Baraj yapımının en temel amacı hafızayı yok etmekti. Biz sadece bir göç hikayesi sunmak yerine “hafıza kaybı hastalıkları” olarak bilinen ve patolojik bir kavram olan Demans ismini belgesele vererek korkmamamız gerektiği mesajını vermeye çalıştık[1]
Mezopotamya Göç İzleme ve Araştırma Derneği ile İstanbul’da bulunan Göç İzleme Derneği, Ilısu Barajı’yla birlikte ortaya çıkan tahribata dikkat çekmek için “Demans” belgeselini çekti. İlk gösterimi “Amed”de yapılan belgesel, sular altında kalmış olan yerleşim yerinde yaşayan insanların hikayelerine odaklanıyor. 6-7 Aralık tarihlerinde İstanbul’da gösterime girecek olan belgeselin yönetmeni Renas Yıldız ile konuştuk.
Renas Yıldız
“Demans” belgeseli, sizin tanımlamanızla “Dönüşü olmayan mekândan yola çıkanların öyküsü”nü anlatıyor. Bize belgeselin hikâyesinden bahseder misiniz?
Aslında Hasankeyf, içinde büyüdüğüm bir direniş öyküsüydü diyebilirim. Bu baraj birkaç yılda planlanıp yapılmadı ve elbette buna karşı geliştirilen direniş de öyle basit değildi. 20 yıl önce babamın da içerisinde olduğu mücadeleye ben de sürekli bir şeyler katmak istedim. Şantiyeler kurulup yıkım süreci başlayana kadar elimden geldiğince sahada yıkıma ve baraj yapımına karşı mücadele etmeye çalıştım. Ancak baraj yapımından sonra verilen mücadelenin görünür olması gerekiyordu. Uzun yıllar boyunca tarihi yapıyı, kültürel mirası ve yaşam alanlarını korumak için mücadele eden insanları ve direnişi bir şekilde anlatmak istedim. İlk önce hak ihlallerine ve tarihin yok edilişine dönük bir rapor hazırlama fikri uyandı bende. Ancak daha sonra bu insanlık suçunun toplumsal bellekte yer edinmesini ve asla unutulmamasını istedim. Yaşananları halka ulaştırmayı ve durumu görünür kılmayı hedefledim. Bu durum beni bir fotoğraf sergisi açmaya ve belgesel çekme fikrine yöneltti.
Ilısu Barajı’nın yapımı ile Kürdistan’daki 5 kente toplam 199 yerleşim yeri sular altında kaldı. Belgesel süresi boyunca siz ne gibi manzaralarla karşılaştınız?
Belgesel çalışmasının gerçekleştiği yerler çocukluğumdan beri içinde yaşadığım alanlardı. Baraja karşı zaten yıllardır bir direniş vardı. Amacımız o tarihi ve kültürel dokuyu korumak, insanların yerinden edilmesini engellemekti. Barajın civar köyleri, yaşam alanlarını yutacak kadar yarattığı geniş çevresel bir yıkımın boyutlarını anlamakta geç kalındı, benim sonrasında bu konu üzerine bir hafıza çalışması yapacağım hiç aklıma gelmezdi. Tek odaklandığımız ve ısrar ettiğimiz nokta “Orayı korumalıyız” fikriydi. Belgesel sırasında bir yandan yaptığımız işi çok gurur verici olarak görüyorduk ama diğer yandan da gördüğümüz manzara “başaramadık” hissini uyandırıyordu ve bu durum bizi umutsuzluğa sürüklüyordu. Çekimi yaptığımız mekân zaten defalarca gidip gördüğümüz, polis ve jandarmalara karşı direndiğimiz alanlardı. Halk bizi tanıyor, biz halkı tanıyorduk. O nedenle beklemediğimiz bir şey yaşanmadı. Ama halkla olan her temasımızda bütün süreci, acıyı tekrar hissedebiliyorduk.
Hasankeyf 12 bin yıllık bir tarihe ev sahipliği yapıyordu. Aslında Ilısu Barajı ile beraber insanlık tarihinin en önemli duraklarından biri sular altında kaldı. Bu açıdan baktığınızda iktidarın politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ilısu Barajı uzun yıllardır iktidarın planladığı GAP projesi kapsamındaydı ve bu baraj devletin Kürdistan’da yaptığı ve yapmak istediği onlarca barajdan sadece bir tanesiydi. Enerji üretmek bahanesi ile yapılan bu barajlar sonucunda üst seviyede bir ekolojik tahribat yaşanmakta, bunun yanı sıra Kürdistan’daki tarihi yapılar yok olmaktadır. Hasankeyf’te, Dersim’de, Botan’da ve daha birçok alanda barajlar, coğrafyayı içerisindeki kültürel yapısı ile birlikte yok etmekte ve bölgeyi kimliksizleştirmekte. 1990’lardaki köy boşaltma politikaları bugün baraj bahanesiyle devam ediyor.
Sular altında kalan yerleşim yerinde sosyolojik, psikolojik, politik ve ekonomik anlamda birçok travma meydana geldi. Belgesel bu travmalardan daha çok hangisine odaklandı?
Söz konusu bölgede on binlerce insan yerinden edildi. İnsanlar aylarca çadırlarda yaşamak zorunda kaldı. İnsanlara ev ve topraklarının karşılığında hak ettikleri miktarda para verilmedi. Orada asıl yaşanan ve dayatılan şey hafızanın yok edilmesiydi. Bu nedenle biz belgeseli bir hafıza çalışması olarak gördük ve özellikle iktidarın, Kürt halkına karşı yürüttüğü hafızasızlaştırma politikalarına değindik.
Sular altında kalan Hasankeyf’in hemen yanı başında yeni Hasankeyf olarak nitelendirilen betonarme bir alan söz konusu. Belgesel boyunca hikayelerinden bahseden insanlar bu durumun ayrıca bir hüzün yarattığına değiniyorlar.
12 bin yıl yaşında olan tarihi kent Hasankeyf önce talan edildi daha sonra sular altında bırakıldı. Buna kimliksizleştirme ve hafızasızlaştırma dedik. Ancak asıl önemli detay böyle bir mekânın karşısında betondan bir şehir yapıp adını yeni Hasankeyf koymaktır. Bu, sahte bir hafıza yaratma çabasıdır. Tarihi kentten birkaç tarihi cami ve türbeyi betonların arasına taşıdılar ve bunu yaparken ulusal kanallardan canlı yayınladılar. “Bakın aslında Hasankeyf’e bir şey olmadı, biz tarihi koruyoruz” algısı yaratılmaya çalışıldı. Ben bunları sahte bir hafıza yaratmak olarak değerlendiriyorum.
Neden “Demans”?
Baraj yapımının en temel amaçlarından biri hafızayı yok etmekti. Biz sadece yaşanılan bu durumu kabul edip bir göç hikayesi sunmak yerine “hafıza kaybı hastalıkları” olarak bilinen ve patolojik bir kavram olan Demans ismini belgesele vererek gerçekleştirilmek istenen politikalardan korkmamamız gerektiği ve onun üstüne yürümemiz gerektiği mesajını vermeye çalıştık. Diyalektik bir ilişki kurmaya çalıştık. İktidarın amacı Demans kavramını Kürt halkına yaşatmak, bizim amacımız ise Demans kavramını kullanarak bu kavramın içini boşaltmak.
Gösterimlere ilişkin yeni bir planlamanız var mı?
Bugünlerde İstanbul’da fotoğraf sergisi ve belgeselimizin gösterimi için hazırlık aşamasındayız. 6-7 Aralık tarihlerinde Şişli Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde gerçekleşecek olan programımıza tüm halkımızı davet ediyoruz.