$Êzîdîlerin sesinden Şengal Soykırımı$
Tarihyazımında arşiv belgelerinin doğruluk ve güvenilirlik anlamında tartışmasız bir üstünlüğü olduğu var sayılır. Üretildiği bağlamın ve içeriğe sirayet eden bürokratik teamül ve vokabüler bir kenara atılarak, resmi belgelere objektif materyaller gibi davranılır. Zira bu anlayışa göre, tarih çok katmanlı tahayyül edilebilecek bir hikâyeden çok, peşinden koşulan mutlak bir gerçek/hakikattir. Bu anlamda, tarihyazımında kullanılacak materyal, ancak bu hakikati kanıtlayacak bir doküman olabilmektedir.
Şiddetin inkârı Bu perspektif, özellikle soykırım gibi kitlesel şiddet olayları söz konusu olduğunda açık bir gerginliğe dönüşür. Ortada şiddetin inkârı olmasa dahi, bu tür bir tarihyazımı, hikâyenin öznelerini genelleştirir ve belirli kalıplara indirger. Dolayısıyla, duyguları, psikolojisi, eylemleri ve düşünceleriyle çok boyutlu insanlardan oluşan bir grup, tek boyutlu bir aygıta veya basit bir etikete dönüşür. Nihayetinde, ne insanın neden/nasıl şiddet uyguladığı ne de şiddete nasıl seyirci/ maruz kaldığı soruları tahmin edici cevaplarını bulamaz.
Şiddetin inkârı söz konusu ise mesele daha da karmaşıklaşacaktır. Bu kez bilhassa kurban grubuna mensup kişiler tarafından üretilen tanıklık, anı veya günlüklerin güvenilirliği açıkça tartışmalı addedilir. Resmi belgelerle arasındaki bu asimetrik hiyerarşi, mağdurun tanıklığının tarihyazımının dışına itilmesine, ciddiye alınmamasına ve dolayısıyla sesinin şiddet sırasında/ sonrasında kısılmasına neden olacaktır.
Söz konusu tarihyazımı tartışması, büyük ölçüde geride bırakılmış olsa da, alanda üretilen bilgi bu anlamda tatmin edici değil. En gelişkin alan olarak görebileceğimiz Holokost tarihyazımında dahi halen soykırım hakkında 1980’lere kadar devam eden sessizlik tezi hüküm sürmektedir. Halbuki, Avrupa Yahudilerinin ne yaşadıklarına dair özellikle Yidiş dilinde ürettikleri külliyat, toplama kamplarından başlayarak savaş sonrası dönemde sürekli genişlemiştir.[1]