Tasavvuf vahyin özel bir şekli olan ilhama dayanır. Tasavvufa göre, asıl bilgi ve bilgelik, tasavvuf bilgisi denilen akıl, vahiy ve nakilden bağımsız düşünülemez. Tasavvufi Halk Edebiyatı aşk, doğa, ayrılık, özlem, ölüm, din ve tasavvuf konularının yanı sıra toplum hayatını ilgilendiren sorunları da ele almıştır.
Bu edebiyatta biçimden çok konuya ağırlık verilmiştir. Anlatılmak istenenler halkın anlayabileceği yalın ve sade bir dille aktarılmıştır. Bu edebiyat türündeki şiirlerde nazım birimi genellikle dörtlüktür, yine genel olarak hece ölçüsü kullanılmıştır. Şehirlerde yaşamış ya da bir müddet bulunmuş, medrese eğitimi almış bazı şairler aruzu da kullanmışlardır.
#Feqiyê Teyran# klasik şiirin diğer üstadlarından farklı olarak şiirlerini halkın anlayabileceği sade ve yalın bir üslubla yazmıştır. Şiirlerindeki kafiye ve söz uyumu kimi zaman melodik bir şarkı gibi ruhunuzun aynalarına çarparak sizde doyumsuz tatlar bırakır.
Gerçek adı Mıhemed / Muhammed olan Kürt tasavvufi halk edebiyatının ilk temsilcisi Feqiyê Teyran Hicri 971 Miladi 1563/64 yılında Van’ın Müküs ilçesine (Bahçesaray) bağlı Warezor köyünde dünyaya gelir, H. 1041/ M. 1631/32 yılında #Bitlis# Hizan’a bağlı Şandis köyünde yaşamını yitirir. Feqiyê Teyran’ın yaşadığı dönemde Müküs Hakkari’ye bağlıdır daha sonra Van il sınırlarına dahil edilmiştir.
Onun Müküs’de doğduğunu kimi şiirlerinde kullandığı Miksî mahlasından öğrenmekteyiz.
Miksî dibê avê we bû
Pêxemberan aqil hebû
Qet hewceyî pirsan nebû
Wan dest gihabû suhbetê.
Miksî diyor ki: Ey su, evet öyleydi
Peygamberler akıl sahibiydi
Sorular sormaya muhtaç değillerdi
Îlahi sohbete ermişlerdi.
Feqi’nin şiirlerinde hangi köyde doğduğu ile ilgili kesin bir bilgi yoktur. Fakat Celilê Celîl tarafından elde edilen Arapça bir belgede Feqiyê Teyran ile ilgili şöyle denilmektedir.
“Adı Feqe Mıhemed’dir. Warezor köyünde dünyaya gelmiştir. Nemira kazasına bağlı Şandis köyünde gömülmüştür.” Ayrıca belgede Warezor’un Müküse bağlı olduğuda belirtilmiştir. Şandis (Dayılar) ise bugün Bitlis Hizana bağlı bir köydür. Yalnız biz bu belge üzerindede gerekli incelemelere sahip olamadığımızdan belgenin hangi yıl, kimden, nasıl ele geçirildiği yada orjinalitesi üzerine objektif görüşlere sahip değiliz.
Abdulreqib Yusuf ise onun Teyran köyünde dünyaya geldiğini bildirmiştir. Fakat Müküs’de Teyran adında bir köy bulunmamaktadır.
Dönemin Klasik Kürt edebiyatının önemli merkezleri Cizre, Müküs, Bitlis, Hîzan, Hakkari, Doğubeyazıt gibi yerlerdir. Müküs ve Hizan’ın da bu merkezlerden ikisi olduğu düşünüldüğünde Feqiyê Teyran’ın doğduğu yer olan Müküs’de ve daha sonra yerleştiği Hizan’da medrese eğitimi almış olduğu sonucuna varabiliriz. Kesin olmamakla birlikte Feqiyê Teyran’ın Müküs ve Hizan dışında Cizre, Finik gibi yerleşim yerlerinde bulunmuş olması da kuvvetle muhtemeldir.
Maalesef biz onun aile ve evlilik yaşamı hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Halk arasında söylenen Feqiyê Teyran ve Haram Elma hikayesinde onun Warezor köyünde evlendiği dile getirilmiştir. Ama bu hikayede anlatılanlar sadece rivayetten ibarettir herhangi bir kesinliği yoktur. Yöre halkına göre babasının ismi Şeyh Abdullah’dır.
1898 yılında Osmanlıca yayınlanmış Bitlis ili salnamesinde şu bilgiler yer almıştır:
“#Kürtçe# ve Farsça yazılmış şiirlerin güçlü kalemi Feqiyê Teyran Uçum nahiyesine bağlı Şandis köyünde gömülüdür.”
Bu belgede yer alan Uçum nahiyesi bugün Bitlis Hizan’a bağlı bir köy olarak varlığını sürdürmektedir.
Dikkat edilirse Celilê Celîl’in elde ettiği belgede Şandis köyü Nemira kazasına bağlı iken, 1898 tarihli salnamede ise Şandis köyü Uçum nahiyesine bağlıdır.
2013 yılında Bitlis Hizana bağlı Dayılar (Şandis) köyünde bulunan ve Feqiyê Teyran’a ait olduğu düşünülen bir kabirdeki Arapça yazılı mezar taşında vefat tarihi H. 1041 / M. 1631/32 olarak geçmiştir. Bulunan mezar taşının üzerinde şu ibareler yeralmıştır.
“Haza merqadu es-se’îd el-merhum, el-mexfûr, El- muhtaç ila rehmetullahî te’ala Muhemmed el-meşhûr Feqeh-İ Teyran Fi sena 1041”
“Bu, mutlu, merhum ve meğfur, Allahu Te’ala’nın rahmetine muhtaç Feqeh-i Teyran ismiyle meşhur Muhammed’in kabridir. Yıl 1041”
Yalnız hem Müküs’de hem de Hizan’da Feqiyê Teyran’ın mezarının bulunması olayı daha da ilginç bir hale getiriyor. Şimdi bu noktada haklı olarak şu soru sorulacaktır. Bitlis Hizan’da bulunan Feqiyê Teyran’ın mezarı ise, Müküs’de daha önce bulunan mezar kimin mezarıdır?
Hem Müküs’ün Warezor köyündeki hem de Hizan’ın Şandis köyündeki mezarın varlığı yüzünden Feqiyê Teyran’ın naaşının tam olarak nerede olduğuna emin olamıyoruz.
Üstelik bu mezarların kimler tarafından ne amaçla ve gerçekte kaç senesinde yapıldığınıda bilmiyoruz. Içindeki zatın Feqiyê Teyran olup olmadığını da bilmiyoruz. Bu mezarların gerçekte kaç yılından kaldığını anlayabilmek için bunlar üzerinde mutlaka karbon testlerinin yapılması gerekmektedir.
Yaşamı hakkında en çok yanlışa düşülmüş yazarlardan biridir Feqiyê Teyran. Peki Neden mi?
Eserlerini Kurmanci lehçesiyle kaleme alan Feqiyê Teyran’ın varlığını ilkin Mele Mehmûdê Beyazîdî’nin 1848-1866 yılları arasında Erzurum’da görevli bulunan Rus konsolosu Alexander Jaba için kaleme aldığı notlardan öğrenmekteyiz. Bu notlarda Beyazîdî, Feqi’nin Hakkariye bağlı Müküs ilçesinde H. 702 / M. 1303 yılında dünyaya geldiğini ve H. 777 / M. 1375 de Müküs’de öldüğünü yazmıştır.
Mele Mehmûdê Beyazîdî’nin yazdıklarının aksine M. Emin Zeki Bey, Bâbâ Merdûh ve Elaeddin Seccadi ise Feqiyê Teyran’ın doğum yeri olarak Makü’yü göstermişlerdir.
M.Emin Zeki Bey, V. Minorsky, Celilê Celîl, Feqi’nin H. 707-777 / M. 1307 ve 1375 yılları arasında yaşadığını yazmıştır.
Qanatê Kurdo #Kürt Edebiyat Tarihi# adlı çalışmasında A. Jabaya dayanarak Feqi’nin doğum tarihini H. 702 / M. 1375/76 olarak aktarmıştır. Kitaptaki Hicri 702 tarihinin Miladi 1302/03’e tekabül etmesi gerekirken M. 1375/76 olarak yanlış yazıldığını görüyoruz.
Abdulreqib Yusuf, Feqiyê Teyran’ın H. 707-775 / M.1307-1375 yılları arasında yaşadığını belirtmiştir. Bu kitaptada Hicri 775 olan ölüm tarihinin Miladi 1373/74’e denk gelmesi gerekirken 1375 olarak yanlış gösterildiğini görüyoruz.
Bois, Zeynelabidin Zınar, Mehmet Uzun, Amir Hassanpur da Mackenzieyi veri alarak doğum ve ölüm tarihini H. 1000- 1070 / M. 1590 – 1660 olarak belirtmişlerdir. Belirtilen Hicri ve miladi takvim dönüşümlerinde buradada doğum tarihi 1591/92 olarak hesaplanması gerekirken eksik hesap ile 1590 tarihiyle sunulmuştur.
Beyazîdî’nin bu notları, uzun yıllar Kürt yazarların Feqiyê Teyran’ın yaşamı hakkında farklı görüşler bildirmelerine yol açmıştır.
Fakat biz yukardaki yazarların aksine Feqiyê Teyran’n Hicri 971, Miladi 1563/64 yılında dünyaya geldiğini yine kendisinden öğrenmekteyiz. Onun Gönül Kasidesi şiiri, bizi onun doğum ve ölüm tarihleriyle ilgili bazı önemli bilgilere ulaştırmaktadır. Gönül Kasidesi’nin son beytinde Feqî, bu kasideyi H.1041’de yazdığını ve yaşamından 70 yılı geride bıraktığını dile getirmektedir. Bu ise bizi onun H. 971/M. 1563/64 ’de doğduğu sonucuna ulaştırmaktadır.
Gönül Kasidesi şiirinde geçen dörtlükte şöyle denmektedir:
Mîm û Hê heftê felek çûne
Ji hicretê dewran gelek çûne
Hizar sal û çil û yek çûne
Ev xezel hatî diyare.
Mîm û Hê üzerinden yedi felek geçti
Nice yıl, nice ay geçti
Üzerinden bin kırk bir yıl geçti
Bu gazeli dile getirdi. (Feqiyê Teyran, Dilo Rabe – Gönül Kasidesi Şiiri)
Feqiyê Teyran H.1030 / M.1621’de Senan Şeyhi eserini yazdığını, H.1031/M.1622’de Feqî ile Mela isimli şiirini yazdığını, H. 1041 / M. 1632’de Gönül Kasidesi’ni yazdığını bizzat söz konusu eserlerinin içinde kendisi dile getirmektedir. Ayrıca Kürt Emiri Han Zülküf Zehebi ve İran şahı 1. Abbas arasında H. 1017/M.1608’de yapılan Dımdım Savaşı’nı anlatması, onun bu tarihden sonra yaşadığını gösteren başka bir kanıttır.
Gerçek adının Mıhemed / Muhammed olduğunu yine kendisine ait bir şiirden öğrenmekteyiz.
Gul im di destê xaran
Bi îsmê Muhemmed nav im
Bilbil im di gulzaran
Ji ‘işqê lew zerbav im
Di remza muhirdaran.
Dikenler elinde gülüm
Muhammed’dir benim adım
Gül bahçelerinde bülbülüm
Onun için aşktan sarardım
Gönül verenler içinde. (Feqiyê Teyran, Feqe û Mela Şiiri.)
Şiirlerinde Mîm û Hê, Miksî, Feqî, Xoce, Mela, Mim û Hê û Dal, Feqê Têra mahlaslarının dışında gerçek adı olan Mıhemed / Muhemmedi de kullanmıştır. Bu lakaplarının dışında halkın kendisine sonradan taktığı Feqê Hêşetê, Feqiyê Gerok gibi mahlasları da bulunmaktadır. Biz onun Feqiyê Teyran ismini kendisine niçin seçtiğini tam olarak bilmiyoruz. Kuşların talebesi anlamına gelen bu ismin kendisi tarafından bilinçli seçildiği aşikârdır. Bu ismin oluşumunun dini bir köken ve aidiyetten ziyade felsefik ve anlamsal bir yön taşıdığı ortadadır.
Feqiyê Teyran üzerine anlatılan öyküleri baz aldığımızda halkın onu çok sevdiği ve benimsediği görülmektedir. Halk arasında şiirlerinin yaygın bir şekilde kullanımından anlaşılıyor ki, halk onu kimi zaman bir evliya kimi zaman da bir derviş olarak görmektedir. Halkın gözünde o kuşların dilini bilen ermiş bir aydındır. Müküs’de hangi köye giderseniz Feqiyê Teyran hakkında anlatılan bir hikaye vardır. Aynı hikayeleri Bitlis’te de görebilirsiniz.
Feqiyê Teyran hakkında düşülen önemli yanlışlardan biri de onun Melayê Cizîrî’nin öğrencisi olduğu yönündeki kanaattir. Biz bu kanaati ilk olarak Celadet Bedirhan’ın Hawar dergisindeki bir makalesinde görmekteyiz. Mackenzie, Thomas Bois, Mehmet Uzun ve Abdulreqip Yusuf da Celadeti referans alarak kitaplarında aynı fikirleri tekrarlamışlardır.
Ama onun Feqe û Mele adlı şiirini incelediğimizde aralarında hoca – talebe ilişkisi olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. Karşılıklı söyledikleri şiirin genel muhtevası ve son iki bentte her birinin kendisini diğerinin “senâhânı / medheden, alkışlayan, öveni” olarak anması, aralarında hoca-talebe ilişkisini aşan bir denklik ve dostluk bulunduğunu gösterir.
Feqiyê Teyran ve Melayê Cizîrî’nin şiirleri arasında hem öz hem biçim açısından çok ciddi farklar olması da onların hoca ya da talebe olamayacağına dair kanıtlardandır.
Konunun daha iyi anlaşılması açısından şiirin son iki kıtasını sizlere sunuyorum.
Feqe: (Feqiyê Teyran)
Birîndarê ‘işqê me,
Dur im ji siha bihan
Dizanim medahê kê me, di hezar û yek û sihan
Senaxanê Melê me, li hemû erd û cihan.
Ben aşkın yaralısıyım,
uzaktayım ayvaların gölgesinden
Bilirim kimin meddahıyım 1031de
Yeryüzünde Mela’yı methedenim (alkışlayanım, övenim).
Mele: ( Melayê Cizîrî)
Hindî ku digazihim,
Dikêşim sebr û hîrê
Şubhetê çeng û zih im, hilak ji derba tîrê
Senaxanê Feqeh im, îroke di Cizîrê.
Dertliyim,
Şaşkınım, sabretmekteyim
Ok darbesinden çengin teli gibi titremekteyim
Bugün ben Cizre’de “Feqi”yi övmekteyim.
Yukarıdaki şiirde de görüldüğü gibi birbirlerine karşılıklı sevgilerini dile getiren iki dostun tavrı ve samimiyetiyle karşılaşmaktayız. Bu şiir yazma tarzı Müşaare (Iki şairin karşılıklı şiir söylemesi) olarak adlandırılır. 15 ve 16. yüzyıllarda Botan bölgesinde ortaya çıkan bu tarz 18. yüzyılda Behdinan başta olmak üzere bütün Kürdistan’a yayılmıştır. Feqiye Teyran ve Melayê Cizîrî, Melayê Cizîrî ve Mîr Îmadedîn, Mela Mensûrê Girgaşî ve Melayê Bateyî arasındaki müşaareler en bilinenleridir.
16.ve 17. yüzyılları arasında yaşamış Feqi’nin eserlerine bakıldığında, onun tasavvufi konular başta olmak üzere kelam, hadis, fıkıh, felsefe, mitoloji, astronomi ve edebiyat alanlarında da bilgi sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Bazı şiirlerinde kullandığı aruz ölçüsü de onun medrese eğitimi aldığına işarettir.
Feqiyê Teyran gazel ve kasideleriyle birlikte birçok tarihi hikayesini de manzum olarak kaleme almıştır. Kendisinden sonra yaşamış olan Ehmedê Xanî, Mem û Zîn adlı eserinde Eliyê Herîrî ve Melayê Cizîrî ile birlikte Feqiyê Teyran’ın da adını zikreder.
Min dê elema kelamê mewzûn
Alî bikira li banê gerdûn
B’înave rûha Melê Cizîrî
Pê heyy bikira Elî Herîrî
Keyfek wê bida Feqîyê Teyran
Hetta bi ebed bimayî heyran
Çi b’kim ku qewî kesad e bazar
Nînin ji qumaşî ra xerîdar.
Ben o zaman manzum sözlerin bayrağını,
Dünya göğünde dalgalandırırdım.
Geri getirirdim Melayê Cizîrî’nin ruhunu,
Ve diriltirdim onunla Ali Hariri’yi.
Öyle bir sevinç verirdim ki Feqiyê Teyran’a
Ebediyete kadar kalırdı hayran.
Neyleyeyim ki pazarımız piyasamız oldukça kesat
Kumaşımızın malımızın alıcısı yoktur. (Mem û Zîn, Ehmedê Xanî, 2013: 42)
Feqinin eserlerindeki Sufi metafiziği kendisini hem vahdet-i vücud (varlığın birliği) hem de vahdet-i şuhut (görünenlerin birliği) şeklinde göstermektedir. Ona göre varlık birdir, her daim bir kalır ve ikilik imkansızdır. Onun varlığı hem evvelde hem de ahirde var olandır. Her yerde olan, herşeye gücü yeten, kudretli bir varlıktır. Bu ise Allahın varlığından başka bir şey değildir. Bu varlık ezelidir; çoğalma, bölünme, değişme, yenilenme kabul etmez.
Şiirlerinde göze çarpan özelliklerden biri de dünyevi ve ilahi aşkın yalın bir tarzda etkili olarak dile getirilmesidir. O doğa, kadın ve her varlığa ait olan güzelliği, mutlak gerçek olarak gördüğü Allah inancı ve sevgisinin yansıması olarak görür.
Feqiyê Teyran Kürt edebiyat tarihinde Senan Şeyhi, Bersisê Abid gibi eserleriyle tasavvufi öğelerin başat olduğu hikâyeler yazan ilk şairdir. Dil ve anlatımının süsten ve gösterişten uzak olması halkın şiirlerini kolaylıkla ezberleyip yeni nesillere aktarılmasını sağlamıştır.
Feqiyê Teyran, şiirlerinde bir divanı olduğundan bahsetmişse de günümüze ulaşan, bulunmuş bir divanı yoktur. Şu an bilinen Divan’ı ise ölümünden uzun yıllar sonra başkaları tarafından toplanmış bir araya getirilmiş şiir, kaside ve manzum türü eserlerden oluşmaktadır.
Sirru’l-Mehşer isimli eserin sahibi Feqe Reşîdê Hekkarî ve yine Bekir Begê Erizî gibi şairler de eserlerinde dili yalın ve süsten uzak kullanarak Feqîyê Teyran’ın izinden gitmişlerdir.
Fêqiyê Teyran’ın hikâye ve destansı tarzda olan eserleri arasında “Şêxê Sen’an, Bersîsê Abid, Kela Dimdim ve Zembilfiroş” manzumeleri bulunmaktadır. Bunların dışında ilahi ve dünyevi konularda yazılmış şiirleri de vardır.
Kimi yazarlar tarafından Feqiyê Teyran’a ait olduğu öne sürülen Qewlê Hespê Reş eseri kanaatime göre Eliye Heriri’ye ait olmakla birlikte farklı versiyonlarının Feqiye Teyran’da dahil kimi yazarlar tarafından yeniden ele alınarak yazıldığıdır.
M.Emin Zeki Bey, Celadet Bedirhan, Maruf Xaznedar Qewlê Hespê Reş eserinin Feqiye Teyran’a ait olduğunu yazmıştır. Abdullah Varlı ise eserin Ehmede Xani tarafından yazıldığını savunur. Tehsin Îbrahim Doskî bu eserin Mele Xalidê Zebarî’ye ait olduğunu bildirir. Qanatê Kurdo Kürt Edebiyat Tarihi kitabında M. B. Rudenko’nun verdiği bilgilere dayanarak, Aleksandır Jaba’nın bu eserin Eliye Heriri’ye ait olduğunu dile getirdiğini yazmıştır.
Feqiyê Teyran’ın 362 bentten oluşan Şêxê Sen’an Manzumesi H.1030/M.1621 yılında yazılmıştır. Bu hikayede inançlı bir şeyhin Ermeni bir kızla olan aşkı anlatılır.
Bu eser ilk kez Dr. Margarite Borisavna Rudenko tarafından Rusça çevirisiyle 1965 yılında Moskova’da yayınlanır. 1986 yılında Memo Yetkin tarafından Latin alfabesiyle Roja Nû yayınları arasında Stokholm’de basılır. Yine 1999 yılında M. Reşit Irgat tarafından Istanbul Kürt Enstitüsü yayınları arasından Istanbul’da yayınlanır. Kådir Fettâhî Kådî eseri Farsça’ya tercüme ederek Kürtçe metniyle birlikte yayımlamıştır. Bu hikaye ilk kez Feriduddin Attar tarafından Mantıku’t Tayr isimli eserde işlenmiştir. Feqiyê Teyran Feriduddin Attar’ın eseri Mantıku’t-Tayr’da geçen “Sîmurg” hikâyesine benzer tarzda “Şêxê Sen’an” hikâyesini manzum bir şekilde kaleme almıştır.
211 bentten meydana gelen Feqi’nin yazdığı Bersîsê Abid Manzumesinin konusu, Israilli Bersis’i gerçek ve mutlak olan aşktan uzaklaştıran yaşadığı mecazi aşk üzerinedir. Feqi bu manzumeyi sürükleyici bir dille aktarır bizlere. Bersîsê Abid eseri ilkin Ebdulreqib Yusif tarafından Hawkari gazetesinde ve daha sonra Nûserî Kurd dergisinde tanıtılır. Ebdulreqib Yusif bu eseri 2001 senesinde kitap olarak yayınlar.
Altmış beş dörtlükten ibaret Zembîlfiroş Manzumesi dünya nimetlerini bir kenara bırakıp sıradan bir hayat sürmeyi tercih eden sepet satımıyla geçinen evli bir Kürt gencinin ona deli divane gibi âşık olan güzel bir kadının sevgisine cevap vermemesini ve kadının ısrarlı davetine direnmesini konu edinir. Zembilfıroş destanı hem Muradhan Beyazîdî hem de Melayê Bateyî tarafındanda yazılmıştır.
Bu destanın ilk iki kıtası şöyledir.
Ey dil were disa bi coş
Carek ji cama mey binoş
Bêjim qisa Zembîlfiroş
Da seh bikin hîkayetê
Ey gönül yine coşkuyla gel
Bir kez iç şarap kadehinden
Söz edelim sepet satanın hikâyesinden
Ki dinleyesiniz bu hikâyeyi.
Zembîlfiroş lawek rewal bû
Bi kulfet û ehlî ‘eyal bû
Husneka Ûsif li bal bû
Heqq e rezzaqê qismetê.
Zembilfıroş genç bir delikanlıydı
Evli, barklı, çocukluydu
Yusuf’un gülyüzü onda vardı
Kısmetini veren Haktı.
Dimdim Kalesi Manzumesi 67 bentten meydana gelmiştir. Bu kale Biradost emirlerinden Emir Han Biradostî tarafından Dımdım dağı yakınlarında kurulmuştur. Bu destan Kürtler ile Safevi Şahı Abbas arasında gerçekleşen savaşı anlatır. Dimdim Kuşatması Doğu Kürdistan’da Urmiye Gölü çevresinde Bradost bölgesinde bulunan Dimdim adı verilen kalenin etrafında gerçekleşir. Kürtler bu savaşta kahramanca savaşırlar. Bu olay destansı bir tarzda yüzlerce yıl sözün ve sesin taşıyıcısı dengbejler tarafından nesilden nesile aktarılmıştır. Kimi yazarların aksine M. B. Rudenko bu eserin Feqiye Teyran’a ait olmadığı kanaatindedir.
Aleksandır Jaba[20] ve Abdulreqip Yusuf Müslümanların yenilmek üzereyken Hz. Ali sayesinde üstünlük sağladığı savaşın anlatıldığı Sîsebân Hikayesinin de Feqiye Teyrana ait olduğunu bildirir. Feqi dışında birçok yazara nispet edilen bu hikayenin, günümüzün yaygın kanaatine göre Şêx Xalidê Zebarî tarafından yazılmış olabileceğidir.
Dünyevi aşkı Feqiyê Teyran kadar tutku dolu anlatabilecek çok az halk şairi vardır. O divan edebiyatının seçkinci, halkı küçümseyici yol ve yöntemlerine bağlanmamış, yoksul ve topraksız köylülüğün ruh ve duygu dünyasını şiirlerine aktarmıştır. Üstelik eserlerinde kadın güzelliğini doğadaki benzetmelerle ustaca dile getirmiştir.
Bêk`êf kirim zilfê du reş,
Biskê siyah, zilfêd qemer,
Eşq û muhbeta min li ser,
Wêran ezim, malim xirab.
Keyifsiz eyledi beni kara zülüflerin
Siyah saçların, esmer zülüflerin
Aşk ve muhabbetin mi cezbediyor
Viran olup evi yıkılan benim.
Kürt tasavvufi halk edebiyatının ilk temsilcisi olan Feqiyê Teyran’ın şiirlerinde yer alan Vahdet-i Vücud anlayışını kimi şiirlerinde günlük, yaşanan aşk ile birlikte görürüz.
Lew işq û mehebbet ismek in
Aşiq û me’şûq cismek in
Herdu di hev da qismek in
Şêxek di vê me’nê de tê.
Çünkü bir isimdir aşk ve muhabbet
Tek bir bedendir Aşık ve maşuk
Her ikisi iç içe bir parçadır
Bir şeyh bilir sadece anlamını.
Celadet Bedirhan bir makalesinde onun Mir ailesinden geldiğini yazmıştır. Celadet’e dayanan birçok yazar da aynı şeyleri tekrarlamışlardır. Bazı yazarlar işi fantastik boyutlara vardırarak Feqi’nin sınıf intiharı yaparak yoksul bir hayat sürdürmeyi tercih ettiğini belirtmişlerdir.
Evet Şerefnameye göre Müküs Mîri Evdal’ın, Ahmet ve Muhammed adında iki oğlu bulunmaktadır. Mir Evdal’ın ölümünden sonra yerine oğlu Mîr Ahmet geçmiştir. Zira Şerefhan Bitlisi, Muhammed’in mirlik yaptığıyla ilgili bir bilgi paylaşmamıştır.
Fakat elimizde Feqi’nin mir ailesinden olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Ayrıca Feqi’nin isminin Muhemmed olması da onu mir ailesinin bir üyesi yapmaya yeterli değildir. Varsayalım bir şiirinde Mir Muhammed mahlasını kullanmış olsun, bu mahlas bile tek başına onun mir ailesinin üyesi olduğuna dair bir kanıt olmaya yeterli olmayacaktır çünkü her mahlasın gerçeği yansıtmayacağı açıktır.
Daha da önemlisi ona ait olduğu belirtilen şiirlerin kaç tanesinin orjinal nüsha ya da kaç tanesinin sonradan farklı şahıslar tarafından derlenerek yazılmış nüshalar olduğunu ve hangilerinin gerçekte Feqiyê Teyran tarafından yazıldığınıda bilmiyoruz. Derlenen eserlerin titizlikle incelenmesi ve var olan nüshaların üzerindeki şüphelerin işin uzmanları aracılığıyla giderilmesi gerekmektedir.
Feqiyê Teyran hem Cizre Suyu’nun Ördeği şiirinde hem de aşağıda çevirileriyle sunacağım Muhacır- Göçmen adlı şiirinde Celadet Bedirhan ve diğer yazarların Mirlik iddialarına bizzat kendisi cevap vermiştir.
Ne ji mîran im
Ne xan im
Muksî yim
Bê xan û man im.
Ne Beylerdenim
Ne bir Han’ım,
Müküslüyüm
Yok evim barkım. (Feqiyê Teyran, Ordeka Ava Cizîrê.)
Feqiyê Teyran Kürt egemen sınıflarının şairi değildir. Kendisi gibi zor koşullarda yaşayan emekçi köylülüğün güçlü ve mütevazi kalemi olmuştur. O da bütün diğer Tasavvufi Halk Şairleri gibi derdini sade, anlaşılır, akıcı bir dil kullanarak anlatmayı tercih etmiştir. Eserlerini halkın günlük konuşma diliyle yazmıştır. Öyle ki Kürtçe bilen herkes kolaylıkla onun dilini anlayabilmiştir.
Kürt beylerinin idaresi altında baskı ve haksızlık gören yoksul halkın yanında durarak sınıfsal ve siyasal tercihini ezilenlerden yana belirlemiştir. Onun Göçmen adlı şiiri bu gerçeği apaçık ortaya koymaktadır.
Ez dengbêj im hatim vira
Heta hebin dengê Mîra
Ez ê binivîsim ser kaxeta
Ne diçim dêra ne mizgefta.
Dengbêjim buraya geldim.
Beylerin sesi var oluncaya dek
Yazacağım kağıtlara
Ne kiliseye gideceğim ne de camiye.
Çolê bimînim ez bêcil
Ez ê bikim hewar û gazî
Çiqas bimînim hêsîr û tazî
Dil ji halê wan dilerizî.
Çölde çırılçıplak kalsam.
İnleyip bağıracağım
Ne kadar yoksul ve tutsak kalsam,
Yüreğim onlar için titreyecek.
Qederê bê rojek diyar
Ê bê gotinê navê min ê jar
Metha bidin car bi car
Lawê bêjin bi kitêb û zar.
Kader elbet birgün güler,
Söylenir benim de zavallı adım,
Bazı bazı övgüler dizilecek,
Çocuklar okuyup yazarak söyleyecek.
Ê derbas bin rojên xefûr
Ê bên rojên qenc ên kibir
Xwe ra bikin ra û tevdîr
Hêsîr nebin ber zilma mîr.
Acılı günler geçecek,
Gelecek onurlu, güzel günler.
Bu sözlerimi rehber bilin,
Tutsak olmayın Bey zulmüne. (Feqiyê Teyran, Muhacir – Göçmen Şiiri)
Feqiyê Teyran kendisini masum, günahsız kuşların talebesi, yoldaşı olarak görmeyi tercih etmiştir. Dönemin toplumsal siyasal sorunlarına duyarsız kalmamış tavrını yoksul emekçi sınıflardan yana koymuştur. Tasavvufi alçakgönüllük ve bilgiye vakıf sıradan yaşamıyla iç huzurunu bulmaya çalışan hem aşk ateşinde yanan hem de Allah inancıyla dünya dertlerine tahammül etmeye çalışan çok yönlü bir şair ve inanç adamıdır Feqiyê Teyran.[1]
Occo Mahabad