1938 yılında Zini Gediği’nde katledilen 100 köylü 84 yıldan bu yana “mezarsız” yatıyor.
1938 yılı yaz ayları… Harman zamanıdır. #Dersim# Soykırımı’nı yapacak askeri komutanın bir ayağı #Erzincan#’a bağlı Surbahan/Kılıçkaya köyünde üslenmiştir.
Surbahan’dan ve çevre köylerden toplanan 100’e yakın masum köylü üç gün Eyüp Ağa’nın ahırında tutulur.
Aralarında şehir esnafından Yağcı Ali, Murtaza Ali, şoför Şükrü, ortaokul öğrencisi Hüseyin Gökdemir, Rüştiye Mezunu Süleyman Gökdemir, köyün muhtarı Halil İnce dâhil, her yaş ve meslek grubundan insanlar vardır. İplerle birbirine bağlanarak dağa doğru başlatılan bu yolculuk 3 bin 200 metre yükseklikte Ovacık sınırlarında “ıssız” bir yer olan Zini Gediği’nde son bulur.
Getirilenlerin hepsi burada öldürülür. Cesetler açıkta, tozun toprağın içinde öylece bırakılır. Mezarları hiç olmadı; kurda kuşa yem olmak üzere dağ başında toz ve toprak içerisinde öylece bırakıldılar.
Yas hep devam etti
Uzun yıllar boyunca Zini Gediği bölgesine gidilmesi yasaklandı, geride kalanlar yakınlarının kemiklerine sahip çıkamadı, yas hep devam etti. Geride kalan aileler köyleri boşaltmak zorunda bırakıldı; Balıkesir ve Edirne başta olmak üzere hiç bilmedikleri, tanımadıkları illere 10 yıl geri dönmemek şartı ile sürgüne gönderildiler.
Yadigâr Ana: Kurşuna dizdiler
92 yaşındaki Yadigâr Gökdemir, Zini Gediği Katliamı tanığı. PİRHA’ya konuşan Yadigâr Ana, “Askerler köydeki erkekleri toplayıp bir ahıra götürdüler. Daha sonra insanları Zini Gediği’nde kurşuna dizerek öldürdüler. Katliamdan sonra Erzincan köprüsünde 15 gün kaldık, ondan sonra da bizi İliç köprüsüne sürdüler. 1 ay da orada kaldık’’ diye konuştu.
Yadigar Ana, “Bizi trenlere bindirip Balıkesir’e gönderdiler, herkesi bir tarafa dağıttılar. Bizi Susurluk’ta bir köye, ardından da bir Çerkez köyüne verdiler. Annemle birlikte 9 kişiydik. O zamanlar çok çile çektik. Bu süreçte çok zor şartlarda yaşadık, aç kaldık, susuz kaldık” dedi.[1]