dağlar ve herkes de onu severdi. Sarp kayalıkları, derin vadileri, gökyüzündeki dorukları, dağların tepelerini gezdi; gizli ve yarım kalan hikayeleri aradı. Savaş, eylem, zafer anlarında da vardı; halaylarda ve gerilla şarkılarında vardı. Dağların suyu, toprağı ve ateşi ile yaşadı, doğasını sevdi. Halil Dağ bir dağ sineması yarattı. Tüm zor ve 'imkansız' durumlara rağmen tarihi çalışmalara imza attı denildi.
Özgür yaşama aşıktı
Yazılarında ve filmlerinde özgür Kürt kadınına ve Kadın Özgürlük Hareketi'ne farklı bir yer verirdi. Heval Halil, özgür yaşama aşıktı. Gerillalara, dağlara ve Önder Apo'ya aşıktı. Önder Apo'ya verdiği sözü her zaman yerine getirmeye çalıştı. Yazılarında Önder Apo ile geçirdiği o anların heyecanını anlatır. Apocu bir duruşla özgür dağlarda yıllarca mücadele etti. Yolculuk etmeyi ve Kuzey'i çok severdi. Son projesinin adı ‘Ararat Dağı Yolcuları’ oldu. Gerillalarla birlikte ülkenin kuzeyine geçti ve sonsuzluğa uğurlandı. Sözümüz ve görevimiz onun bıraktığı yoldan devam etmek; Rêber Apo'nun özgürlüğünü sağlamak. Heval Halil ölümsüzdür.
Kendime, hayatıma, arkadaşlıklarıma yüreğimdeki sevgiye bir çiçeğe su verir gibi su vermek için çıkıyorum bu yola… Ben mutlu bir yolcuyum.
Mutlu yolcu
HALİL DAĞ
Bir yola koyulmak, benim bu hayattaki en büyük sevincimdir. Bulunduğum konumdan bir başka konuma geçmek hayata bir de oradan bakmak, oradan dokunmak, kendimi bir de oradan bulmak ruhuma tarif edilmez bir haz verir.
Konum değiştirmenin bu hayatın en zor eylemi olduğunu kaç insan fark etmiştir, yeryüzünde? Ve doğumla birlikte çakılıp kaldığımız zamandan ve mekandan kaçımız kurtulabiliriz kısacık ömrümüzde? Öyle zordur ki bize gösterilen yerden vazgeçip başka bir yerde yeniden başlamak…
Bu yüzden bir yolculuğa çıkmayayım, ayaklarım kendiliğinden yol almaya başlar. Arkadaşlarımın nasıl taşıyacaksın diye her gün sitem ettikleri kamera çantamı sırtıma alır, herkesten önce yola koyulurum.
Ruhum var olana bir türlü razı olmaz. Tekrarını yaşayacağım hiçbir şeyde mutlu olamam. Bu aşk da olsa. Ve aşkıma eskimeyi hiçbir zaman layık görmem, sonunda ölüm de olsa…
Ben mutlu bir yolcuyum. Çünkü yola çıkmak üzereyim. Belirsizliğin sihri sarmış bütün bedenimi. Hayatım keşfedilmek için beni orada bekliyor. Şu ölümlerle dolu yolculuğun başlangıcında bir kez daha hayata doğmak için heyecanlanıyorum.
Kendime, hayatıma, arkadaşlıklarıma yüreğimdeki sevgiye bir çiçeğe su verir gibi su vermek için çıkıyorum bu yola…
Ben mutlu bir yolcuyum.
Geride bıraktığım otuz beş yıldan sonra bir kez daha yürümeye, savaşmaya ve sevmeye cesaret edebildiğim için mutluyum.
Yüksek dağlardan, saatlerce süren vadilerden geçerek Cilo Dağı eteklerine, Zagroslara vardık. Bu alanda koruculuğu kabul etmeyen tüm köyler, Türk devleti tarafından yakılıp yıkılmış, boşaltılmıştı. Bu köylerden bazılarına girdik, Halil yine kamerası ile dolaşıyor, köylerin Kürtçe ve Türkçe adlarını öğreniyor, yılmayıp kalan tek tük evlere giriyordu.
Çoğu zaman yolumuz kesişti Kürdistan dağlarında. 1998’in yaz aylarında Zap’tan Zagroslara kadar uzanan bir turda birlikteydik. Bu sayede Cilo ve Çarçella gibi Zagros’un göğe yükselen dağlarını görecektik, hem de alandaki gerilla birliklerini ziyaret edecektik.
4-5 kişiden oluşan bir grup ile Zap’tan yola çıktık. Saatlerce sürecek zorlu yolculuğun ardından ilk durağımız Çemço oldu. Çemço, Zap ile Zagros’un sınırı da denilebilir. Deraluk ve Şêladizê’den gelen ve Çemço’da son bulan araba yolu sınırı oluşturuyordu.
Bu yolculuk Halil için iki misli zordu. Sırtında kameradan fotoğraf makinasına kadar olan yükü yetmiyormuş gibi bizle rehberlik eden gerillaları, dağları, çiçekleri, çekiyordu. Yine bizimle beraber olan gerillalardan konakladığımız ve geçtiğimiz yerlerin hikayelerini soruyor, not ediyor, kamerası ile kayıt altına alıyordu. Kan ter içinde kalmıştık ama bir kere bile yüzündeki gülümseme eksilmedi.
Geceyi Çemço’da geçirdikten sonra sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yola koyulduk. Yolu geçmemizle birlikte Zagros topraklarına ayak basmıştık; çok uzun olan Kinyaniş Vadisi’ne girmiş olduk. Mola noktamız Tabura Araba (Arap Taburu) olacaktı ama yolda Kunişka denilen yerde haber yapmak için durduk. Geniş bir alanın kenarında yüksekçe kayalıktan oluşan bir yerdi. Tırmanması imkansız, dümdüz bir kayalığın ortasında pencere şeklinde bir giriş açılmıştı. Oraya uzun bir merdivenle çıkılabiliyor. Oradaki köylülerin anlatımına göre Hristiyanlar, Türklerin baskısından kaçıp saklanmak için Güney Kürdistan’ın derin vadisinde böyle ulaşması zor yerler yapmıştı. İlgimizi çeken bu yere ilişkin notlarımızı alıp, çekimlerini yaptıktan sonra yola devam ettik.
Zagroslardaydık
Yüksek dağlardan, saatlerce süren vadilerden geçerek Cilo Dağı eteklerine, Zagroslara vardık. Bu alanda koruculuğu kabul etmeyen tüm köyler, Türk devleti tarafından yakılıp yıkılmış, boşaltılmıştı. Bu köylerden bazılarına girdik, Halil yine kamerası ile dolaşıyor, köylerin Kürtçe ve Türkçe adlarını öğreniyor, yılmayıp kalan tek tük evlere giriyordu. Bir ev diğerlerine biraz daha sağlam ayaktaydı ve oldukça ilgimizi çekti. Dışarıdan sıradan bir köy evi gibi görünüyordu ama içeri girince öyle olmadığını anladık. Bu ev bir kilisesiydi. İçerinin mimarisi tam bir kilise şeklinde yapılmıştı. Türk devletinin saldırılarından korktukları için dışı, köy evi şeklinde yapılarak kamufle edilmişti. Kilisenin bazı yerlerinde çukurlar açılmıştı, dışarıda da aynı çukurlar göze çarpıyordu. Kaçan Hristiyanların altın ve değerli mallarını sakladığı için daha sonra gelenler tarafından bu altın ve paraları bulmak için kazıldığını anlattı rehberimiz olan gerilla.
Cilo’nun zirvesine doğru
Sabahın ilk ışıkları ile birlikte Cilo Dağı’na tırmanacak, Kuzey Kürdistan’a bakan yüzünde zirveye yakın noktada konumlanan gerilla noktasına gidecektik. Halil, o kadar yorgunluğa rağmen her zaman olduğu gibi kamera ve fotoğraf makinasının şarjlarını kontrol etti. Nöbetçi gerilla dışında herkes derin bir uykuya daldı. Sabah erkenden uyanıp yola koyulduk. 4-5 saatlik bir çıkış olacaktı. Sıcak bastırmadan gerilla noktası olan Zoma Cafer’e (Cafer’in yaylası) ulaşmamız gerekiyordu. Öğle saatlerine doğru Zoma Cafer’e, hedefimize ulaştık. Cilo’nun zirvesine çok yakın bir nokta. Dağın tepesinde düz bir alan. Oremar karakoluna çok yakın ve üstten gören bir yer. Tam bir yayla; buz gibi akan sular, sabah erken saatlerinde elini yıkasan buz kesiyor. Temmuz-Ağustos’ta bile tek battaniye ile yatmak imkansız. Gündüzleri güneşe çıksan yanıyorsun, gölgeye geçsen donuyorsun. Tek bir ağacın bile olmadığı bir yer. Bir çay yapmak için gerillalar saatlerce uğraşıyor, qirşik veya gonî topluyor. Yine de dünyanın en güzel yerlerinden biri…
Zirvedeki defteri duyunca
Halil, hemen geldi; selamlaşma ve kısa bir sohbetten sonra gidip Oremar karakolunu görmek istedi. Bir yandan resim ve fotoğraflarını çekerken, diğer yandan da yanımızdaki gerillalar karakol ve içinde bulunduğu Oremar alanı hakkında bize ayrıntılı bilgiler veriyordu. Gerillaların, zirvenin bir-iki saat mesafede ve orada bir defterin olduğunu söylemesi üzerine Halil atıldı ve hemen çıkalım, dedi. Burası Cilo, sabah ile öğlen arası havanın ne olacağı belli olmaz. O nedenle ertesi sabah hava açıksa çıkabilecektik. Halil için artık gün bitmiyordu, heyecandan duramıyordu. İçi içine sığmaz olmuştu. Cilo’nun zirvesine çıkacak, bir ilki daha gerçekleştirecektik.
Artık zirvedeydik
Sabah güneş çıkar çıkmaz yola koyulduk. Bir saat 40 dakika sonra zirveye ulaştık. Dümdüzdü zirvesi, güneye baktığında altında yemyeşil bir alan görülüyordu. Kuzey tarafındaki vadilerde ise ‘keviye pir’ denilen eski karların birikmesi sonucu oluşmuş buzullar vardı. Vadinin tümünü doldurmuş, belki de yüzlerce yıldır erimemiş buzullar. Bir yanımız zemheri bir yanımız cehennem gibi sıcak.
Rehberimizin anlattığına göre karların içi kurtçuklarla doluymuş. Kaynamış suya bu kurtçuklarla dolu karı bıraktığında anında soğutuyor, kurtçuklar kayboluyormuş.
15 yılın ardından defterin ilk ziyaretçileri
Bizim ise en çok ilgimizi çeken bırakılan defteri bulmaktı. O kadar çok şey duymuştuk ki… Zirvenin bir köşesinde taşlar üst üste konularak küçük bir tepecik yapılmıştı. Defteri oranın dışında koyacak yer yoktu zaten. Hemen oraya gidip taşların arasına bakmaya başladık. Birkaç taş kaldırdıktan sonra brandaya sarılmış halde defteri bulduk. Halil, meraktan hızla brandadan çıkardı. İlk sayfasını açtığımızda 11 dağcı tarafından 1969’da defterin buraya bırakıldığı anlaşılıyordu. Bu dağcıların 7’si yabancı, dördü ise Türkiyeliydi. Ondan sonra birçok kişi zirveye gelip deftere yazılar yazmıştı. Son olarak ise 14 Ağustos 1984 günü bir grup dağcının yazdığı yazı vardı. 15 Ağustos Atılımı’ndan bir gün önce. O tarihten yaklaşık 15 yıl sonra defterin ilk ziyaretçileri bizdik. Tam o sırada helikopter sesi gelmeye başladı. Korktuk doğal olarak; ne saklanacak bir yer vardı ne de bir kaya parçası. Ses uzaklaşınca biz de MED TV adına defteri imzaladık ve yerine bıraktık.
İşte bizim Halil’in dağlardaki arayışı, hep yeniyi keşfetmek üzerine sürüp gitti. O gerillanın, Kürdistan dağlarının halka dönük aynasıydı…[1]