Uluslararası Londra Kürt Film Festivalinde en iyi film Kürdistan’ın Çewlig (6.Kemal’in verdiği ad: Bingol) şehrinde doğmuş büyümüş bir yönetmene Mehmet Ali Konar’a verildi.
Hewno Bêreng (2018) Mehmet Ali Konar. Bu yazının dar sınırlarını bu filmle belirledim. Film yönetmenden evvel gelir…gelmektedir…gelecektir. Her yaratıcı yarattığının ömrünü yaşar. Ne mutlu o yaradana ki yarattığı ondan evvel ve hatta sonra yaşar.
Mirza’nın(çocuk), babası ve abisi bir de misafir… hem de fırın, melle’nin avlusu, Diyarbakır’ın kara sokakları, mezarlık, okulun içinde bir sınıf hatta sıra… Bunlar filmin karakterleri ve bu karakterlerin hayat verdiği ve hayat bulduğu mekanlar. Mekân mı insana, insan mı mekâna dahildir? Henri Lefebvre ve Gaston Bachelard yardımcı olabilir bunu anlamaya. Bana yardımcı olduklarını söylemeliyim. Velakin daha çok Kurdistan’da geçen çocukluğumun kemiklerime işleyen soğuk çamurlu yağmuru yardımcı oldu mekânın, vatanın önemini anlamama Mehmed Ali Konar da toprağın tamamen siyasi bir muhtevası olduğunu bilerek senaryosunu yazıyor, araştırmalarını yapıyor ve filmlerini çekiyor, kurguluyor Naim Kanatla beraber. Kurgucusunun başarısını eklemek yerinde olacaktır.
Mehmed Ali Konar’ın sanatı öyküye dayanır. Sinemasında asıl peşinde gittiği öyküdür. Hakiki öyküyü arar ve konar (soyadına yakışır hem de) rüyaları ile öykünün üstüne. Öyküyü kurarken tek kaynağı tarihtir. Şahitlik ettiği tarih. Dünya şahit olduğumuz kadar vardır sanırım. Öykümüz şahitliğimizdir. Şahid olan ile şehid olan aynı toprağın sürgünüdürler.
Annesi yitik bir çocuk Mirza (Kürdçe Prens anlamına gelmektedir). Anne Kurdistandır… Gömülü anneyi rüyasında görmek istediğinde hep maskeli işgalci güçler musallat olur filmin prensine… Kürdistan’ın kara sokakları betondan bir canavar olup başını döndürür bunaltı oradadır… çocuk bu bunaltıyı taşır. Çocuk Kürdistan’ı yani annesinin ölüsünü taşır. Anne gömülü olduğu toprakta diridir. Bunu çocuk sevmek nedire cevap bulmaya çabalarken bulur… ölüm diridir.
… tek hakikat rüyadır… tek hakikat kâbus. Çocuk -mirza- prens Kürdistanı ararken kırık bir saz ile gökle yer arasında bir taklacı güvercindir artık.
Kardeşini sömürgeci devletin katlinden korumak isteyen müzik aletleri yani ses satan misafir Mir Muhammed (Bilal Bulut) kurşunlardan prensin ailesine sığınır. Üç erkek ekmek yapar. Ekmek satar. Misafir kutsaldır. Hayat ve ekmek kutsaldır. Çocuk korkunun ıslak utancını inanarak arar. Annesinin nasıl öldüğünü veya öldürüldüğünü bilemeyiz filmde. Annenin ölümü de diğer pek çok ölümde paslı bir çivi gibi kültürümüzün etine çakılıdır. Annenin ölümünün ardından Mirza gördüğü kabusların etkisi ile altına işemektedir. Bunun utancıyla karışık öfkeyle melle’nin avlusuna gider muska bağlamak için. Melle’den istediği iktidarını kuracak imandır… Onun yardımına gelecek bir anne yoktur. Maskelerin ardına sığınmış düşman, çocuğun korkuyu yenmesini de çağırır: halaya duran kartal korkuyu yenmesini sağlayan donu verir çocuğa… Prens kartal olmak ister… Her Kürt çocuğunun rüyası kartalın hıncıyla dolar. Prensin cesareti kırık sazdır. Ölü annedir. Hınçla beslenen bir çocuk acıdır. Acı sevgi… sevgi acıdır.
Kurdistan bir hayalet olarak çocuğu eksik bırakır. Anne eksiktir çocukta. Derindir. Xorîn o birîn.
Prens Kurdistan’nın onurunu taşır. Sevgisi, özlemi, bir ceviz sertliğindedir. Hayat cevizlerle oynanan oyundur. Sazın gövdesi kırıldığında Kurdistan yani baş dönmesi nefes nefes çocukta yer eder.
Düşünmeye başlayan kürdün çocuğu Kurdistan’dır. Yönetmen Kurdistan’ı ararken kendisini bulur derin bir yara olarak bulur. Bulsun.
Kamera beyaz tülbentli anaların seviyesinde onların kapkara olmuş hınçlarını aktarırken soğukkanlı, dingin hareket eder. Özellikle kabuslar ve düğün sahnesi filmin rüya halini besler. Prensin düşmana düşman olarak gördüğünü ifade ettiği teras planı Kuzey Kurdistan sinemasında silikleşen sömürgeci karşıtı söylemi diriltmesiyle Mehmet Ali Konar sineması ayrımını ortaya koyar.
Oyuncu yönetiminde dolayısıyla oyunculuklarda aksaklıklar ve iç mekân kullanımlarındaki tekdüze, ayrıntıdan yoksun planlar filmin biçimsel bazı eksikleri olarak görülebilir. İç kullanımda Kürtlerin başarısız olduğunu evleri kameraya göre algılamakta zorluk yaşanıyor. Açılar; Yasujiro Ozu’nun filmlerindeki gibi sabit ve anlamlı olamıyor. Betonarme yapıları kamerayla daha fazla kolaçan etmeli yönetmenler. Yere konacak bir ray, tavana doğru tırmanacak bir merdiven iş görebilir sanırım. Işık yeterince çalışılmıyor sanki. Halbuki iç mekânı yeniden ve anlam bütünlüğü içine taşıyabilir ışık. Bütün filmi bir kâbus olarak izlemek kameranın daha hareketli olmasını gerekli kılıyor da denebilir.
Öyküde anne eksikliğine dair -hatta kadın yokluğuna dair- vurgulara ihtiyaç duyuyor izleyen. Annenin yokluğuna dair mezarlık dışında bir işaretin olmayışını eksiklik olarak tespit etmek mümkün sanırım.
Mehmed Ali Konar sineması Kürt sineması içinde her geçen gün daha fazla dikkat çekecektir. Benden söylemesi.[1]