İslam Ümmetinin Yetimleri Kürtler
Fehmi Şinnavi
Istanbul
Şura Yayınları
1997
[1]
Bu kitabı neden yazdım? Şuna hiç kuşku yok: Kürt sorunu oldukça karmaşık, riskli ve yakıcı bir sorundur. Bu soruna bir şekilde eğildiğiniz veya soruna ilişkin konuşmaya-yazmaya başladığınız andan itibaren Irak, Türkiye, Iran, Suriye ve Bağımsız Devletler Topluluğu (eski SSCB) gibi bölge ülkelerinin tepkileriyle karşı karşıya gelirsiniz. Sorun karşısında duyarsız ve suskun kalmayı tercih ederseniz, bu durumda da hem Kürt halkına, hem de apaçık gerçeklere ve hak ölçülerine ihanet etmiş olursunuz. Üzülerek belirtmek isterim ki, sayıları bir buçuk milyarı bulan Müslüman topluluğu Kürt sorunu karşısında duyarsız ve suskun kalmaktadır. Gerçekte üzücü olan bu durum aynı zamanda Müslüman ümmetin sahici anlamda henüz varolmadığına da bir delil teşkil etmektedir. Çünkü biz biliyoruz ki, Müslüman kişi veya ümmet, her zaman ve her yerde hakkın yanında olur, haklıyla omuz omuza vererek batıla ve zulme karşı savaşım verir. Suskunluk, duyarsızlık ve çaresizlik gibi eğilimler, hakka ve hakikate karşı bir ihanet anlamına gelir. Bu başlı başına bir yıkım ve felakettir zaten...... Tarihi kaynaklarda Zerdüşt olarak adı geçen ulu kişinin gerçekte Kürt asıllı olduğu, sonradan İran'a geçerek Sasani devletini İranlılarla birlikte kurduğu belirtilmektedir. Kendi adıma ben açıkça şunu söylüyorum: Bizler bütün sorunları hiç çekinmeden ve korkmadan açık yüreklilikle ortaya koymalıyız. Haklıdan ve mazlumdan yana olmalıyız. Adaletten asla ayrılmamalıyız. Adaletten ayrılmamak koşuluyla pekala bugün ortaya koyduğumuz bazı görüşlerimizi yarın şartlar değiştiğinde değiştirebiliriz. Bunda da hiç bir sakınca görmediğimi özellikle vurgulamak istiyorum. Bu kitabın asıl amacı; mazlum-Müslüman Kürt halkının sorunlarını yalın ve objektif bir şekilde İslam ümmetinin gözleri önüne sermektir. Dahası ve en önemlisi, bu ezilmiş ve horlanmış mazlum halkın sorunlarını bütünüyle hak ve adalet ölçüleri içerisinde kalarak konuşmak ve tartışmaktır. Unutmamak gerekir ki, İslam, iman ve adalet ilkeleri olmaksızın ayakta duramaz. Müslümanlar arasında adalet ilkesi yok olup gitmişse, zaten Müslümanlıktan da söz etmek mümkün olmaz diye düşünüyorum. Adalet ilkesi, Müslüman bireyler ve topluluklar arasında bir eşitliğin, bir uyumun ve dengenin sağlanmasını emreder. Kur'an-ı Kerim'de köle ile efendinin namaz, oruç, hac ve benzeri ibadetlerde bir ve eşit tutulduğunu görmez misiniz? Alış-verişten tutunuz da evlilik, yemek-içmek vb. işlere varıncaya kadar İslam'ın toplumsal ilişkilerde Müslüman olan ile olmayan arasında adaletle hükmettiğini bilmez misiniz? Aziz Peygamber'in bu konuda ortaya koyduğu ölçü gayet nettir: Aleyhinize dahi olsa adaletten ayrılmayınız, adil olunuz. Çünkü adalet, İslam'ın özüdür, mülkün de temelidir. Bir devlet kafir bile olsa adalet sayesinde ayakta durabilir, ama Müslüman bile olsa adaletten yoksunsa yıkılmaya mahkumdur. Bu kitap, adaleti ayakta tutmak için girişilen küçük bir çabadır sadece....... Biz sadece adaleti esas alarak soruna ilişkin bir perspektif sunmaya ve temel hatırlatmalarda bulunmaya gayret gösterdik. Ümmetin bu konularda kafa yormasını sağlamak için kapıyı aralamaya çalıştık. Bu kitabın adalete giden yolda bir ilk adım olmasını içtenlikte diliyorum. Çünkü Peygamber bir hadisinde şöyle buyuruyor: Bir tek saati adaletle geçirmek, altmış yıllık ibadetten daha hayırlıdır........... Bu kitap vesilesiyle Kürtler konusunda yaptığım savunma, bir avukatın herhangi bir davada yapmak zorunda olduğu savunma biçiminde algılanmamalıdır. Bu yanlış olur çünkü. Ben bir Kürt değilim, Kürtlerin kendilerini savunmam için tuttukları bir avukat da değilim. Ama hemen belirtmek zorunda olduğum bir gerçeklik vardır. O da, Kürtlerin yüzlerce-binlerce kez savunulmayı hak ettikleri gerçekliğidir. Ama ben bu kitabı sırf onları savunmak için yazmadım. Ayrıca bu çaba benim gücümü aşan bir çabadır. Bir kez daha vurgulamak isterim ki, benim bütün amacım ve çabam; hakkın ve adaletin üstün gelmesidir, hakkın ve adaletin bu konuda tecelli etmesidir. Yoksa sıradan bir avukatlık değildir niyetim. Kürtlerle çok sıkı diyaloglara giriştiğim yıllar, benim Kuzey Irak'ta Musul Tıp Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalıştığım yıllara denk düşer. O zaman dikkatimi çekmişti: Görevli olarak bulunduğum fakülte, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgede faaliyet gösteriyor olmasına rağmen bu fakültenin bir tek Kürt öğrencisi vardı. Buna rağmen Tıp Fakültesi'nin hastanesinde yatan hastaların en az dörtte üçü Kürt kökenliydiler. Benim Kürt hastalarımla olan iletişimimi işte bu Kürt öğrenci sağlıyordu. Koskoca fakültede bir tek Kürt öğrencinin bulunması bu açıdan işime çok yaramıştı. Ama bu öğrenci dış görünüşünden de rahatlıkla anlaşılabileceği üzere çok yoksul bir ailenin çocuğuydu. Bir Kürt bölgesinde, hastalarının büyük bir çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bir Tıp Fakültesi'nde bir tek Kürt öğrencinin okuyor olması, gerçekten beni çok düşündürdü. Bu gerçekliği apaçık gördükten sonra Kürtlerin bu ümmetin yetimleri olduğu sonucuna vardım. Bence Kürtlerin zengin yeraltı ve yerüstü kaynakları aynı dini paylaşan kardeşleri tarafından ne yazık ki hak ve hukuka aykırı bir biçimde gasp edilmiş veya başka zümrelere devredilmiştir. Bütün bu gerçeklikleri kendi gözlerimle müşahede etme imkanı buldum. Günün birinde çok sevdiğim ve değer verdiğim dostum Hüseyin Aşur'a, yayınlanması için sunduğum İslam: İslam Ümmetinin Yetimleri başlıklı makalemde bu görüşlerimi açıklıkla dile getirdim. Ama bu makalem nedense İslam dünyasında büyük bir sessizlikle karşılandı ve açıkçası önemsenmedi. Ama Ermeniler konusunda yazdığım bir makale hayli tartışmalara ve eleştirilere neden oldu. İşte o zaman daha iyi anladım ki, İslam dünyası büyük bir gaflet içinde bulunmaktadır. Müslümanlar uyumaya devam ederken karşı taraf gayet uyanıklıkla gelişmeleri izlemekteydi. Bu örnek olaydan sonra Kürt sorununa bakış açımda daha bir değişiklik oldu diyebilirim. Hiç kuşkusuz sorun, sadece hakları zorla ellerinden alınmış bir yetimler topluluğu sorunu değildir. Bence sorun, çok daha büyüktür. Kim ne derse desin, bence sorun, hak ve batıl meselesidir. Biz biliyoruz ki, bütünüyle (kaideyi bozmayan gurupcuklar) Müslüman olan bir tek kavim vardır. O da Kürtlerdir. Arap kavmi öyle değildir. Araplar laik, hristiyan ve yahudi düşüncelerinden etkilenmişlerdir, oysa Kürtler harici düşüncelerden etkilenmemişlerdir. Tarihsel bir gerçekliktir bu. Kürtler hiç kuşkusuz dürüst ve saf Müslümanlardır. Dahası, onlar İslam mızrağının da başıdırlar. Kürtler, 14 asırdan bu yanadır İslam kimlikleri konusunda taviz vermemişlerdir, hep İslam üzere kalmışlardır. ......... Kanımca, Kürtlerin İslam tarihine ve İslami mücadeleye sunduğu katkılar, öbür toplulukların sunduğu katkılardan ayrı değerlendirilmelidir. Çünkü Kürtler mücadeleye sadece sözleriyle ve mallarıyla değil, hemen her zaman bedenleriyle-canlarıyla katılmışlardır. Selahaddin Eyyubi'nin mücadele tarihi buna en güzel örneklerden birini oluşturmaktadır mesela. Peygamberin vefatından hemen sonra (bazı) Arapların dinden çıktıkları, hilafeti Süfyanoğulları eliyle saltanata dönüştürdükleri, dahası ve en acıklısı, Haçlı savaşlarında dünyevi menfaatlar karşılığında bir grup oluşturup Selahaddin'e karşı alçakça savaştıkları bir gerçek değil midir? Halbuki Selahaddin Sibirya'dan ve Kafkasya'dan gelen ezilmişlerle-kölelerle bir olup İslam davası için göğsünü siper etmişti. Araplara gelince, onlar kişisel kaprislerinden ve anlaşmazlıklarından ötürü çok kısa bir süre içerisinde Endülüs'ü bile elden çıkarmışlardı. Yahudiler bizim amca çocuklarımızdırlar, onlarla gurur duyuyoruz. deyip Filistin davasına ihanet eden Faysal bin Hüseyin bin Ali'leri unutmak mümkün mü? İşte bugün gözümüzün önünde bir Arafat gerçekliği durmuyor mu? Arafat, siyonistleri memnun etmek için tıpkı bir tilki gibi sağa-sola koşuşturup duruyor. Bu davranışıyla açıkça Filistin davasına hakaret ediyor. Tekrar belirtiyorum: Bu kitap sadece Allah rızası için kaleme alınmıştır. Kürtlerin avukatlığını yapmak üzere yazılmamıştır. Ama amacımız, Kürt sorununun hakkaniyet ölçüleri içerisinde tartışılarak bir çözüme kavuşturulmasını sağlamaktır. Bu yönde atılmış bir adım olarak telakki edilmelidir bu çalışmamız. Hepimiz hakkın ve haklının yanında yer almalıyız. Hak ölçülerini kendi ellerimizle yıkmamaya azami gayret göstermeliyiz. Özellikle biz Müslümanlar, hakkın temsilcileri olmalıyız diyorum.[2]