“Dedem masa muhabbetlerinde çocuklara türkü söyletmeyi çok severdi. Bana da söyletirdi. Zöre diye bir kadının ağıdı vardı. Onu çok seslendirirlerdi. Bir tane bile okunduğunda kalıyor aklında. Koçgirî müziği denilen birçok aşiretin karışımı olan o bölgenin müziğiyle ilgili güçlü bağlar kurdum. Köylerdeki ağıtlara da şahit olarak. Anneannem de mezar ağıtçılığı yapıyordu. Her cenazede mezar başında ağıt yakarmış.
Mayıs ayına öykünen güneşli bir şubat sabahı. Sosyal mesafeye mesafeli duran maskeli kalabalıktan oluşan tramvaydan Kabataş durağında inip, kalkmak üzere olan adalar vapuruna zor atıyorum kendimi. İki lokma simitle karınlarını doyurmayı beklerken selfilere fon oldukları için sinirlenen martıların çığlığı eşliğinde devam eden yolculuğum Burgazada’da sona eriyor. Adaya adım atar atmaz kentin keşmekeşinden millerce öteye taşınmış gibi hissediyorum. Hemen yüzümdeki maskeyi indirip temiz havayı içime çekiyorum. Kuş sesleri, ağaçlar, börtü böcekler ve denizin iyot kokusu eşliğindeki tenha yolda Marta Koyu’na doğru yürürken, yazın karar verip, kış gelince üşenen hayalperestlerin kervanına ben de katılıyorum. “Acaba her şeyi bırakıp adaya mı yerleşsem?” Sonra biraz düşününce bırakacak bir şeyimin olmadığını hatırlayıp, savuşturuyorum bu hayali kafamdan. Yolu yarılamışken Serdar karşılamaya geliyor. “Niye indirdin ki maskeyi? Görevliler pusuda bekliyor. Gözünün yaşına bakmazlar” diyor. Para cezası aklıma gelince gözüme kadar çekiyorum maskeyi. Oksijen almasam da olurdu.
Adaya sanatçı Gülseven Medar’ın Hoy Meşke adlı eğlenceli ninnisini dinledikten sonra yolumu düşürmüştüm bu kez. Aslında çocukları uyutmaktan çok oynatan ve eğlendiren esere pandemi sürecinde klip çekmiş Medar. Enstrüman olarak kullandığı sesiyle, ellerini şakırdatıp, yanaklarına vurarak çıkarttığı seslerle, evinin bahçesi, ada manzarası ve kızı Rubar’ın görüntülerinden oluşan sıcacık bir klip çıkmış ortaya. Medar’ı daha evvel Hamlet, Mem û Zîn müzikali ve Tosca Operası’ndan tanıyorum. Sığındığı adadaki mütevazı evinin bahçesinde; sahnede görmeye alışık olduğum pırıltılı halinden çok uzakta, sade yüzü, örgülü saçı, üzerindeki siyah şalı ve kucağında Rubar’la bizi bekliyor. Adanın dinginliği ve huzuru arınmış yüzüne ve konuşmasına yansıyan Medar; kahve, kendi yaptığı ceviz likörü ve sobada pişirdiği kestaneler eşliğinde tane tane anlatıyor hikayesini. Bilmeyenler için kulak verdik, varın birlikte dinleyelim.
Dersim kökenli sanatçı, Koçgirî Bölgesi olarak bilinen Sıvas Zara’da doğup büyümüş. Zara’nın pek çok köyünden göçen Alevi Kürtlerin yoğunlukta olduğu Karşıyaka Mahallesi’nde; mezar ağıtlarında, düğünlerde, ev ortamlarında kulağına çalınan bölgenin müziğiyle yetişir.
“Dedem masa muhabbetlerinde çocuklara türkü söyletmeyi çok severdi. Bana da söyletirdi. Horada gelin ne diyor, İlvanlım gibi popüler türkülerin yanı sıra Arif Sağ, Muhabbet albüm serisi dinlenirdi. Erzincan, Malatya, Dersim kilamları da sofralarda çok okunurdu. Abdullah Papur, Şivan Perwer dinlenirdi. Amca ve dayılarımız Kürtçe okurdu. Zöre diye bir kadının ağıdı vardı. Onu çok seslendirirlerdi. Bir tane bile okunduğunda kalıyor aklında. Koçgirî müziği denilen birçok aşiretin karışımı olan o bölgenin müziğiyle ilgili güçlü bağlar kurmuştum. Sürekli kulağımda yer edindi. Müzik kimliğimi aslında ben Zara’da o mahallede oluşturdum. Köylerdeki ağıtlara da şahit olarak. Anneannem de mezar ağıtçılığı yapıyordu. Her cenazede mezar başında ağıt yakarmış.”
Evde ve mahallede konuştukları dil Kürtçedir. Lakin ablası ve ağabeyinin ilkokula başlamasıyla birlikte Medar da Türkçeyi öğrenir.
“Annem de yarı Türkçe yarı Kürtçenin ardından tamamen Türkçe konuşmaya başladı. Kürtçeyi eski kuşaklar daha fazla konuşuyor. Bununla birlikte Kürtçenin resmiyet kazanmasının eğitim dili olmasının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Bunun Kürt müziği yapan biri olarak ne kadar önemli olduğunu anlayanlardan biriyim”
17 yaşına geldiğinde ailece İstanbul’un yolunu tutarlar. Zara’nın köylerinden göç edenlerin yaşadığı Emirgan Üstü’ndeki Reşitpaşa Mahallesi’ne ardından Esenyurt’a taşınırlar. Liseyi bitirdikten sonra İTÜ Devlet Konservatuarı’na girerek Türk Halk Müziği eğitimi alır.
“Bu biraz da TRT’nin yansımaları olan bir konservatuar eğitimi oldu. Hem yöresel müzik öğretiliyordu hem de ele alınan okuyuş üslubunde genelde TRT’nin kendi içinde yaygınlaşmış ve standartlaşmış okuyuş üslupleri hakim oluyordu. Eserde asıl kaynak kişiler yerine, TRT icracılarını baz aldığımız birçok eser geçmek durumunda kalmıştık.”
Mezun olduktan sonra bir akrabasının mekanında sahne almaya başlar. Buradaki deneyiminde müzisyenlerin hayatının zorluğunu, kendini ispat etmenin, kabul ettirmenin ne kadar meşakkatli bir yol olduğunu görür.
“Konservatuarda okurken idealize ediyorsun, sanatı en güzel yerde tutmak istiyorsun, dokunup bozulmasını istemiyorsun. Ne kadar çok insana ulaşırsa o kadar bozulacağını düşünüyorsun. Kitlelerin böyle olumsuz bir gücü de var ne yazık ki. Oysa ki bizim işimiz kalabalıklarla buluşmak. Sesini duyuracağın bir alana ihtiyacın olduğunu görüyorsun. Benim muhatabım insan. Ulaşmam, değiştirmem, dokunmam gereken şey insan unsuru. Ne kadar popüler olursan senin onları değiştirme, onlara nüfuz etme şansın daha iyi olabilir. Eğer küçük bir kitle tarafından dinleniyorsan onlar seni manipüle ediyor. Senin gücün ve etki alanın büyüdüğünde ise onları ikna etme gücünün olduğunu fark ettim.”
Halk müziği yarışmasına katılır
2005 yılında Kanal D’de yayınlanan, Arif Sağ’ın yönettiği, Ertan Tekin, Güray Hafiftaş’ın müzisyen olarak yer aldığı türkü yarışmasına katılarak üçüncü olur.
“Yarışma fikrine önceleri sıcak bakmamıştım ama hayranlıkla takip ettiğim müzisyenler vardı ve popstar yarışmasında olduğu gibi özel hayatı çok deşmedikleri için güvenli bir alan olarak görüp katılmaya karar verdim. O proje içinde müzik yapıp kendini keşfediyorsun. Güzel de bir etki yarattı. Yarışma sonrası Arif Hoca, sen üçüncüsün albüm yapmamız gerekmiyor ama o yarışmacılardan aklımda kalan sensin. Sana albüm yapalım dedi. Arif Hocanın zamanı olmadığı için Erdal Erzincan’la yaptık albümü.”
Eğitimi ve müzik kariyeri Türk Halk Müziği üzerine olan Medar, albümünde Kürtçe eserler de okumak ister.
“Yaptığım müzik tam olarak beni ihya etmiyordu, hep eksik hissediyordum. Kendi gerçek müziğimi icra etmek istiyordum, beni iyi hissettiren şey kendi bölgemin müziğini yapmaktı. Koçgirî bölgesine derleme yapmaya gittim.”
Çok karakteristik olan Koçgirî kilamı Qasım Çawuş ve Xerib Telu’yu derleyerek albüme ekler. Ege, Orta Anadolu türküleri, deyişler ve semahların olduğu albümde Ciwan Haco’nun Hey Dilberê adlı eserini de okur.
“İlk defa profesyonel olarak kendi müziğimi yaptığım için çok mutluydum. Erdal hoca da bu parçaları sazıyla havalandırarak, çok severek çaldı”
İber Müzik’ten çıkan albümdeki üç Kürtçe şarkıya klip çekilir ve çeşitli platformlarda yayınlanır. Yurtiçi ve yurtdışı konserlerde, dernek gecelerinde sahne alan Medar’a, Diyarbakır Büyükşehir Tiyatrosu (DBŞT) ve Hollanda Theatre Rast ortak yapımı olan Dilek Operası’nda yer alması teklif edilir.
“Oyunculuğum yok ama Tiyatro Medresesi’nin İTÜ sahnesi süreci vardı. Orada tiyatro kulübüne giderek bir yıl dramaturgi, feminist okumalar derslerine katıldım. Hem teorik süreci öğrenmek hem de biraz sahne tozunu yutmak için gitmiştim. Dilek Operası’nda sadece mizansen ve türküleri söyleme noktasında bir çalışma yaptık. DBŞT oyuncuları Emin Yalçınkaya, Mesut Erenci ve Vural Tantekin vardı. İlk müzikal deneyimimdi”
Kürtçe Hamlet
2012’de W. Shakespeare’in Hamlet oyunu Yönetmen Celil Toksöz tarafından ilk kez Kürtçe olarak yorumlanır. DBŞT oyuncularının rol alacağı oyunda Ophelia karakterini canlandırması için Medar’a teklif getirilir. Hamlet’i Yavuz Akkuzu’nun canlandırdığı, Ali Tekbaş ve Rojda’nın da yer aldığı projede Şexmus Sefer’in sözlerini yazdığı kilamları kendileri besteler.
“Değişik bir deneyim oldu. Kendi stran ve kilamlarımızı mizansenle canlandıracağımız bir performanstı. Sonuçta replik oyuncusu kıvamında değildik ve az replik vardı. Ophelya’nın kendi mezarının başında yaktığı bir ağıt vardı. Mezar ağıtlarından duyduğum, oradaki melodilerden esinlenerek yaptığım bir şeydi.”
Diyarbakır’da 40 gün süren bir prova sonucunda oyun çıkar. Oyunun dünya prömiyeri Amsterdam’da gerçekleşir. Diyarbakır’da 25 gösteri yapar. Hollanda sınırları içerisinde çeşitli kentlerde sahnelenen oyun; Ankara ve İzmir tiyatro festivalleri, Duhok, Urfa, Antep, İstanbul, Adana, Van ve Mersin’de izleyiciye ulaşır.
“Barış süreciydi. Herşey çok güzeldi, müthiş bir sinerji vardı, konserler özgürce yapılıyordu ve balonlar uçuyordu. Diyarbakır’da öyle bir zamanı yaşamak bana nasip oldu. Hamlet’le birlikte kendimizi çok güçlü hissettik. Kürt dilinin, kültürünün güzelliğini karşı tarafa fark ettirmek de çok mutluluk vericiydi. Ertuğrul Günay kültür bakanıydı. Ankara’da konuk olmuştu. İnsan hayatının normalini yaşadığımız bir dönemdi. O havanın ne kadar kıymetli olduğunu bugünkü çılgın süreçle karşılaştırdığımızda görüyoruz. Oyunun İngiltere, Amerika’da sahnelenme ihtimallerinden söz ediliyordu. Süreç sertleşip belediyelere kayyum atanınca durdu. Şimdi belki tekrar sahnelenir ama Emin ağabeyin yokluğu benim için büyük bir boşluk. Her sahnede dayanamaz ağlayabilirim. Nasıl kontrol ederim bilemiyorum.”
Ninni projesi
2016 yılında politik rüzgar yön değiştirince Medar da bir süre çalışmalarına ara verir. O sıralarda Yönetmen Mehmet Eryılmaz, Türkçe ninnilerin olduğu “bizim ninnilerimiz” adlı youtube sayfası için Kürtçe ninni arayışındadır.
“Onun bazı ninnilerine animasyon çekilmişti. Çok dinlenen bir sayfaydı. Kürtlerin yaşadığı süreçle ilgili hassasiyeti var. ‘Kürtçe niye yapmıyorum, ne kadar ayıp’ diyerek başlıyor.”
Eryılmaz, Medar’ın sesini TRT’de bir bölüm yayınlandıktan sonra kaldırılan bir programda ‘Yüksek yüksek tepelere” eserini mırıldanarak okumasıyla keşfeder. Kürtçe müzik yaptığını öğrenince de sanatçıyı arayarak Kürtçe ninni seslendirmesini ister.
Gidip derleme yapma imkanları olmadığı için Eryılmaz’ın yardımcılığını yapan Evin Yıldırım müzikleri bulmak için yardımcı olur.
“Suna Alan’ın seslendirdiği ‘Bebeğin beşiği çamdan” ninnisinin Kürtçe versiyonu olan ‘lori lori’ yi söylemek istedik. Suna bizimle sözlerini paylaştı. Özer Özel’in yaylı tanburu eşliğinde kaydettik. Mazher Xaliqi’nin seslendirdiği laye laye ninnisini Tara Jaf da çok güzel seslendirmişti ama kaynak kişi olarak Xaliqi’nin üslubunu baz alarak söyledim. Erdal Erzincan da cura ve bağlamasıyla eşlik etti.”
O dönem kaydettikleri 4 eserin üçü ninnidir. Bizim ninniler sayfasında yer alır. Eryılmaz bir kamera ve ışıkla kliplerini çeker ve yayınlanır.
“Ultra profesyonel koşullarda iş yapmak istemiyordu. Sıcak ve doğal olsun, o an herkes bizim yanımızda gibi hissetsin diye bir düşüncesi vardı”
Ertelenmiş kayıt: Hoy Meşke
Kadınların günlük işlerini yaparken, hem yayık yayarken hem çocuğunu oynatırken söylediği Hoy Meşke adlı eseri de o dönem kaydedilir fakat yayınlanmaz.
“Kendi doğal ortamının bir müziği olduğu için buna bir enstrümanla eşlik etmek onu biraz kendi habitatından çıkarır diye düşündüm. Dünyada örneği olan acapella çalışmalar Türkiye’de de artık yaygındı. Elimizle kolumuzla ritim tutarak oluşturabileceğimiz bir eser diye düşünerek oturup yanaklara vurarak, elleri şıkırdatarak, küçük armonilerle, kendi sesime vokal yaparak eseri oluşturdum. Stüdyoya girip kaydını yaptım. Mehmet hoca klipler için Rubar’ın görüntülerini biriktirmemi istemişti. Rubar üç buçuk yaşına kadar geldi.”
Pandemi sürecinde yeni kayıt yapma koşulları olmadığı için mevcut kayıtları değerlendirmek isterler. Mehmet Eryılmaz’ın yönetmenliğinde hoy meşke için klip çekerler.
“Ertelenmiş, unutulmuş, sonra birden hatırlanmış bir şeydi. Bu yaz klip çektik. Ev koşullarında, doğal ortamda birkaç saat içerisinde çektik. Rubar güzel bir sürpriz oldu. Eski bebeklik görüntüleri, kahkahaları. Rubar’ın görüntüleri de çok fazla sömürülmeden birkaç noktada kullanıldı.”
Klasik Kürt Edebiyatının başyapıtı Mem û Zîn
2019 yerel seçimlerinin ardından HDP’li belediyelerin tekrar yönetime gelmesiyle birlikte, kültür sanat alanında canlanma başlar. Rast Tiyatrosu Sanat yönetmeni Celil Toksöz, İtalyan bestekar Giacommo Puccini’nin Tosca adlı eserini Kawa Nemir’in çevirisiyle Kürtçe sahnelemek için harekete geçer. Eşzamanlı olarak DBŞT’nin 2014 yılında Ruknettin Gün’ün yönettiği Cemilpaşa Konağı’nda sahnelenen ve bir sezon oynanan Mem û Zin projesi de gündemdedir. Mem û Zîn müzikalinin Amed Şehir Tiyatrosu tarafından yeniden izleyiciyle buluşması için de provalar başlar. Daha önce Zelal Gökçe’nin canlandırdığı Zîn karakteri için Medar’ın oynaması istenir.
“Kayyum gitmişti. Zelal devam etmek istemiyordu. Zin karakterine odaklandım. Biraz daha insani koşullarda, yeni kültür kongre merkezi binasında provalara başladık. Stüdyoda kayıtlarımızı yaptık. Melodileri tekrar yeni şekliyle besteledim. Provalardan 10 gün sonra belediyelere tekrar kayyum atanınca Amed Şehir Tiyatrosu’nda provaları devam ettirip koşulları zorlayarak oradaki alışveriş merkezinde yaptık. Bizim için bir onur meselesi olmuştu artık. Cemilpaşa Konağı’nda yapamadığımız için oradaki ironiyi ortaya koyduk. Sanatımıza, dilimize, kültürümüze sahip çıkmanın bir temsiliydi bizim için. Hele ki kayyumla birlikte yenilmişlik hissi yaşıyordu insanlar. Tepkiler de yoktu artık. Tepkiler de azalınca biz konuşmaya devam eden bir grup olarak icramızı yerine getirmeye çalıştık.”
Halk operası Tosca
İkinci kez kayyum atamasının ardından Diyarbakır’da provaları devam eden Tosca operasının çalışmaları durdurulur. Ekonomik olarak yeni koşulları yaratmak zor olduğu için provalar İstanbul’da devam ettirilir. Teatra Jiyana Nû ve Amed Şehir Tiyatrosu desteğiyle provalar tamamlanır. Gülseven Medar’ın Tosca’yı canlandırdığı operada; Dodan Özer, Ali Tekbaş, Serdar Canan, Hediye Kalkan, Mesut Gever ve Özcan Ateş yer alır.
“Bu opera diğer müzikaller gibi değildi. Bir operanın 40 günde yapılması zordu. Hala müzikleri tamamlanmamıştı. Tosca’da herkes kendi karakterinin müziklerini yaptı. Müzik yönetmeni Ardaşes Agoşyan muhteşem bir müzik hazırladı. Kürt müziğini alttan besleyerek, hem klasik hem geleneksel müziği aynı zemine taşıyıp o duyguyu yansıtmada çok başarılıydı. Bu bizim şansımız oldu. Tosca oyununu o yarattı. Biz artık Puccini’nin Tosca’sını oynamıyorduk. Librettolarını aldık ama Puccini yoktu. Bir yönetmen, bir prodüksiyon vardı ortada ama estetik olarak, sanat olarak asıl yaratım noktası Agoşyan’a aittir. Biz de kendi aryalarımızı, stranlarımızı okuduk ama alttaki yürüyen dramayı Agoşyan yapmıştır.”
Tosca için Hollanda’da 6 gösterim yapılır. Almanya, İngiltere ve İsviçre’de de sahnelenmesi planlanır ancak pandemi sürecine denk geldiği için iptal olur.
“Çok güzel bir halk operası oldu. Hamlet ve Mem u Zîn’de müzik ana tema değildi. Oyunculuklar, replikler, anlatıcılar vardı ama Tosca Özcan Ateşi’in çîrokbejliğinin haricinde tam bir müzik şöleniydi. İlk defa Batman’daki Şahmeran dışında bir elin parmağını geçmeyecek ürünlerden biridir. Kürt dilini ve kültürünü bir dünya klasiğiyle buluşturuyorsun. İnsan temel hissediş ve duygusunun nasıl birleştiğini gösteriyorsun. Bizi izleyen Hollandalıların ağladığına tanık olduk. Ben profesyonel bir tiyatro oyuncusu değilim. Önüme gelen oyunu duygusal ve profesyonel olarak yürütüyorum ama profesyonel bir oyuncu gibi izleyenleri etkilemek için o duyguları yönetmeyi bilmiyorum. Ben sadece müziğimle bunu yapmayı biliyorum. Doğal olarak müziğimle yansıttım.”
Adada yaşam
Medar, kentin kaotik ortamından bunalarak, 6 yıl önce Burgazada’da yaşamaya karar verir. Köy yaşamına alışkın olduğu için sobaya, toprağa dokunmak onu iyileştirir. Önce bir göz odada iki yıl yalnız yaşar. Evlendikten sonra eşi Serdar’la birlikte nispeten daha geniş bir eve taşınırlar. Kızları Rubar dünyaya geldikten sonra da başka bir eve.
“Çok stresli bir dönem geçirdik. Ekonomik koşullar ve pek çok sosyal konular. Adada oluşumuz, kendi öz hayatımızı yaşamamız o zor dönemleri geçirmemizi kolaylaştırdı. Çılgın bir hayat var İstanbul’da. Zaten bir konser olduğunda kimi zaman lüks otellerde de kalıyorum. Giyinip kuşanıyorum, topuklu ayakkabılarımı giyiyorum, makyajımı yapıyorum, sonra buraya gelince saçımı örüp oturuyorum. Burası başka kimlikler oluşturup onları da besleyeceğim bir alan yaratıyor. Ben şehirdeyken her an o topuklu ayakkabımı giymem gerekiyormuş gibi bir hisse kapılıyorum. O da benim çok uzun süre yürütebileceğim bir kimlik değil. Gelen gidene de çok öneriyorum. İstanbul çok yorucu”
Haliç Üniversitesi’nde Halk Müziği Bölümü öğrencilerine ses eğitimi dersleri veren sanatçı, salgın nedeniyle uzaktan eğitim şeklinde devam ediyor. Değişik dillerden müzik yapmayı seven Medar, dünya sahnelerine açılan proje bazlı çalışmaları daha çok tercih ediyor. En son 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde sahneye çıkan sanatçı dijital ortamın sahneyle aynı hissi uyandırmadığını söylüyor.
“Stüdyo kaydı ile sahnedeki performans arasında çok büyük fark var. Sahnedeki sanatsal inandırıcılığını sürdürmek çok önemli. Stüdyo kayıtlarında yükün daha hafif oluyor o süreci kolay yönetebiliyorsun olumsuz bir durumda değiştirme şansın oluyor ama sahnedeyken tamamlanmış bir kurguyu baştan sona kadar yüksek bir konsantrasyonla yürütmek zorundasın. Hep birlikte olduğun bir ortamın sinerjisi çok farklı oluyor. Birlikte bir duygu yükselişi yaşıyorsun ve o daha şifalı bir duygu aslında. Umarım tekrar o günlere dönebiliriz. “
Şimdilerde yeni bir prodüksiyon şirketiyle sözleşme imzalayan sanatçı yeni bir sürece evriliyor.
“Türkiye’de dijital ortam öne çıkmaya başladı. O yüzden biraz daha kayıt ve üretim, günlük performansların ön plana çıktığı bir dönemdeyiz. Bu bir ihtiyaçtı aslında. Bazı prodüksiyon şirketlerinin gölgesinde, onlara mahkum olarak iş yapmak zorunda kalıyorduk. Artık onların hegemonyasından kurtuluyoruz. Ben kendi prodüktörümle onun bana vadettiği, sunduğu imkanlardan kaynaklı gönüllü bir bağ kurdum. Böylece sosyal mecraların kendi normal lisanslamaları sayesinde de ürettiğimiz müziklerin ekonomik bir karşılığı olabiliyor. Bu anlamda pozitif bir şey bu.”
Salgın sürecinin bir an önce normale dönmesini bekleyen sanatçı yeni kayıtlar yapıyor. Erdal Erzincan’la ilk albümdeki hikayenin devamı şeklinde deyiş, semah formunda üç eser kaydetmiş. Yeni prodüktörüyle yeni hikayelerin ardına düşen sanatçının Türkiye’deki konserler dışında Amerika ve Avrupa’da konserler yapma planları var.
Yolunun, hislerinin, avazının açık olması ümidiyle.[1]