Avrupa diasporası Kürtlerin yaşadığı dramları ve yaşanmışlıkları dünyaya sanat ve akademi gücüyle aktarmaya çabalıyor. Kürt kadınları da bu gerçeklikte başat bir rol oynuyor.
Avrupa diasporası içerisinde etkin rol oynayan Kürt kadın akademisyen, iş yatırım danışmanı, insan hakları aktivisti ve aynı zamanda kadın hakları savunucusu Solin Hacador ile diasporada gelişen akademik kariyerini, farklı dallardaki yeteneklerini, prodüksüyonculuğunu yaptığı belgesel filmleri ‘Komutan Arian’ ve Şengal Katliamında IŞİD’in kaçırdığı 9 yaşındaki Ezdi kızının 70 yaşındaki IŞİD’li komutana yüz dolar karşılığında satıldığı ‘İman Eido’ filmini konuştuk.
Avrupa’da büyümüş olmanıza rağmen Kürtçeyi hem yaşamınızda hem de akademik yazımsal çalışmalarınızda etkin olarak kullanıyorsunuz. Kürtçe ile kopmaz bağınızı bilen biri olarak şunu sormak istiyorum. Diasporada bu denli güzel Kürtçe kullanmanızın bir hikayesi var mıdır?
Öncelikle, Diaspora Kürt kadınlarının deneyimlerini ifade etmemize imkan sunan Basnews ailesine bu vesileyle teşekkürlerimi belirterek başlamak istiyorum. Soruya gelecek olursak; Kuzey Kürdistan’da köklü yurtseverliğiyle bilinen bir ailede büyüdüm ve rahmetli annem her zaman anadilimizin önemine ilişkin nasihatlarda bulunurdu. Nerede olursak olalım anadilimiz bizim varlık gerekçemizdir. Bizler sadece kendi anadilimizle kendimizi en doğru biçimde ifade edebiliriz. Anadilimiz kimliğimizin oluşumunda önemli bir rol oynuyor. Kısacası anadilimiz anne ve babalarımızın, atalarımızın, akrabalarımızın, geçmiş nesillerin yarattığı tarih ve kültürümüzün devamını sağlamak için gerekli bir olgudur. Kendimizi halkımızın tarihiyle, özdeş olarak bilmek ve tanımak bizlere güven ve istikrar sağlar. Bunun için hep şunu söylerim; dünyamızın farklı ülkelerinde yaşıyor olsam da ben Kürdüm ve olağan hayatımda anadilimle konuşmam bana mutluluk veriyor.
Dr. Solin Hacador İspanya'da insan hakları üzerine verdiği bir seminerde
“Büyük abim, rahmetli İdris Barzani’ye yardımları ulaştırmaya çalışırken sınırda Türk ordusu tarafından katledildi”
Büyükbabam Kürt mücadelesi nedeniyle Osmanlılar tarafından çok vahşi bir şekilde katledildi. Ağabeyim rahmetli İdris Barzani’ye sınır bölgesinde yardım ulaştırmaya çalışırken Türk ordusu tarafından katledildi. Akrabam olan Hüseyin Baybaşin’de Hollanda’da tutuklanınca kendi anadiliyle konuşması yasaklanmıştı. Öyle ki 7 yıl ailesiyle Kürtçe konuşmasına imkanı verilmiyordu. Hüseyin Baybaşin’e uygulanan anadiliyle konuşamama sansürünü insan haklarının ihlali olarak ele aldım. Hollanda devletinin yöneticileri Baybaşin’in kendi anadiliyle konuşmasını engellemeyi kendilerince bir hak olarak görüyorlardı. Bu durum çok açık bir şekilde hem AB hem de BM insan hakları kurallarını ihlal etme anlamına geliyordu. BM’in özgürlükler ve işkence hukukunun 3’üncü maddesi, adil yargılanma hukukunun 6’ıncı maddesi, hukuksuzca yargılanmamayı içeren 7’inci maddesi, bireysel ve ailevi yaşam haklarına saygıyı içeren 8’inci maddesi ile özgürlük ve hakları içeren 14’üncü bendlerini yok sayma anlamları taşıyordu. Hollandalı yöneticilerle yaptığım görüşmelerde şu gerekçeleri sunuyorlardı; Kürtçe, Türkçe ve Arapça gibi Avrupa dil standartlarına uygun değil! Bu saldırgan tutum ve anadilimizi küçültmeye yönelik tavırları çok zoruma gidiyordu. Bu yaklaşım benim anadilime daha fazla sahip çıkmama neden oldu. Bu durumu Hollanda Parlamentosu’nda görev yapan milletvekilleri ile, Hollanda’nın eski Kraliçesi Beatrix ve Avrupa Parlamentosu’ndaki Hollanda ve İngiltere milletvekilleri ile görüştüm. Bu şekidle Hollanda cezaevlerinde Kürtçe anadilimizle konuşma hakkını kazandık. Bununla birlikte halen Hollanda’da cezaevinde bulunan Hüseyin Baybaşin’e yönelik işkence ve kötü muamele yöntemlerinin de önüne geçtik. İşte bu bahsettiğim durumlar için mücadele ederken şunu gördüm ve hissettim; devletsizlik biz Kürtler için çok ağır bir işkence… bu gerçeklik beni anadilime daha fazla bağladı. Aynı şekilde rahmetli anneme de verdiğim, hayatımın her alanında kendi anadilimle yaşama sözümü daha da geliştirmeme vesile oldu.
Diasporada büyüyen ve Avrupa sistemi içerisinde kendini farklı alanlarda ifade edebilen güçlü yetenekler kazanmış bir Kürt kadını olarak edindiğiniz farklı kimlikleriniz ile bir arada yaşamayı nasıl sağlıyorsunuz?
Belirttiğiniz güzel ifadelerden dolayı çok teşekkür ederim. Avrupa yaşantım benim bir çok alanda gelişimim için farklı pozitif zeminler sundu. Disiplin, özellikle de öz disiplini çok seven birisiyim. “Bir şeylerin doğru yapılmasını istiyorsanız, kendinize karşı dürüst olun ve en başta siz bunu yapın” yaklaşımını kendime şiar olarak alıyorum. Her alanda kendimizi güçlü ve başarılı kılarsak ancak halkımıza hizmet edebiliriz. Bir çok Kürt kadının da aynı şekilde mücadele ettiğini görüyorum. Zaten böyle olmasaydı bu kadar kitap yazılamaz, bu kadar film çekilemezdi. Yani kadınlar olmasaydı hayatın bir çok alanındaki gelişmeler yaşanamazdı. Nerede olursam olayım hangi alanda faaliyet yürütüyorsam o alanda uzmanlaşmayı esas alıyorum. Bizim için hak olan tek şey başarı ve umuttur. Bunun için cesaret, merak, ısrar ve sabır gerekiyor. Hedeflerimize ulaşmak için gerekli ilk adım, en basit ve en sade haliyle insan olduğumuzun farkına varmakla gelişiyor. Bana göre en değerli ve en üretken insanlar çocukluk hayallerinden vazgeçmeyenlerdir.
Hukuk Doktoru Solin Hacador İspanya Barosu'nda
Diasporada Kürt kadınlarının kendini var edebilmesinin zorlukları ve artıları nelerdir? Kürt kadınlarının diaspora’da nicel ve nitel gelişimleri konusunda neler söylemek istersiniz? Yine Avrupa halkları nezdinde Kürt kadın imajı nasıl bir gelişim seyri izliyor?
Her ne kadar diasporada yaşayan kadınlarımız farklı bir çok alanda başarılı işlere imza atmış olsalar da biz Kürt kadınlarının devletsiz halklardan olması nedeniyle potansiyellerimizi en üst seviyelerde harekete geçiremiyoruz. Özellikle cinsler arası eşitsizlik konuları, her ne kadar eğitim seviyesi yüksek kariyerlerinde başarılı olsalarda her zaman kadınlarımızın önüne engel olarak çıkıyor. Tabi bu sadece Kürt kadınlarına yönelik değil bütün diğer uluslarda da görülen, yaşanan bir gerçeklik. Siz bir kadın olarak mesleğinizde ne kadar gelişkin olursanız olun bu sizin bir çok şeyi yapmanıza engel olabiliyor ve adil bir şekilde ilerlemenizin önünü kesebiliyor. Örneğin; bir arkadaşım İspanya Barcelona’da nöroloji bilim dalında profesörlük uzmanlığı alan tek kadın ve Bilboa Üniversitesi’nde eğitim veriyor. Yaşadığı yer ile üniversite arası 600 Km. ve bu arkadaşım öğrencilere bu eğitimi verebilmek için bıkmadan, usanmadan, mesafeyi takmadan vazifesini yapıyor ama maalesef bu fedekarlığı yeterli düzeyde değer görmüyor.
“Kürt kadınları Avrupa toplumlarında iyi birer savaşçı, mücadeleci olak kabul görüyor”
Aslında şu çok açık ki, kadınlar dünyanın gelişimi ve sürekliliğinde en belirgin rolü oynayabilirler. Bunun için bütün dünyada eğitim, iş sahalarında, bilim, teknoloji, gelişim ve toplumlardaki kalıplardan kurtulmak gerekiyor. Bu konuda özellikle kadınların çalıştıkları iş alanlarında karşı karşıya kaldıkları problemlerin erkeklerinkinden daha ağır ve ayrımcı olduğunu gösteren bazı veriler paylaşılıyor ve gösteriyor ki, kadınlar bu kötü şartlara rağmen gayet üretici olabiliyorlar. Yani kısaca kadınların üretkenlikleri ve değer oluşturmalarının önündeki engeller, çifte standartlar kaldırıldığında çok daha başarılı ve güzel çalışmalara imza atabiliyorlar. Bunun için de kadınların birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmeleri elzemdir. Genel olarak Kürt kadınları Avrupa toplumlarında iyi birer savaşçı, mücadeleci olarak kabul görüyorlar. Tabi bu görünürlülük Kobani direnişiyle üst seviyeye çıktı. Bu konuda yaşadığım İspanya’daki Kürt kadınlarına bakış açısı hakkında da bir şeyler söylemek istiyorum. Ben burada Kürt olduğumdan bahsettiğimde ilk dönemlerde insanlar gülüyorlardı ve bu durum beni rahatsız ediyordu. Bir defasında neden güldüklerini sordum ve bana şunu söylediler: “İspanya ve Latin Amerika’da Kürt kadınlarının çok güzel oldukları algısı var. Kürt kadınlarının yıllanmış şarap olduğunu ve onu içtiklerinde uzun süre sarhoş kalacaklarını düşünüyorlar. “
Dr. Solin Hacador öğrencileri ile birlikte
“Avrupa diasporasında yaşayan çok gelişkin Kürt kadınlarımız var”
Avrupa diasporasında yaşayan çok gelişkin Kürt kadınlarımız var. Mesela, İsveç’te yaşayan Doğu Kürdistanlı eski Peşmerge Amineh Kakabahev 2008 yılından beridir İsveç Parlamentosu üyesi. Kuzey Kürdistanlı Evin İncir Sosyal Demokrat Partisi üyesi ve 2019’da Avrupa Parlamentosu’na girdi. Diğer taraftan Rojava Kürdistanlı Bjeen Alhassan kadın mültecilere destek konusunda büyük çalışmalara imza attı ve 2020 yılında Federal Almanya’da bu çalışmalarından dolayı ödül kazandı. Akbulut 2017 yılında Landesverband Baden Württember’de 3’üncü sırada girdiği seçimleri kazandı. Almanya’da başarılı olan ve burada tek tek isimlerini sayamayacağım bir çok Kürt kadın halen yeni başarılar için faaliyet yürütmekteler.
Hollanda’da Halkların Özgürlük ve Demokrasi Partisi’nde (VVD) siyaset yapan Dilan Yeşilgöz’den gurula bahsedebilirim. 2017’den beridir Hollanda Parlamentosu’nda ve en son Hollanda hükümetinin maliye bakanlığına getirildi.
“Kürt kadınlarının çalışmaları ve güçlü duruşları ayrıca bir hayranlık yaratıyor”
Sadece Avrupa diasporasında değil örneğin ABD’de de Güney Kürdistanlı Bayan Samî Ebdulrehman’da saygı ve gururla bahsetmemiz gereken öncü kadınlarımızdan. Özellikle Kürdistan Bölgesi Temsilcilik görevinde büyük başarılara imza atan bir siyasetçi. Aynı zamanda Kürtlerin bir çok problemini başarılı bir şekilde ABD siyasetçilerine aktarma görevini başarıyla yürütüyor.
Kürt Diasporası, bütün Avrupa genelinde sivil toplum örgütleri aracılığıyla özellikle Kuzey Kürdistan’daki Kürtlerin yaşadıklarını aktarabilmek için çeşitli düzeylerde çalışmalar yapıyor. Aynı şekilde Kürt sorununun demokratik yollardan çözümünü sağlayabilmek için bu sorunu başarılı bir şekilde Avrupa ülkelerinin, hükümetlerinin ve siyasi lobilerin gündemlerine koymayı başardılar. Bunların haricinde şu hususun önemle görülmesi gerektiği kanaatindeyim; bütün bu politik çalışmaların haricinde Kürt kadınlarının çalışmaları ve güçlü duruşları da ayrıca bir hayranlık yaratıyor, yeni gelişmelerin önünü açıyor. Bu nedenle özellikle kadınlarımızın birbirlerine destek vererek hedeflerine daha başarılı bir şekilde ulaşacaklarına inanıyorum. Buradan sizin aracılığınızla da diasporada olup Kürt halkı için hiç yorulmadan, bıkmadan, usanmadan mücadele eden bütün kadınlarımıza teşekkür etmek istiyorum.
İnsan hakları, kültür-sanat ve akademik çalışmalarınızla öne çıkıyorsunuz. Avrupa Kürt diasporasının bu üç alandaki durumunu nasıl buluyorsunuz? Kürt diasporası Kürdistanı nasıl etkiliyor? Kürdistan’daki gelişmeler Avrupa diasporasını nasıl belirliyor?
İnsan hakları çalışmaları yıllardır devletlerin güvenceleri altında hakları kısıtlanmaya çalışılan ilgili tarafların haklarını koruma temelinde faaliyetler şeklinde yürüyor. İnsan hakları konusunda bedel ödemiş mağdur yakınlarının haklarını güvence altına alma temelinde çalışmalara imza atılıyor. Kuşkusuz ki bu durum hukukçuların belirlediği normlar çerçevesinde oluşturuldu. Bende bir Kürt kadını olarak halkımın mağduriyetlerinden haberdarım ve bunun üzerinden en doğal haklarına kavuşmaları için kendi alanımda bunun mücadelesini vermeye çalışıyorum. Özellikle ulusal haklarımızın hukuki yollarla garanti altına alınması için uğraşıyoruz. Akademik eğitimim bu alanda kendimi rahatça ifade etmem için iyi bir zemin oluşturdu. Bu açıdan hukuk, iş hayatı ve dil gelişimi konularında değerli tecrübeler elde ettiğime inanıyorum. Akademik çalışmalarımda gösterdiğim performanslar sonucunda 3 defa ödüllendirildim. Bunu bireysel disiplin ve hedeflerime odaklanmaya borçlu olduğumu biliyorum.
“Kadınlarımızın hayatlarında hedef ve amaçlarına kilitlenmesi gerektiğine inanıyorum”
Kadınların hayatlarında hedef ve amaçlarına kilitlenmesi gerektiğine inanıyorum. Şayet böyle olmazsa günübirlik yaşamak zorunda kalırız. Akademik yaşantımdan yola çıkarak yaptığım temel çıkarsama hedefe kilitlendiğin an başarılar sağlayabiliyorsun. Kültür ve sanat alanında çalışmayı seviyorum. Kültür, sanat, müzik, tarihle gelişen birer olgulardır. Toplumlar sanat, müzik, dans, tiyatro, sinema, mimari eserler vb. Yollarla kendilerini ve uluslarını tanıtmayı daha rahat yapabiliyorlar. Taihsel gelişmelere baktığımızda Avrupa kültürüyle karışmış sanat mirasları dünyanın harikaları arasına girmeyi başarmışlar. Kuşkusuz her sanatsal eserin kendine has bir de hikayesi mevcuttur. Diasporadaki Kürtlerin de bir çok alanda bu yönlü akademik araştırmaları gelişmekte. Bu konuda özellikle tanınmış şahsiyetlerden Dr. Anwar Hamasaeed hepimiz açısında yaptığı bilimsel çalışmalarla elde ettiği başarılardan dolayı takdire şayan bir insan olarak karşımıza çıkıyor. Bu biz Kürtler açısından gurur verici bir başarı hikayesi.
“Kürt siyasi taraflar arasında yaşanan çelişki ve çatışmalar ne yazık ki Avrupa’da ki Kürt imajını kötü etkiliyor”
Ama yinede rahatsız olduğum bir hususu da burada dile getirmek istiyorum; bizler ne kadar başarılı olursak olalım Avrupa devletleri kendi insanlarına sundukları imkanları bizlere sunmuyorlar. Bunu Avrupa’yı küçültme adına söylemiyorum ama bunu tecrübelerime dayalı olarak belirtiyorum. Ama bundan daha acı olanı Kürdistan’da özellikle Güney Kürdistan’daki üniversitelerde yabancı akademisyenler zayıf da olsalar da onlara değer verme, daha fazla imkan sunma yaklaşımı belirgin bir şekilde görülüyor. Bana göre bu değişmeli. Başta biz Kürtler birbirimize ve yarattığımız değerlere saygı gösterebilmeliyiz. Kürt kendinden olanı küçük görmeye başlarsa Avrupa ve başka merkezlerinde Kürd’e yaklaşımı benzer şekilde devam eder. Oysa bizim güçlü şahsiyetlerimiz ulusumuza daha büyük değerler katarlar. Öyle yapmalıyız ki Kürtler olarak bizim yetiştirdiğimiz güçlü insanlarımız da Avrupa ve dünya tarafından talep edilebilsinler. Kürtlerin Avrupa’da çizdiği bu imajlarından rahatsızım. Aynı şekilde Kürt siyasi tarafları arasında yaşanan problemler, çelişkiler ve çatışmalarda ne yazık ki Avrupa’da ki Kürt imajını olumsuz etkiliyor. Avrupa medyası da Kürtlere ilişkin savaş, terör, insan haklarına, özellikle kadın haklarına yönelik saldırıları, insan kaçakçılığı ve yolsuzlukları gündemleştirebiliyor.
Şunu gururla söyleyebilirim ki, Kürt medyası her alanda büyüyerek gelişmekte. Buna bağlı olarak uluslararası toplum üzerinde olumlu etkiler yaratmayı başarıyor. Bu açıdan Kürt medyasının bu yönlü daha aktif bir rol oynayabileceğine ve dışardakilerin Kürdistanı daha ilgiyle takip edecekleri programlar geliştireceklerine inanıyorum.
“Kürtlerin tek çıkar yolu birlik ve beraberlik içerisinde uluslararası düzeyde saygınlığını korumasıdır”
Diğer taraftan şunu da belirtmekte yarar görüyorum; biz Kürtler gerçek yurtseverlik konusunda halen çok zayıf bir konumdayız ve maalesef sömürgecilerimiz bizim bu zaafımızdan yararlanıyorlar. Bu yaklaşımların devlet olmamayla bağlantılı olduğu kesin. Kürdistan coğrafyası petrol, doğalgaz ve tatlı su konusunda çok zengin bir coğrafya. Ama açık denizlere ulaşamama, komşularıyla zorunlu coğrafik bağımlılıkları ticari açıdan Kürtlerin elini zayıflatıyor. Şunu anımsayalım, Kürdistan Bölgesi’nde bağımsızlık referandumu olduğunda bu referandumu kabul eden ve destek verdiğini açıklayan tek devlet İsrail oldu. Rojava Kürtleri yıllardır Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle büyük bedeller ödediler ama halen dünya onların istemleri konusunda sessizliğini sürdürüyor.
Kürdistan Bölgesi’nde bazı sosyal sorumluluk projelerini yürüttünüz. Özellikle çocuk evlilikleri ve genital sakatlanma (Kadın sünneti) konularında alan çalışmaları yaptınız. Bu çalışmanın sonuçları konusunda neler söylemek istersiniz? Kürdistan’daki kadın hareketleri ve organizasyonları ile ilişkileriniz mevcut mu?
Toplumsal dönüşüm için Kürt halkının adalet eksenli barışçıl yöntemlerle bir çok toplumsal devrimlere imza atması gerekiyor. Kadın sünneti (Genital sakatlanma) geleneğinin aşılması gerekiyor. Geçmiş dönemlerde kadın sünnetlerine karşı bir çok kampanya düzenledik. Kadın sünnetleri tıp bilimi açısından da ispatlandı ki sağlık için tehlikeli. Kadınlara büyük zararlar veriyor. Doğal gelişimlerini olumsuz etkiliyor. Ve genel anlamda bu zarar gün geçtikçe daha da fazlalaşıyor. Her ne kadar Güney Kürdistan’da bu yasal olarak yasaklanmışsa da bazı kırsal alanlarda halen devam ediyor. Bu kampanyayı yürüttüğümüz esnada sünnet edilmiş bazı kadınlarla konuşma fırsatı yakaladım ve onların acılarına şahit oldum. Bu kadınlar evliliklerinde mutlu değillerdi. Bu nedenle boşananların sayısı artmaktaydı. Kürt erkekleri rahatlıkla eşlerine yönelik sağlık raporları elde ederek ikinci evliliği geliştirmeyi kendilerine hak olarak görüyorlar. Bu raporlar çoğu zaman sahte düzenleniyor ve sadece ikinci evliliğin önünü açmak için bu yola başvuruluyor. Kürdistan Bölgesi’nde ikinci eş olayı yasak olduğu için bazı erkekler hukuki yaptırımlardan kurtulmak için Irak’ın Musul gibi bir çok kentinde varolan şeriat hukukuna göre çok eşlilik işlemlerini yapıyorlar. Son dönemlerde Güney Kürdistan’da bir çok erkeğin, cinsel hayatlarını sürdürmek için Arap, Türk, Türkmen veya Fars kadınıyla evlendiği görülüyor. Bu durumun farklı etkileri Kürdistan’a mutlaka yansıyacaktır.
Ezdi kadınlarla ilgili çalışmalarda bulundunuz ve Ezdilere karşı işlenen soykırım aynı zamanda kadınlara karşı da işlenen bir kadın soykırımıdır. Uluslararası kadın hareketlerinin buna karşı göstermesi gereken duyarlılığı yeterli oranda gösterdiğine inanıyor musunuz?
2014 yılında Şengal’de yaşanan katliama ilişkin gerçekler ne yazık ki hepimizi derinden etkiliyor. Şengal katliamından önce Laleş İbadethanesi, Şengal, Şêxan, Baadre gibi Ezdilerin yaşadıkları ve kutsal yerlerini ziyaret etmiştim. Baba Şêx ile Mayan Hanımı’da görme imkanım olmuştu. Bu ziyaretimde bir çok Ezdi insanımızla görüşme imkanı buldum. Ezdi kızları büyük bir mutluluk ve umutla ileriye dönük projelerini ve hayallerini anlattılar o dönem. Kutsal gecelerinde akşamdan sabaha kadar birlikte dualar ettik. Baba Şêx’i ziyarete gittiğimde oradakiler Arap aşiretlerin içinden çıkan çetelerin saldırılarını anlattılar. Ama henüz IŞİD gibi korkunç, vahşi bir örgütün saldıracaklarından habersizdiler. IŞİD saldırıları gerçekleştiğinde orada tanıştığım bir çok değerli insan maalesef kaçırıldı. Yaşananlar başta Ezidi toplumu için ve onları yakından tanıyan bizler için travmatik bir duruma neden oldu.
“Şengal Jenosidine karşı dünyanın sessizliği seçmesi, katliamda yaşananlardan daha ağır bir gerçeği ortaya çıkardı”
IŞİD’in 2014 yılında Şengal’deki Ezdi halkımıza karşı yaptığı katliam dünyanın bir çok yerinde tam resmi olmasada jenosid olarak görülmeye başlandı. Elbette IŞİD burada jenosid uyguladı ama böyle bir terörist örgüt bu jenosidi gerçekleştirirken dünyanın bu duyarsızlığından cesaret aldı diyebiliriz. Şengal Jenosidi karşısında dünyanın sessizliği seçmesi, Şengal katliamında yaşananlardan daha ağır bir gerçeği ortaya çıkardı. Ezdi halkımızın nüfus yoğunluğunun az olması IŞİD tarafından rahat bir şekilde hedef alınmasına sebep oldu. Ezidiler tarih boyunca hep sömürü düzeni altında yaşamaya mahkum bırakıldılar ve geçmişte de bir çok katliamla karşı karşıya kaldılar. Bildiğim kadarıyla Şengal saldırılarında 2 bin 100 ile 4 bin arasında insanımız katledildi. 4 bin 200 ile 10 bin 800 arasında kadın ve kız kaçırıldı. 2014 Ağustos ayında yaklaşık 50 bin insan Şengal Dağı’na kaçmak zorunda kaldı. Bu insanlar 50 derece sıcaklığa kadar yükselen bir ortamda Şengal dağında mahsur kaldılar. Günlerce yardım gücünün ulaşamaması sebebiyle bu insanlar IŞİD tehditiyle başbaşa kaldı. Bu durum güçsüzleşmeye, açlığa ve ölümlere yol açtı.
“Ezdi toplumu ve inancında coğrafya çok önemli”
Ezdi toplumu büyük oranda Kürdistan bölgesi ile Suriye’de ve bir kesimi de yurtışında yaşıyorlar. Ama Ezidi toplumunun inancında coğrafya çok önemli çünkü bu onların inançlarını korumak için zorunlu bir realite. Zaten kimlik ve inançlarından ötürü hem gururlu hem de çok mutlular. Ama yukarıda bahsettiğim olaylar maalesef Ezdi halkının psikolojisinde büyük yaralar açtı. 1948’de kabul edilen toplu insan katliamlarının yani jenosidlerin engellenmesi yasası ortada dururken 21’inci YY’da Ezidi soykırımı yaşandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası toplumların kabul ettiği bu yasa yeterince yaptırıma dönüşmediği için bu katliamlar yaşanıyor.
Bir hukukçu olarak uluslararası toplumun insanlığa karşı işlenen Ezdi soykırımı suç faillerini yargılama konusundaki isteksizliğini nasıl açıklıyorsunuz? Kurbanların Kürtler ve Ezdiler gibi azınlıklardan olması, bunların yarısından fazlasının kadın olması bir neden olabilir mi?
Dünyanın Şengal Katliamına sesizliği Ezdi inancından veya kadınlara yönelik yapılan bir katliam oluşundan kaynaklı olduğunu düşünmüyorum. Bu konuda hiç bir ülkeyi Ezdi jenosidine sessiz kaldıkları için suçlayamam veya eleştiremem. Sadece üzüntülü olduğumu söyleyebilirim. Bu açıdan da öncelikle kendi kendimizi Kürtler olarak eleştirmeliyiz. Çünkü biz Kürtler olarak bu konuda yeterince hizmet sunamadık. Maalesef Kürtlerin siyasi tarafları arasında bu konuda yaşanan sorunlar hem halk olarak büyük bedeller ödememize hem de elde ettiğimiz bir çok kazanımı kaybetmemize sebep oluyor. Bana göre Ezdi halkımız açısından en iyi çözüm, adil ve bağımsız, Ezidilerin haklarını savunacak bir Kürt lobisi oluşturmak.
“Kürtler birlik içerisinde Avrupa ile daha fazla diplomatik ilişkiler geliştirebilirlerse haklarını kazanma şansları yükselir”
Burada tarihtede siyasi taraflar arasında yaşanan belirgin bazı problemlerden bahsetmek istiyorum. ABD ve İngiltere yetkilileri hem Birinci Dünya hem de İkinci Dünya Savaşları esnanında Kürtlere yönelik güçlü belgeler oluşturmuşlar. Her iki devletin tuttuğu belgelerde Kürtler arası problemler şu şekilde ifade edilmektedir: “Kürt dili içerisindeki lehçe farklılıkları, inanç farklılıkları, çok fazla ve ayrıksı aşiret liderlerinin varlıkları, yurtseverlik ve ulusallaşma konusundaki zaafiyetler.” Buna karşılık olarak çözüm baabında şunlara yer veriliyor: “Kürtler ileriki dönemlerde birlik konusuna daha fazla önem verir, Avrupa ile daha fazla diplomatik ilişkiler geliştirebilirlerse haklarını kazanma şansları yükselir.”
“Kürt partilerinin Ezidi kadınlarımızın kurtarılabilmesi için ortak çalışmayı esas almaları gerekir”
Dünya yöneticilerinin Şengal’de Ezdilere yönelik gelişen jenoside yönelik adaletli davranacaklarına fazla ihtimal vermiyorum. Ne uluslararası kadın örgütleri ne de dünya insan hakları örgütleri IŞİD tarafından kaçırılan kadınlar, kızlar için gözle görülür bir çaba içerisinde değiller. Dünya yöneticilerinin daha fazla dikkatlerini bu jenosidin üzerine çekebilecek adımlar atılmalı, faaliyetler geliştirilmeli. Bu nedenle öncelikle Kürt siyasi hareketlerimizin bu yönlü birbirlerini suçlayıcı tavırlarından vazgeçmeleri gerekiyor. Özellikle halen seks köleleri olarak kullanılan kadınlarımızın kurtarılabilmesi için siyasilerimizin ortak çalışmayı esas almaları zorunludur. Uluslararası hukuk normları her ülkeyi ve o ülkelerde yaşayan bütün biryeleri kapsayıcı nitelikte oluşturulmuştur. Açık bir şekilde bu hukuk, ailelerin uluslararası kanunlarla korunmasını formüle ediyor ve buna bağlı olarak her toplumun egemenlik haklarını koruma altına alacak maddelerle güçlendiriliyor. Bu yasa Birleşmiş Milletlerin 2’inci sözleşmesinde mevcuttur. (Birleşmiş Milletler 1945). Maalesef halen bir çok ülke kanunlara itimat etmiyor. Ezdi davasında, Suriye ve Libya’da gördük ki toplumlar çok rahatlıkla saldırılara uğrayabiliyorlar ve uluslararası yasalar bunun karşısında aciz kalabiliyorlar. Şengal’de Ezdi halkına yönelik gerçekleşen etnik soykırım halen günümüze kadar da Şengal’in sahipsiz olduğu gerçeğini önümüze çıkardı. Uluslararası toplum, BM ve NGO’lar halen bir güvenlik çemberi oluşturma ve yeniden entegrasyon konularında ciddi sonuçlar elde etmiş değiller.
‘Komutan Arian’ Filmi yapma fikri sizde ne zaman ve nasıl oluştu? Bu filmin konusu ve çekim süreci ile ilgili neler söylemek istersiniz? Uluslararası film festivallerinde ödüllerle döndünüz. ‘Komutan Arian Filmi’ ne tür tepkiler aldı?
“Komutan Arîan” filmi, IŞİD çetelerinin geliştirdiği saldırılara karşı Kürt kadınlarının direniş ve mücadelesini yansıtmaya çalıştığım bir belgesel filmdir. Aslında “Komutan Arîan” kadınlarımızın özgürlük ve savaş hikayesidir. Kürt olmamız nedeniyle bu görevi ve sorumluluğu omuzlarımıza yükledik. “Komutan Arîan” Efrinli genç kahraman bir kadın. IŞİD’e karşı savaşında büyük başarılar elde ederek, büyük kahramanlıklara imza atıyor. O’nun cesareti çok dikkatimi çekti ve bu belgesel filmi o’nun adına çekme kararı aldım. Sevgili Arîan, Kobani’de IŞİD karşısında ağır bir şekilde yaralandı. Güney Kürdistan’ın Süleymaniye kentinde tedavi edildi. Tedavi esnasında cesaretinden hiç bir şey kaybetmemişti. Gördüğü tedavi sadece hayatta kalmasını sağladı ama halen gerçek anlamda tedavi edilmesi gereken bir durumu var. Özellikle Suriye iç savaşında halklara yönelik, ağırlıklı olarak da Kürt halkımıza yönelik yaşananlar beni çok üzüyordu. Maalesef orada yaşayan halkımız çok ağır koşullarda insanlık dışı durumlarlarla karşı karşıya kaldılar.
“Sinema Yönetmeni Alba Sottora’nın dikkatini Kürt kadınlarının güçlü askeri yapılanması çekti ve birlikte bir belgesel film çekme kararı aldık”
Kürt halkı IŞİD gibi vahşi bir örgüte karşı büyük bir direniş sergiliyordu. Bu mücadelenin en güzel gelişmesi Kürt kadınlarının örgütlenerek dünya insanlığı için silahlı bir oluşum yaratmalarıdır. Demokratik Suriye Güçleri (HSD) yapılanması içerisinde Kadın Koruma Birlikleri’ni (YPJ) kurdular ve yiğit Kürt kadınları, kızları bu örgütlenme içerisinde yer aldılar. Bu durum Sinema Yönetmeni Alba Sottora’nın dikkatini çekti ve birlikte bir belgesel film çekme kararı aldık. Bundan sonra birlikte çalışmaya başladık. 2015’te IŞİD çemberi halen devam ederken Alba Sotorra bütün riskleri göze alarak Rojava Kürdistanı’na geçme kararı aldı ve geçti. YPJ’ye ilişkin bütün gördüklerini kameraya çekti. Savaş sahasında mermi patlatmak elbet çok zordur. Bu anlamda, film çekmekle belgesel çekimi de birbirinden farklıdırlar. Belgeseller hem uzun hem de değişik bölümlerden oluşuyor. Belgesel filmler ile sinema filmleri arasındaki temel fark; amaç ve hedeflerinde saklıdırlar. Belgeseller izleyicilere bilgi ve ilham vermeyi amaçlıyorlar ama sinema filmleri eğlenceyi amaçlıyorlar. Belgesel filmler gerçekleri ve hakikatları esas almaya çalışıyorlar. Bu anlamda belgesel filmimizin realist olması için YPJ’nin günlük mücadelesini belgeledik. Alba Sotorra bu belgesel filmin iyi sonuçlar doğurması için büyük çabalar harcadı.
PREMI GAUDİ ödül töreninde
“Filmin gösterimi için dünyaca bilinen Cannes, Berlin, London, Hot Docs Canada hwd. Gibi festivallerde yer aldık”
Sinema Yönetmeni Alba Sottora bu süreçlerde Rojava Kürdistanı’ndayken 2 hafta boyunca irtibatımız kesildi ve hiç haber alamadık. Hatta öyle ki ailesi ve dostları hayatı konusunda endişeler yaşamaya başladılar. Sonra kendisine ulaşabildik ve belgeselin çekimlerine devam ettik. Bütün bunlarla birlikte bazı konularda bu filmin çekimleri esnasında Avrupa ile Kürdistan Bölgesi gidiş – dönüşlerinde bazı zorluklarla karşı karşıya kaldık. Ama bütün bu zorluklara rağmen belgesel filmimizi başarılı bir şekilde sonuçlandırdık ve film dünyadaki bir çok değerli festivalde gösterime girerek, beğenildi. Bu belgesel filmin gösterimi için dünyaca bilinen Cannes, Berlin, London, Hot Docs Canada hwd. Gibi festivallerde yer aldık. En son Gaudi Ödülü’ne layık görüldük. Ama benim açımdan en önemli kazanım, ödül almak vb. Değil ama Kürt halkının sorunlarını bütün dünyaya yansıtmak benim açımdan en değerli şeydir. Bu anlamda amacımıza ulaştığımızı söyleyebilirim. Buradan sizin aracılığınızla başta Alba Sotorra ve bu belgesel filmin yapımında emek sarfeden herkese tek tek teşekürlerimi iletiyorum.
70 yaşındaki IŞİD'li komutana satılan Ezidi Kızı îman Eidor ve Dr. Solin Hacador. Çektikleri film sahnesinden
IŞİD’in zorla kaçırdığı 9 yaşındaki bir Ezdi kızın 70 yaşındaki bir IŞİD komutanına 100 dolar karşılığında satılmasını ve cinsel şiddete maruz kalmasını konu edinen ‘İman Eido’nun yaşanmışlıklarını film yaptınız. Çekimleri tamamen Kürdistan Bölgesi’nde yapılan bu filmin konusunu ve çekim ekibini film kastı hakkında neler söylemek istersiniz?
‘İman Eido’nun film hikayesi yüreğimi çok sızlatıyor aslında. Herşeyden önce biz insanız ve Ezdi kardeşlerimize yönelik çok ağır bir insanlık suçu işlendi. Îman Eido kaçırıldı ve insanlık dışı yaklaşımlara maruz kaldı. Bende bütün diğer Ezdi kardeşlerim gibi bu acıyı yüreğimin en derinliğinde hissedebiliyorum. Bir Kürt olarak onlara elimden gelen her şekilde yardım etmem gerektiği ve onların sesi olabilme hissiyatım gelişti. İlk olarak İspanya’dan Kürdistan Bölgesi’ne İspanya ve Katalonya’dan oluşan 12 kişilik kadın ekibi geçtik. Duhok, Şêxan, Baadrê ve o bölgelerde filmler çekmeye başladık. Direk olarak Ezdi halkımızın yaşadığı koşullara tanıklık ettik. Bir çok çekim Peşmerge bölgelerinde ve Peşmerge komutanlarının hazır olduğu ortamlarda çekildi. Peşmergelerden çok değerli destekler gördük. Bize güvenlikli bir şekilde hiç kimsenin gitmesine izin verilmeyen bölgelerde çekimler yapmamız için zeminler sundular ve biz buralarda filmler çektik. Peşmergelerin bu içten destekleri bizim açımızdan büyük moral oldu. Aslında kadın sinema ekibi olarak çekimler yapmak, bu esnada kadın örgütlerinin olmaması bizim açımızdan zorlayıcı hususlardı.
“Peşmergelerin içtenlikli yaklaşımları, Ezdi toplumunun kucaklayıcı tavırları dolayısıyla çekimlerimiz çok güzel geçti”
Ama dediğim gibi Peşmergelerin içtenlikli yaklaşımları, Kürt Ezdi ve Müslüman toplumunun kucaklayıcı tavırları dolayısıyla çekimlerimiz çok güzel geçti. 2020 yılının kış ayında film çekimlerine başladık. Bu nedenle yaklaşık 3 ay Kürdistan’da kaldık. 2020 yılında başlayan Kovid 19 nedeniyle zorlu bir dönem yaşadık. Seferler yasaklanmıştı. Bu nedenle Kürdistan’dan İspanya’ya istediğimiz zaman dönme imkanımız olmadı. Ama İspanya Konsolosluğunun yardımıyla NATO helikopteri sağlandı ve ekibimiz İspanya’ya dönebildi. Bütün film çalışmalarımızı Kürdistan’da yapmadık çünkü bir kısmını da İspanya’da yaptık. Henüz film çekimlerimiz devam ederken Avrupa film ödülü aldık. Maalesef Kovid 19 nedeniyle bir çok festival de iptal edilmişti. Şimdi Malaga Film Festivali’ne gitmeye hazırlanıyoruz. Daha sonra bir çok festivale katılmayı hedefliyoruz. Amacımız, Ezdi kızkardeşlerimize yönelik yaşanan çifte standardı bütün dünyaya göstermek ve elimizden geldiğince onlara yardım etmek.
îman Eidor'un film sahnesinden Solin Hacador ve filmde yer alan Peşmergeler
Rojava Kürdistanı ve Güney Kürdistan’da Kürt kadınlarının IŞİD vahşetine karşı silahlı mücadelesini konu edinen filmler Avrupalı yönetmenler tarafından yapıldı. Şimdi de Eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile kızı Chelsea Clinton'ın prodüksiyon şirketi, ‘Kobani'nin Kızları: İsyan, Cesaret ve Adaletin Hikayesi’ kitabını televizyon dizisinin haklarını satın aldı. Batılıların Kürt kadınlarının IŞİD’e karşı mücadelesini işleyen film yapımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Batılıların Kürt kadın direnişi üzerine yaptıkları filmleri gayet olumlu görüyorum. Çünkü yabancı sinemacıların, yönetmenlerin Kürt savaşçılarını konu alan filmler çekmesi Kürtlerin haklarının tanınması açısından zeminler yaratacaktır. Kürt kadın savaşçılar özellikle IŞİD çetelerine karşı emsalsiz bir mücadele yürüttüler. Bu anlamda Kürt kadınları bütün dünyada ses getirecek bir gerçeğe imza attılar, Kürtlerin sesini duyurdular. Yürüttükleri değerli ve kıymetli mücadele ile Kürt sorununu bütün dünyaya duyurarak değerli dostlar elde etmemize vesile oldular.
Sinema kitleler üzerinde büyük bir etki uyandırma gücüne sahip. Sinema toplulukları bir araya getirmek için evrensel bir araçtır. Seyirciler filmde yaşanan sahnelerdeki samimiyetleri gördüklerinde kendileri de aynı şeyleri yaşamış hissine kapılıyorlar. Kuşkusuz sinema filmlerinin insan hissiyatı üzerinde hangi etkiler yarattığı ve burada nasıl bir rol oynadığı konusu önemli bir boyuta sahiptir. Buradan yine sizin aracılığınızla, ABD eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve kızı Chelsea’ya teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Çünkü IŞİD’e karşı savaşan, mücadele veren Kürt kadınlarının filmini çekme kararı aldılar. Aynı zamanda Kürt kadınlarının direnişini, savaşını, mücadelesini ve başarılarını konu alan filmler çeken bütün yabancı sinemacı ve yönetmenlere de teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Kadınların evrensel cesaretleri, sadece IŞİD’i yenmek değil elbette aynı zamanda feminist mücadele, adalet ve eşitlik mücadelelerdir ve bu konuda Kürt kadınları örnek alınacak başarılara imza attılar.
îman Eidor filminden bir görüntü
Kürtlerle ilgili başka filmler de yapmayı düşünüyor musunuz? Mesela, Kürdistan Bölgesi’nde, Baas rejimine karşı kahramanca direnen, 1974’te işkenceden geçirilen ve idam edilen Leyla Qasim var. Saddam Hüseyin’in 1980 ile 1990 arası, 182.000 Kürt’ün katledildiği “Enfal” var. Bu esnada binlerce kadın ve çocuk canlı olarak toprağa gömüldü. Aileler hala kayıplarını arıyorlar. Kuzey Kürdistan ve Doğu Kürdistan’da nice mücadeleci güçlü kadınlarımızın yaşanmışlıklarını sinemaya aktarmayı düşünüyor musunuz?
Sinema benim esas alanım değil ama çok seviyorum. Bu konuda gönüllü birisi olarak çalışmalar yürütüyorum. Eğer fırsatım olursa Enfal katliamına yönelik bir çalışmaya da katılmak istiyorum. Bu tarihsel süreci sinemaya aktarmak çok önemli bir şey ve bunu bütün dünyaya duyurmak gerekiyor. Özellikle dünyaya şunu göstermek gerekiyor; diktatörler ve insanlık suçu işleyenler er veya geç mutlaka cezalarını çekeceklerdir. Aynı şekilde gelecek nesiller Enfal Katliamında neler yaşandı mutlaka öğrenmelidirler. Örneğin; Holokost gerçeği sinemalaştırılarak hiç bir zaman unutulmaması sağlandı. Biz Kürtler olarak daha fazla katliamlara maruz kaldığımız için bu konuda daha fazla örgütlenmeliyiz. Özellikle suçluların deşifrasyonu ve cezalandırılması için daha fazla çaba harcamalıyız. Diğer taraftan Leyla Qasim gibi bir Kürt kadın kahramanının hayatını da sinemaya çekmek istiyorum. Öyle ki; o kadar çok değerli Kürt kahramanlarımız var ki, bilhassa bu kahramanlarımızın filmleri çekilirse Avrupa’nın Kürt siyasetçilerine karşı büyük suçlar işlediği ortaya çıkar. Ama bu elbette benim zamanım ve fırsatlarımla alakalı bir durum. Özellikle “Komutan Arîan” ve “Şengal” filmlerinin çekimleri için gönüllü olarak çok zaman ayırdım. Bunun için ciddi maddi imkanlar gerekiyor ve maalesef ben böylesi güçlü gelirleri olan bir insan da değilim. Aynı zamanda yaptığım bu yönlü çalışmaları da ticari olarak kullanmadığım için bir gelir durumu söz konusu değil. Firmalar bu tür faaliyetleri ticari amaçlarla yapma hakkına sahipler ama ben bunu kendi açımdan etik görmüyorum. Bu nedenle ticari yaklaşımın dışında duruyorum. Son olarak; böylesi bir röportajla duygularımı ve çalışmalarımı izah etmem için bana imkan sunduğunuz için bir kez daha teşekkürlerimi belirtmek istiyorum.[1]