Kürt aydınlarının geçmişte yeterince anı bırakmamaları, onların belki de en önemli eksikliğidir. Bundan ötürü Serhat Bucak’ın “Kürt Hâkim Faik Bucak’ın Yaşamı” konulu anılar kitabı, Kürt ulusal-demokratik mücadelesine katılmış diğer Kürt aydınlarının anıları gibi, yakın dönem Kürt tarihini anlamak açısından son derece önemlidir.
Özgür Politika gazetesinin 5 Temmuz 2003 tarihli sayısında; Firaz Baran, Türkiye-Kürdistan Demokrat Partisi’nin (TKDP) kurucu Genel Başkanı Faik Bucak’ın katledilişinin 37. yıldönümü dolayısıyla, gazetenin köşe yazarı olan oğlu Av. Serhat Bucak’la bir söyleşi yapmış ve bir kadirbilirlik örneği verilerek, bir büyük Kürt yurtsever aydınının anısı yeniden bilince çıkarılmıştı.
Konuşmada, beni öncelikle ilgilendiren hususlardan biri “Kürt Yanlısı Hakim” bölümünde, babama ilişkin bir anının da yer alıyor olması ve buna bir katkı yapma ihtiyacını duymamdı. Öncelikle, bu katkıyı yeniden paylaşmak istiyorum:
Faik Bucak, 1949 yılında Sivas’ın Gürün ilçesine Hakim olarak atanmış ve 1950 yılında, yaklaşık 30 yıllık tek parti diktası yıkılmış ve yerine “hürriyet, adalet ve eşitlik” ilkesiyle ortaya çıkan Demokrat Parti iktidara gelmişti. O tarihe kadar tek parti diktasından bıkan tüm kitleler ve çevreler için bu, yeni bir umuttur. Nitekim, resmi ideolojinin tahribatından bıkan farklı etnik gruplar gibi, dönemin sosyalistleri de özellikle Prof. M. Fuad Köprülü aracılığıyla bu partiye destek vermektedir. “Milli Mücadele” yıllarında Kuva-yı Milliyeciler’e üç sürü bağışlayan ve daha sonra tek parti yönetiminin göstermelik demokrasisinde Parti müntehib-i sâniliği (delegelik) yapan ailem de, bu seçimlerde Demokrat Parti’yi desteklemiş ve Sarız’da örgütlenmesinde katkıda bulunmuştu. Hatta babamın amcası ve babalığı Mustafa Bayrak da, bu seçimde Kayseri bölgesinde İl Genel Meclisi üyeliğine seçilmişti.
Sonradan yaptığım araştırmalara ve edindiğim izlenimlere göre; Demokrat Parti yöneticilerinin yönlendirmesiyle Mustafa Bayrak öncülüğündeki çok sayıda Sarızlı Kürt aile, 1951 yılında Gürün yakınlarındaki Salyurdu Devlet Harası’nı işgal eder. Kayseri Milletvekilleri, Sarız’daki bazı Kürt köylerinin çiftçiliğe ve hayvancılığa yeterince elverişli olmadığından hareketle, askeri et-süt ve binek hayvanlarının beslendiği bir devlet çiftliği niteliğinde olan bu haraya yerleşerek, burada çiftçilik ve hayvancılık yapabileceklerini söylerler.
Ancak, burada yeni bir Kürt köyünün oluşumunu istemeyen çevredeki Türk köyleri şikayette bulunurlar ve konu Mahkemeye ve Meclis’e intikal eder. Meclis’te, Kayseri ve Sivas milletvekilleri arasında yoğun tartışmalar yaşanır. Sivas milletvekilleri sorunu, “Kayserililer’in Sivas toprağını işgalleri” olarak sunar. Neticede, öncülük eden Mustafa Bayrak ile babam ve daha birkaç kişi tutuklanır.
Sarız’da kurulan unutulmaz bir dostluk
O tarihte, Gürün’deki davanın hakimi Faik Bucak Bey’dir ve tutukluları dinledikten sonra, yörenin Alevi Kürtleri olduğunu öğrenince, yurtseverlik duygularıyla hareket ederek tutukluları tahliye eder. Zaten, tüm aileler eski köylerine dönerler ve konu kapanır. O tarihlerde, ben henüz üç yaşındayım ve gidiş - dönüşteki kağnı yolculuğu ile obaya jandarma baskınını hayâl- meyâl hatırlıyorum...
O tarihten sonra, babamla Faik Bucak arasında unutulmaz bir dostluk kurulur. Faik Bey, şikayet üzerine buradan 1954 yılında Kozan’a atandıktan sonra da sık sık Sarız’a gelerek babamla birlikte dost sohbetlerine katılırlar. Babam da, 1953 yılından itibaren Sarız’da memurdur. O nedenle, hafta sonlarını sıklıkla birlikte geçirirler ve bu unutulmaz dostluk, yöremizde “Kürt hâkim” olarak ünlenen Faik Bey’in 1966’da katledilmesine kadar devam eder... 1920-1925 döneminde Sarız İlkokulu mezunu olan babam, bu Gürün macerasından sonra memuriyete geçmiş ve bir DP Milletvekili ile kavga ettiği için Develi’ye sürülmüştü. Bu dönemde, ünlü ressam Abidin Dino’nun orada öğretmenlik yapan kardeşi Arif Dino ile dostluklarını anlatırdı... Bir süre sonra istifa ederek Sarız’a geri dönmüş ve burada büro açarak dava vekilliği yapıyordu. O tarihlerde ilkokulda okuduğum için, tatillerde birkaç kez babamın yanında kalmıştım. Bu nedenle, babamın birkaç kez Kozan’da görev yapan bu kadim dostunun yanına gittiğini hatırlıyorum...
Adın Mustafa da soyadın Bayrak
1951’de Mustafa Bayrak öncülüğündeki sözkonusu yurt edinme macerası dolayısıyla da, yöre köylüleri tarafından bir türkü yakıldığını öğrenmiştik. Bu olaydan sonra, askeriyeye ait sözkonusu “Salyurt Harası”nın adı, halk arasında “Salbayrak”a dönüşmüştü.
Sözkonusu türkü, yöredeki Beypınar köylüleri tarafından yakılmıştı:
Adın Mustafa da soyadın Bayrak
Salyurdu kazanmak sana pek ırak
Hulusi’yle Polat’ı çıkardın çırak
Onlara da sebep oldun Kürdoğlu
İnip Salyurd’a da yayla yayladın
İnip aşkın deryasını boyladın
Soğul sularından gönül eğledin
Eşekten düşmüşe döndün Kürdoğlu
Adil Çavuş derler de müfreze başı
Gürün müfrezesi de pek gördü işi
Bundan kaç gün önce gördün teftişi
Aşiret dövüşü mü sandın Kürdoğlu
Babamın Serhat ve Sertaç Bucak’la karşılaşması
Babam, gerek Ankara’da Musa Anter, Canip Yıldırım, Mehmed Uzun ve Serhat Bucak’la karşılaşmalarında, gerekse Almanya’da Sertaç Bucak’la görüşmesinde; “Kürt Hakim Faik Bucak”ın birer temsilcisi olarak gördüğü bu kişiler karşısında gözyaşlarını tutamazdı... Sözü, bu noktada bu karşılaşmalardan birini anlatan Serhat Bucak’a bırakmanın tam zamanı:
“1988 ya da 1989 yılında Ankara’da Öz-Ge Yayınevi’nde Mehmet Bayrak’ı ziyarete gitmiştim. Yanında Mehmet Amca diye biri vardı, babası olduğunu söyledi. Mehmet Amca, benim kim olduğumu öğrenince ağladı. Babamın serbest bıraktığı, toprak işgali yapan kişilerden biriymiş. Aslında, olayın ne olduğunu sonradan öğrenmiş olsam da o güne tanık olduğumu o gün anlamıştım. Babam, beni çok zaman yanında adliyeye götürür, odasında oturturdu. Hatta bazen duruşmalarını bile izlerdim.
Bir gün jandarmalar kalabalık bir grupla duruşma salonuna girince, babam, mübaşire beni odasına götürmesini söyledi. Mübaşir de beni odaya götürüp, oradan ayrılmamamı tembihledi.
Mehmet Amca’nın anlatımına göre; biz çıkınca, babam kâtibi de dışarı çıkarmış ve onlara kimliklerini sormuş. Kürt-Alevi olduklarını öğrenince de kâtibi yeniden içeri çağırmış ve gerekli işlemleri yaptıktan sonra onları serbest bırakmış. Böylece, babamın ölümüne kadar devam eden dostlukları başlamış.
Babam Gürün’de hakimlik yaparken, başta Sarız ve Kangal Kürtleri olmak üzere civardaki tüm Kürtler’le iyi ilişkiler kurmuştu…” (Yusuf Serhat Bucak: Kürt Hâkim Faik Bucak’ın Yaşamı; Avesta yay. İst. 2020)
Serhat Bucak, anıların ilgili bölümünde, daha Hukuk Fakültesi’nde okurken Deniz Gezmiş’le yaptığı bir görüşmeyi de paylaşıyor. Deniz’in babası Cemil Gezmiş, Köy Enstitülü olup o tarihlerde Gürün’de Faik Bey’in kızı Yayla’nın öğretmenidir. Deniz de, bu olaya ilişkin şu anekdotu paylaşıyor: “Sarızlı Kürtler, Gürün’de toprak işgali yapmış, baban da onların tutukluluk hallerine son vermişti. Hatta bu nedenle baban ile kaymakamın arası açılmıştı. Faik Bey’in hâkim olarak gittiği her yere, ondan önce istihbarat birimleri tarafından hazırlanan dosyalar gidiyordu. Kaymakama da bu dosya gitmişti ve bu durumu hazmedemediği için Adalet Bakanlığı’na bir rapor yazıp onu şikâyet etmişti. Bu nedenle, Gürün’deyken bir kez Maraş Pazarcık’a, bir kere de Urfa Suruç’a gönderilmişti.”
Anıların önemi
Serhat Bucak’ın hazırladığı, babasına ilişkin “Kürt Hâkim Faik Bucak’ın Yaşamı” konulu anılar kitabı, Kürt ulusal-demokratik mücadelesine katılmış diğer Kürt aydınlarının anıları gibi, yakın dönem Kürt tarihini anlamak açısından son derece önemlidir. Kürt aydınlarının geçmişte yeterince anı bırakmamaları, onların belki de en önemli eksikliğidir. Editör sıfatıyla, bir anılar dizisi yapmayı planlıyordum. Kadri Cemilpaşa’nın (Zinar Silopî) ve Vet. Dr. Mehmet Nuri Dersimî’nin Anıları ile işe başlamış ancak devamını getirememiştim.
Bu vesileyle, bir anımı kısaca paylaşmak isterim. Yaklaşık 45 yıl sonra ilk kez Medya Haber’de, Deniz Gezmişler’in yakın arkadaşı Atilla Keskin’le yaptığımız bir programda açıklamıştım: Hemşehrimiz Hüseyin İnan’ı üniversite yıllarında yakından tanıyordum. Bir gün, babası Hıdır İnan, avukatları Halit Çelenk’in verdiği son “Ortak Savunma”yı getirmiş ve tapesini ben yapmıştım. Bunu, ilk kez programda açıklayınca Atilla Keskin için de hoş bir sürpriz olmuştu.[1]