Ben şiirde üçüncü parçamı arıyorum. Üçüncü parçamı bulduğumda doğama yaklaşmış olacağım. Kişiliğimin içinde bir yurt var ve yurda ulaşmam gerek. Üçüncü parçamı bulamadıkça kendimi de bulamayacağım. Şiir benim için bir arayıştır.[1]
Şair Kadîr Stêra, 1989 yılında Mêrdîn'e bağlı Qesra Qelendera köyünde dünyaya geldi. İlkokulu köyde, liseyi ise Mêrdîn'de okuduktan sonra lisans eğitimini Mersin Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladı. Hespê Şeytên adlı kitabı 2019 yılında Aryen Yayınları'ndan çıktı.
Mêrdîn'de yaşamını sürdüren şair, şiiri bir arayış olarak anlamlandırıp kendi arayışını da ezilen kimliğiyle bağdaştırıyor. Stêra'ya göre bu arayış ancak ve ancak üçüncü yolun sanatıyla amacına ulaşabilir ve ekliyor: Üçüncü yolun sanatı şiirin de sanatın da toplumun sorunlarına dönük fayda sağlamayı ister. Büyük insanlık için bir alternatif sunar.
Biz de şair Kadir Stêra ile şiiri ve şairliği, sanata yaklaşımı ve sanat ve toplum ilişkisi hakkında konuştuk.
Şairliğinden biraz bahsedebilir misin? Şiire nasıl yaklaşıyorsun?
Şairliğim okumakla başladı. 13 yaşımdan bugüne dek hayatımı okumakla geçirdim. Okudukça hayal dünyam genişliyordu. 2003 ve 2006 yılları arasında lise okuduğum zamana kadar bütün okumalarım Türkçeydi. O zamanlar çoğu gencimiz gibi benim de Kürtçe edebiyattan pek haberim yoktu. Hatırlıyorum; ben daha lisedeyken kardeşimin arkadaşları bize oturmaya gelmiş, aralarından biri de şöyle bir şey söylemişti: Tu dar î, ez daristan im. / Tu av î, ez çem im./ Tu gul î, ez buharim…” Şaşıp kalmıştım. Sonrasında bir roman açtım ve romanın içerisinde Kürtçe bir dizeye rastladım. Dizenin altında Melayê Cizîrî'nin adı yazıyordu. O zamanlar Kürtçe eserlerin temini bugünkü gibi kolay değildi. Yalnızca kardeşim ara sıra eve Azadiya Welat Gazetesi getiriyordu. Okuyamıyordum, fakat yine de okumaya çalışıyordum. Gazetede gördüğüm şeyler beni heyecanlandırıyordu. En son bir yaz akşamında şair dayım Bamed Serdar misafirimiz olmuştu. Benle konuştuğu anda farkedip kendi kendime şöyle dediğimi hatırlıyorum: Bu nasıl da güzel bir dil, bal gibi tatlı. Aradan epey zaman geçti ve siyasete yöneldim. Üniversiteye gidene kadar da Kürtçe okur yazarlığım zayıftı. Yanlış hatırlamıyorsam 2007 yılıydı, Kürtçe kitap almak için Qoser'e gitmiştim. Öykü kitapları almıştım ve onları okuyordum ama okuduğum birçok sözcüğün anlamını bilmiyordum. Yeni bir evren keşfetmiş gibiydim. Kendi toprağımda kendi şiirime yabancıydım. Bunun üzerine üniversitedeyken kendi dilimin şiirine yöneldim. Velhasıl, benim şiir yolculuğumun hikayesi uzun. Bu yüzden şiire yaklaşımıma dönelim. Bana göre şiir sözcüklerin dansı ve ahengidir.
Kişinin sanatı en çok şiirde açığa çıkar. Şiir, sloganlardan uzak olmalı fakat; ideolojiden de kopmamalı. Şiire bir metaymış gibi yaklaşılmamalı ve şiir bir kapitalizm aracına dönüşmemeli. Şiir benim için bir arayıştır. Dilimin şiiriyle tanışmam ile beraber kendimin arayışına da başladım. Şiirim derinleştikçe ben de derinleşip kendi varlığıma daha çok yaklaşabiliyorum. Şiirinde neolitik çağın kadınlarının ruhunu gördüğüm için en çok da Fatma Savci’nin şiirlerini seviyorum. Kendimi en çok da erd Agron'un güncel şiirine yakın hissediyorum.
Şiir benim için bir arayıştır dedin ve erd Agron ile Fatma Savci'dan bahsettin. Peki neyi arıyorsun ve bu iki şairin arayışına nasıl bir etkileri oldu?
Ben şiirde üçüncü parçamı arıyorum. Üçüncü parçamı bulduğumda doğama yaklaşmış olacağım. Anne Star'a yaklaşmış olacağım. Anne Star ya da İştar Anne beni var edecek. Bu, bana özgürlüğüm için yol açacak. Ruhtaki dualizmden kurtulmuş olacağım. Üçüncü parçam bana yeni bir yol ve komünal bir yaşam sunacak. Benim kişiliğimin içinde bir yurt var ve yurda ulaşmam gerek. O yurt içimdeki siyah ve beyazlığımdan uzakta, üçüncü parçamın içerisinde gizlidir. Üçüncü parçamı bulamadıkça kendimi de bulamayacağım. Evet, Şiir benim için bir arayıştır dedim. Belki de ben şiirde Kaf Dağı'nın ardındaki kadını arıyorumdur. Belki de dört parça ülkemi arıyorumdur. Bu yüzden erd Agron ve Fatma Savci'nin şiirleri yönümü kadim tarihime çeviriyor. Belki de onların şiirlerinde İştar Anne'mi görüyorumdur. Onların şiirleri neolitik kokuyor. Onların şiirlerinde kendimi duyuyorum. Kendimi arayışımdaki ateşi harlıyorlar. Bana, Özgürlük arayışı hakikatle karşılaşma anıdır diyorlar. Ben de onların dizeleri arasında kendimi arıyorum.
Güncel Kürt şiirini nasıl değerlendiriyorsun?
Dört parçaya bölünmüş bu ülkede Kürt edebiyatının temeli şiirdir. Ben güncel Kürtçe şiirin durumunu klasik edebiyatın esaslarıyla değerlendiriyorum. Çünkü temelinde klasik edebiyat var. Güncel şairlerin hiçbiri bu gerçeklikten kaçıp klasik şiirden etkilenmedim diyemez. Güncel Kürt şiirini değerlendirebilmemiz için önce klasik şiirin kodlarını anlamalıyız. Onun izinden güncel şiiri değerlendirebiliriz. Bana göre güncel şiirimiz klasik şiirin kökleri üzerinden yükseldiği için edebiyatımızda şiir bu kadar güçlüdür. Eğer klasik edebiyatımızda Cegerxwîn gibi güçlü bir şair olmasaydı belki Arjen Ari de olmayacaktı. Bununla beraber şunu da söyleyebilirim: Hawar güncel şiire ses verdi. Rewşen ve Jiyana Rewşen de bu sesi daha da yükselttiler. Güncel şiir şu an çok iyi bir seviyede.
Hepimizin dileği birleşik bir ülke; fakat şiirin bu dilek doğrultusunda nasıl hareket ettiğini veya nasıl hareket edebileceğini merak ediyorum.
Şiir güçlüdür. Düşmanları barıştırabilir. Bu yüzden şiir Kürtlerin birliğine giden yolu gösterir bize diyorum. Şiirin dili, bir ulusun dilidir. Yine Cegerxwîne döneceğim. Onun bir şiiri parçalanmış bir ulusun duyguları üzerinde güçlü bir etki yaratabilir. Kîme Ez? dediği zaman bunu bize soruyor aslında. Parçalanmış bu ulusu kendi gerçekliğine dönmeye çağırıyor. Öte yandan şiirde çoğunlukla ulusa dair kodlara rastlıyorum. Dört parçanın şiiri bize şunu söyler: Birleşmek bizi özgürleştirecek. Birleşmek aramızdaki sınırları tarumar edecek. Şunu da söyleyeyim: Geçenlerde Avesta Yayınları'ndan dört şiir kitabı çıktı. Şairleri dört kadındı. Her kadın ülkenin bir başka parçasındandı. Bu çalışma beni ve birçok insanı sevindirdi. Çünkü ulusal duygularımıza dokunuyordu. Bana göre çok anlamlı bir çalışmaydı.
Sohbet ve konuşmalarında üçüncü yolun sanatından bahsettiğini görüyorum çoğu zaman. Bunu biraz açar mısın? Nedir üçüncü yolun sanatı? Nasıldır? Temelini ve gücünü nereden alıyor?
Üçüncü yolun sanatı temelini toplumsallaşmaktan alıyor. Baştan söylemek gerek; ne siyah ne de beyazdır. Kendini bu ikisinin arasında var etmek ister. Sanata tam denktir. Uygarlık ve kapitalizminki gibi saldırgan bir dili yoktur. Üçüncü yolun sanatında obje vardır. Obje olduğu için de özgürdür. Barışı savunur. Fakat bugün hakim sanat anlayışına baktığımızda subje odaklı olduğunu görürüz. Subje kölelik yaratır, savaşı savunur. Bu da yaşamın önünü tıkar. İnsanlığı doğasından uzaklaştırır. Uygarlığın ve kapitalizmin sanatı subje üzerine kuruludur. Bu sonucu birçok şeyden çıkarabiliriz. Bunlardan biri de şu: Neden erkek yazarların sayısı her zaman kadın yazarlarınkinden fazladır? Kürt edebiyatından dünya edebiyatına kadar neden kadın yazarların sayısı az? Üçüncü yolun sanatına göre denk bir eşitlik gerek.
Üçüncü yolun sanatı, kapitalist modernite içerisinde süren yaşamda sanatın kendini yeniden var etmesi demektir. Numan Amed'in Kavramsal ve Kuramsal Olarak Sanat adlı kitabına baktığımızda ya da Ekrem Baydoğan ve Ramazan Çeper'in birlikte hazırladığı Kürt Edebiyatının Sosyo-Politik Analizi kitabına baktığımızda, üçüncü yolun sanatı hakkında bazı çıkarımlara varabiliriz. Kendimi üçüncü yolun sanatına ait gördüğüm için de sürekli ondan bahsederim. İnsan ruhunu nerede tanımlıyorsa hep ondan bahsetmek ister. Ben üçüncü yolun sanatını Simurg Kuşu'na benzetiyorum.
Üçüncü yol politik bir tanım. Üçüncü yolun sanatı politika ve sanatı/şiiri nasıl bir araya getiriyor?
Kapitalist modernite politika ve sanatı birbirinden ayırmak istiyor. Kürt edebiyatı içerisinde de son zamanlarda Politik sanata karşıyım diyenleri görüyoruz. Ben de onlara soruyorum: Bizim gibi ezilenler için eğer sanat politik olmayacaksa ne işe yarayacak? Özgür bir ülkemiz kurulmuş da haberimiz mi yok?
Peki sana göre Kürt sanatı ve şiirinin güncel sosyo-politik gelişmelerle ilişkisi nasıl?
Bu konu hakkında düşündüğümde büyük şair Cegerxwîn gelir aklıma. Çünkü biz Kürtlerin sosyo-politik durumunu şiirinin içerisinde çok iyi bir şekilde dile getirebilmiş. Bunu dile getirebilmek için toplumu iyi tanımak gerek. Cegerxwîn çobanlıktan çiftçiliğe kadar birçok iş yaptı. Feqîlik ve imamlık da yaptı. Biz bu çağın Kürtçe sanatına baktığımızda; Cegerxwîn şiirinin duruşundan uzak olduğu müddetçe kaybetmeye mahkum olacağını söyleyebiliriz. Kendi ne kadar ararsa arasın asla bulamayacaktır. Kürt sanatı ve şiirinin sosyo-politik gelişmelerle ilişkisini kavrayabilmek için Cegerxwîn'in şiir ve sanatına bakmamız gerek.
Ben hep kendime şöyle derim; Günümüzde güncel şiir perspektifinden Kürt halkının sosyo-politik durumunu şiirlerinde en iyi ifade eden şair Rênas Jiyan'dır. Her ne kadar soğuk dört duvarlar arasında olsa bile erd Agron'dur, Fatma Savci'dir. Çünkü ben bu toplumun kodlarını onların şiirlerinde görebiliyorum. Onların şiirinden direniş kokusu alıyorum.
Son bir soru olarak: Eğer benim yerimde sen olsaydın ve kendine bir soru sormak isteseydin ne sorardın? Ve bu soruyu nasıl yanıtlardın?
Şu soruyu sorardım: Kürtçe edebiyatta yorum ve eleştiriyi ne aşamada görüyorsun? Doğrusu, Kürtçe edebiyatta eleştiri çok büyük bir problem. Çünkü biz eleştiriyi yanlış anladık. Eser ne kadar iyi olursa olsun biz onu karalamanın bir yolunu arıyoruz. Bu ezilen psikolojisinin kodlarından biridir. Sürekli olumsuz bir dille yaklaşıyoruz. Birbirimize diken oluyoruz. Bir eleştiri yapıyorsak sanatçıya bir de yol sunmamız gerek. Edebiyatı o kişinin gözünde karartmadan.