Serhat Öyküleri/Çîrokên Qersê kitabında bir bölgeye, hatta bir kente dair öyküleri anlattım. Yaşadığım bölge o kadar bakir ki, öyküsü, destanı, romanı yazılmamış, filme çekilmemiş, tiyatrosu yapılmamış. Tarihi hafıza da her geçen gün yaşlılarımızın ölmesiyle birlikte yok oluyor. Burada müthiş bir malzeme var ve ben bu malzemeyi görmezlikten gelemezdim.[1]
999'da HADEP Kars merkez ilçe başkanlığına seçildi. Bu görevi, parti kapatılana kadar sürdürdü. Ardından, 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde Dağpınar Beldesi belediye başkanlığını kazandı. 2009 yerel seçimlerinde Demokratik Toplum Partisi’nden tekrardan Dağpınar belediye başkanlığına seçilen Erkmen, 2011 yılı sonunda belediye başkanıyken tutuklandı. 7 yıl tutsak kaldıktan sonra, Aralık 2018'de serbest bırakıldı.[1]
Erkmen’in, Kars’ın çok sevilen avukatlarından olan Av. Abdurrahman Alaca’nın yazdığı şiirlerinin de olduğu Edo Dêran isimli biyografi çalışması, Şev û Deng adlı bir şiir kitabı var.
Ayhan Erkmen ile yakın zamanda yayınladığı Çîrokên Serhedê/Serhat Öyküleri isimli öykü kitabı üzerine konuştuk.
Uzun süredir Serhat’ta öykü anlatıcılığı ve dengbêjlik alanında çalışmalar yürütüyorsunuz. Öncelikle bu fikir nasıl ve nereden gelişti?
Ezilen, kültürü yok sayılan, dejenere edilen toplumlar bence sözlü kültürlerini diri tutmalı, bunu yazıya ve görsele dökmeliler. Kürtçe üzerindeki baskılar ve yasakların sürmesi ve Kürtçe'nin eğitim dili olmaması nedeniyle Kürtçe çok ciddi sıkıntılar yaşıyor.
Geçen hafta bile Elazığ Cezaevi’nde tutulan Leyla Güven ve arkadaşlarına Kürtçe stranlar söyledikleri için ‘bilinmeyen dilde şarkı söyledikleri’ gerekçesiyle disiplin cezası verilmiş. Dilimiz buna benzer birçok durumla karşı karşıya.
Çil Osman öyküsünün yaşadığından bahsetmek istiyorum. Çil Osman öyküsünü yazar Baran Fundermann kültürel kodlarına bağlı kalarak Türkçe roman formatında yazmış. Başka biri ise kültürel kodlarını görmezlikten gelerek, kısa masal formatında yine Türkçe yayınlamış. Kendi coğrafyamızın öyküsü, başka bir yazar asıl dilinde yazmadığı için içi boşaltılarak, kültür dejenere edilerek ve Kürt kimliğinden soyutlayarak yazılmış. Biz kendi öykülerimizi yazmazsak, anlatmazsak bu son yüzyılda yaşanan yaşanmışlıklar da dahil başkaları kendilerince yazar.
Bu durumun böyle olmaması adına ciddi emek verenler var. Sonsuz takdir ve teşekkür ediyorum. Sanki sadece ben yapıyormuşum havası yaratmayayım. Ben bu yapılan çalışmalar içerisinde bir damlayım. Çok ciddi çalışmalar, öykü derlemeleri var. İnsanlar çok ciddi emekler de veriyor. Fakat bunun okunması, dinlenmesi, izlenmesi, sahiplenilmesi de gerekiyor. Toplum da bu anlamda sahip çıkmalı. Aksi halde bize çokça başka öyküler anlatılıyor. Gün boyunca çokça negatif enerji aksettiriliyor. Televizyonundan tutun reklamına, oradan tutun radyosuna, radyosundan tutun da cep telefonundaki herhangi bir görselle ciddi bir dejenere etme durumu var. İşte bu geleneksel öyküler yahut da toplumsal yaşanmışlıklar, toplum hafızasını anlatılması bu negatifliğin de dezenformasyonun da önüne geçmiş oluyor.
Bahsettiğim çîrokbêj ve dengbêjleri bu coğrafyada, Serhat’ın bir köyünde dinledim. Onlara olan borcumu da yerine getirirken onların gözlerinin değdiği mekânlardaki öyküleri anlatmak istedim, ama benim heybemde sadece Serhat öyküleri yok. Rojhilat’tan da, Başur’dan da var.
Toplumsal belleği diri tutmak için bu gibi çalışmaların önemi çok açık. Sizce ezilen ve statüsüz halklar için toplumsal bellek neye tekabül eder ve onu neden diri tutmalıyız?
Son yaptığım öykülerden olan Qaçax Nebi'den bahsetmek istiyorum. Qaçax Nebi, 1800’lü yılların sonunda Kafkasya’da yaşayan bir yiğit. Kafkaslar’ın İnce Memed’i diye düşünün. Qaçax Nebi, yiğit olduğundan dolayı kendi halkına da diğer halklara da sahip çıkıyor. Yine o topraklardakiler de bu yiğidi sahipleniyor. Kardeş halklar, Terekemeler, Karapapaklar, Azeriler bu yiğit üzerine türküler, ağıtlar yakmış, filmini çekmiş, öyküsünü yazmış, ama hiçbirinde Qaçax Nebi’nin Kürt olduğunu söylememişler. Bu, Qaçax Nebi’ye yapılan hakarettir aynı zamanda.
Ben Qaçax Nebi’nin yiğitliğini anlatırken, o görmezden gelinen yanını da, kimliğini de anlatmaya çalıştım. Bu yiğidin benim yaşadığım toplumun içinden çıktığını, ama tüm toplumları kucakladığını söyledim, söylemek istedim. Qaçax Nebi, sadece ezilen Kürt'e sahip çıkmamış, Ermeni’ye, Gürcü’ye, Terekeme’ye, Azeriye yapılan baskıya karşı da baş kaldırmış biri. Böyle bir yiğidin çıktığı bir halkın kültürünü yasaklarsanız onun ruhunu da incitirsiniz diye düşünüyorum.
Geçen sene Mem Mukriyanî'nin de Lîstikên Gundê Tizyanê adlı bir derleme kitabı çıktı. Seyda Goyan'ın yerel kültüre dair birçok çalışmaları var. Yine son yıllarda birçok araştırmacı ve yazarın Kürdistan'ın farklı yerlerinde daha dar coğrafyalara dair folklor çalışmaları arttı. Siz de Serhat'a dair çalışmalar yapıyorsunuz. Dolayısıyla yerel hafızaya yönelişte bir artış var. Bunu nasıl okumalıyız?
Serhat Öyküleri/Çîrokên Qersê kitabında bir bölgeye, hatta bir kente dair öyküleri anlattım. Şu an başka bir bölgede yine öykü çalışması yürütüyorum. Yaşadığım bölge o kadar bakir ki, öyküsü, destanı, romanı yazılmamış, filme çekilmemiş, tiyatrosu yapılmamış. Tarihi hafıza da her geçen gün yaşlılarımızın ölmesiyle birlikte yok oluyor. Burada müthiş bir malzeme var ve ben bu malzemeyi görmezlikten gelemezdim.
Bahsettiğim çîrokbêj ve dengbêjleri bu coğrafyada, Serhat’ın bir köyünde dinledim. Onlara olan borcumu da yerine getirirken onların gözlerinin değdiği mekânlardaki öyküleri anlatmak istedim, ama benim heybemde sadece Serhat öyküleri yok. Rojhilat’tan da, Başur’dan da var. Amed’ten anlatırken Dersim’den, Mardin’den, Cizre’den de anlatıyorum. Fakat kitaplaştırırken biraz da birlikte çalıştığımız yayınevlerinin ya da toplumun talepleri doğrultusunda hareket ettim.
Örneğin bu kitabı iki dilde yazdığımdan dolayı birçok kişi Kürt edebiyatını Türkçe’ye çevirerek, yazarak kötülük ettiğimi söyleyerek tepki de gösterdi. Bu öyküler geleneksel öyküler değildi, son yüzyıldaki yaşanmışlıklardı. O yaşanmışlıklar, anlatılanlar üzerine benim öyküleştirmelerimdi ve ben içinde yaşadığım Kars toplumunun kimliğinin zenginliğine binaen öykülerimi Türkçe ve Kürtçe yazdım.
Bir ressam arkadaşımız, Hilal Karahancı, 16 resim çizdi. Bir fotoğrafçı arkadaşımız, Birkan Çelik, 16 fotoğraf ve kapak fotoğrafı çekti. Şu anda Serhat’ın başka bir bölgesinde öykü derleyerek çalışma yürütüyorum. Bu çalışma sadece Kürtçe yayınlanacak. Hem talep o yöndeydi hem de toplumsal yapıda sadece Kürtlerden oluştuğu için kitabı sadece Kürtçe yayınlayacağız[1].
Toplumsal hafızaya dönük bir çalışma yürütüp bir eser ortaya çıkardınız, ancak bunu dar bir coğrafyayla sınırlandırdınız. Hafıza ve mekân ilişkisi çerçevesinde bu tercihinizin sebeplerini anlatır mısınız?
Dediğim gibi, bu fikrin çıkmasının sebebi bir ahde vefa göstergesidir. Dengbêj ve çîrokbêjlerin bu çalışma üzerinde ciddi emekleri vardı, ondan dolayı yola çıktı. Dengbêjlk bölgede hâlâ diri olmasına rağmen, çîrokbêjlik ne yazık ki git gide kaybolmuş, yitirilmiş. Halbuki bize anlatılan çîroklarda toplumsal hafızamız, tarih, gelenek ve görenek vardı. Çîroklar aslında toplumumuzun gen yapısı. Orada toplumumuzun, mertliğini yiğitliğini, sevgiyi, adanmışlığı, hak arayışını görebilirsiniz. Bu anlatılmayınca ya unutuluyor ya da maalesef birçok çîrokumuz deforme de ediliyor. İşte biraz da arayışım o.
Bu öyküleri, kendi dillerinde ve kendi anlatıldıkları kültürel motife bağlı kalarak anlatmaya çalışıyorum. Yaparken de sadece geleneksel öyküler anlatmıyorum, bazı dengbêj stranları var ve onların arkasındaki öyküleri de dile getiriyorum. Son yüz-iki yüzyıldır yaşanmışlıkları duyuyorum. Aileler, kişiler yaşadıklarını anlatıyorlar, aktarıyor ben de onları öyküleştirerek anlatıyorum. Ve bunu yaparken de dinlediğim o klasik öykü formatına bağlı kalmaya çalışıyorum. Çünkü o öykü formatı bana büyük bir keyif veriyor.
Dengbêjlk bölgede hâlâ diri olmasına rağmen, çîrokbêjlik ne yazık ki git gide kaybolmuş, yitirilmiş. Halbuki bize anlatılan çîroklarda toplumsal hafızamız, tarih, gelenek ve görenek vardı. Çîroklar aslında toplumumuzun gen yapısı.
Bu aynı zamanda Kürdistan'ın kültürel zenginliğinin de göstergesi. Kürdistan'da bir köyün bile komşu köyden farklı kültürel unsur ve ürünler oluşturabilmesinin altındaki gerekçe veya gerekçeler nelerdir?
Gittiğim bazı köylerde taşın, ağacın, yaşayan her insanın bir öyküsü var ve bu öyküler dokunaklı.
Digor’un bir köyü olan Nexşiwan'da (Kocaköy) son yüzyıldaki yaşanmışlıklara dair 4 öykü derledim. Bir köyde bir öykü yazdık, sonra başka bir aile kendi büyüklerinin yaşanmışlıklarını anlattı ve başka bir öykü çıktı. O öykü başka bir öykünün kapısını araladı. Devam etmiş olsaydım belki Nexşiwan'da 10 öykü çok rahat çıkarırdım.
Selim ilçesinin bazı köylerinde birkaç öykü çıkardım. Çünkü yazılmamış, görülmüyor. O toplumda yaşayanlar da aşina olduğundan dolayı kendi topraklarındaki hazinenin farkında değiller. Müthiş bir cevher var, dokunmanız, dinlememiz ve onu yazıya dökmeniz, aktarmanız yetiyor. İnsanlarda gerekli etkiyi, izi bırakıyor.
Öyle ki, Moskova’da yaşayan Xidirê Rizoyê Gogê kendi ailesinde 100 yıl önce yakılan 5 stranı seslendirdi. Öykülerini benimle paylaştı. O öyküleri düzenledim ve video öykü formatında yayınladım, yazıya da döktüm. Ailesi, büyükleri 1918 yıllarında Serhat’tan Ermenistan tarafına sürgün gidiyorlar. Xidirê Rizoyê Gogê de Moskova’da yaşıyor. Ama dediğim gibi onların tek bir ailesinden 5 öykü çıktı. Bu coğrafya böyle bir zenginlik.
Daha özele indirgersek, Serhat bölgesindeki folklorü Kürdistan'ın diğer bölgelerinden farklı ve özgün kılan sebep ve koşullardan bahseder misiniz biraz?
Serhat bölgesindeki folkloru zengin kılan sebep çok kültürlü yapısı. Kars’ta 1900’lü yılların başına kadar insanlar 28 ayrı dil ve lehçeden stran söylüyor, halay çekiyor, öykü anlatıyor. Birbiriyle anlaşıyor. Müslümanlık, Hırıstiyanlık ve bunların farklı mezhepleri, Êzîdîler, Malakanlar yaşıyor. Bunların hepsi bir zenginlik ve bu, yüzyıl sonra hâlâ anlatılan anılarda yaşıyor.
Bazı öykülerimde bir Êzîdî Kürt ile bir Müslüman Kürt’ün kirveliği yahut bir Kürt ile bir Ermeni’nin, bir Ermeni ile bir Türk’ün kirveliğini anlattım. Bu kirvelikten kaynaklı birbirlerine karşı ne kadar bahtlı olduklarını dile getirdim.
Ermeni olan Muguç, Ermeni bir grubun Ani’nin bir köyünde yaşayan Sunni Kürt’ün yaşadığı yere saldıracağını duyunca kirvesi olan Daşdemir’i uyarıyor ‘Buradan kaçın gidin, yoksa katledileceksiniz’ diyor. Bu vefa, bu baht, müthiş bir duygu. Birilerinin bilerek ve kendi ideolojik dar beyin yapısına inanarak yarattıkları haklara karşı bu kardeşleşmenin, vefanın, bahtın öykülerini anlatmak, örnekleri çoğaltmak, o hafızayı diri tutmak gerekiyor. Bu toplumsal kardeşleşmenin, barışın da yolunu açacaktır. Ben buna inanıyorum.
Bakıyorsunuz aynı ağıt hem Ermenice hem Türkçe hem Kürtçe yakılmış. Aynı stran, aynı öykü de keza öyle. Tek bir öyküde bu halkların hepsinden kahramanlar var. Ve hepsi birbirine karşı vefalı. Benim öykülerim vefa öyküleri, kardeşleşmenin, sevdanın, yiğitliğin öyküleri…
Serhat dengbêjliğinde coğrafi konumundan ötürü başka toplumlarla sıkı bir ilişkilenme olduğu ve birbirini beslediği açık. Kürdistan'ın birçok coğrafyasında birlikte yaşayan kimliklerde bu benzerlikleri görmek de mümkün. Çalışmalarınızdan yola çıkarak bu benzerliklere dair neler söyleyebilirsiniz?
Şu an bir dengbêj ve öykü antolojisi için Patnos, Malazgirt, Karaçoban ve Karayazı'da saha çalışması yapıyorum. Sebebi ise, buraların dengbêj kültürünün beşiği olması.
Bu çalışma teklifi bana Patnos Belediyesi’nden geldi. Ev ev, köy köy, ilçe ilçe dolaşıyorum. Hepsini hem görsel olarak kayıt altına alıyor hem de yazıya döküyorum. Dengbêjleri saydığınızda herkes Evdalê Zeynikê’yi, Reso'yu, Şakiro’yu anıyor, söylüyor. Ruhları şad olsun, onlar bizim için müthiş değerlerdir. Ama örneğin Bulanık’ta Gûnde Xelê’de Ferzê, Malazgirt’in Dugnig köyünde Siloyê Gûlê, Patnos Aktepe köyünde Filîtê Aktepe, Patnos şehir merkezinde yaşayan 89 yaşındaki dengbêj Evdilhekîmê Daydokê bir ekoldür dengbêjlikte. Gençliğinde 500 stran biliyormuş.
O dengbêjlerden biri Nuriyê Meter’dir. Nuriyê Meter, gördüğü rüyalardan ilham alarak stranlar yapmış, ben de bu rüyanın ve stranın öyküsünü yazdım. Meter, bir rüyasında Bitlis’te 1914’te idam edilen Şêx Şabettin’i görüyor ve ona dair stran yapıyor. Ve ben bunu topluma sunuyorum.[1]
Siyo ile Zelixa'nın öyküsü
Beni en çok etkileyen öykülerimden birisi belki doğduğum köyden yaşandığından dolayı, Siyo ile Zelixa’nın öyküsüdür.
Acı olay 1900’lü yılların başında Pazarcıx’da yaşanmış. Beş kardeşin ortancası Siyo, komşu köyden Zelixan ile evliymiş. Zelixan ay parçası, uzun boylu, kumral ve yeşil gözleri ile aşiretin en güzel kadınıymış. Siyo da dağ gibi bir adam.
Evliliklerinin onuncu yılı olmasına rağmen çocukları olmaz. Kardeşleri, çocukları olsun diye Siyo’yu yeniden evlendirmek isterler, ama Siyo, Zelixan’a [1]kıyamadığından razı olmaz. Ailedekiler, Siyo’nun neden razı olmadığını anladıklarında, Zelixan’ı sıkıştırmaya başlarlar. Öyle acı laflar ederler ki, Zelixan canından bezer, yüreğine taş basıp, Siyo’ya rica eder. Siyo yok demesine yok der, lakin Zelixan’ın üzülmesinin önüne de geçemez. Kendini yiyip bitiren Zelixan, dert olur Siyo’ya ve derken dağ gibi adam yekten erimeye başlar, yataklara düşer, yemeden, içmeden kesilir, ateşler içinde yanar, öksürük içini parçalar, kanatır, gözlerinin akına kadar sapsarı kesilir. Hastanenin, doktorun olmadığı zor zamanlardır. Gelen hekimler kara sarılık derler.
Bir gün Zelixan ile odada yalnızlarken, dışarıdan kadınların kavga sesi gelir. Siyo sebebini sorar. Zelixan cevap veremez, ağlar. Siyo, kavganın sebebini bilmektedir. Gelinler, ölümden sonra Zelixan’ın hangisine kuma olacağının kavgasını etmektedir. Bu ölümden beter kahreder onu. Karar verir. Ölmeden önce, tüm karşı koymalara rağmen, Zelixan’ı baba evine gönderir. Zelixan’ın gittiği günün gecesi ağırlaşır ve sabaha doğru saat üçte ruhunu teslim eder. Siyo’nun eriyen bedenini soğuk teneşire yatırırlar. Aşağıdan bir atlı girer köye. Gelen Zelixan’ın yeğenidir. Kara haber getirmiştir. Zelixan da baba evinde gece saat üçte ölmüştür.