Mehmet Müfit
Musul şehrinin 10 Haziran’da, sunni aşiretler koalisyonunu arkasina alan cihatçi-islamci Da’eş örgütü ve eski Baas’çilardan oluşan ittifak sonucu ele geçirilmesiyle başlayan Irak’taki iç savaş, yeni bir boyut kazanarak şok etkisi yaratmiştir. Sunni Araplarin en geniş ittifaki neticesinde, aslinda 6 Haziranda başlayan saldiri, merkezi otoriteye bağli askeri ve polis güçlerinin direnişiyle karşilaşmadan nisbeten «kolay» bir şekilde Musul’un ele geçirilmesiyle sonuçlanmiştir.
Kürdistan Federe yönetimi aylar öncesinden Bağdat hükümetini defalarca uyarmasina karşin hiç bir ciddi tedbirin alinmadiği görülmüştür. Musul valisi Athil Al-Nujaifi, kaçip Hewler’e siğinmasindan sonra uluslararasi basina verdiği mulakatta Irak ordusunun bütün uyarilara rağmen hiç bir direniş göstermeden şehri Islamci-Baas’çi koalisyona bütün askeri malzemeyi birakarak kaçtiğini beyan etmiştir.
Musul şehrinin bu kadar kolay ele geçirilmesinin esas sebebi Sunni kitlelerin isyana yoğun bir şekilde katilmasi sonucu olmuştur. Musul’un düşmesi herhangi bir şehrin ele geçirilmesiyle mukayese edilemez büyüklükte bir etki yaratmiştir. Çünkü Musul, Irak’ta ekonomik ve ticari zenginliğiyle sadece iki milyonluk nüfusuyla karakterize edilmez, ayni zamanda en gerici, en milliyetçi ve Irak’taki güçler dengesini belirleyen şehir olarak karakterize edilmektedir.
Hiç bir siyasi güç Musul’un desteğini arkasina almadan Bagdat’ta hüküm sürememiştir. Arap milliyetçiliğinin en güçlü olan cennahini oluşturan Musul’un söz konusu koalisyon tarafindan ele geçirilmesinin yarattiği şok etkisi bu özelliklerinden kaynaklanmiştir. Musul’un bu karekterini bilmeden Irak’taki yeni siyasi ve askeri durumu izaha kalkişmak eksik kalacağindan dolayi, bu noktaya dikkatleri çekmek, ilerdeki Kürdistan’la sunni Araplar ilişkisini kavramakta yardimci olacaktir. İslamci-Baas’çi koalisyonun kisa sürede Bağdat’in sinirlarina dayanmasini kolaylaştiran esas etken Musul’un oynadiği role bağli olmuştur. Dikkat edilirse, diğer bütün sunni Arap şehirleri Musul’u takip ederek «isyancilarin» safina geçmişlerdir.
Ayrica, Kürdistan’a karşi yürütülen bütün savaşlarin merkezinde Musul Arap gericiliği yer almiştir. Ulusal kurtuluş hareketinin en azili düşmanlari olan Baasçilari besleyen ana damari da yine bu şehir gericiliği oluşturmuştur. Güney Kürtlerinin, Musul şehrine karşi sürekli temkinli olmalarinin tarihi ve siyasi sebeplerini şu söylem açik bir şekilde dile getirmektedir: «Li gel rowi bijî belam ne li gel Muslawî» (Tilkiyle yaşa fakat Musulluyla asla). O bakima, eğer bu dönemde Sunni Araplar Kürdistan’a karşi bir savaşa girişirlerse bunu Musul Arap gericiliği teşvik ederek yapacaktir.
Saddam iktidarinin yikilmasindan sonra, ekonomik ve siyasi imtiyazlarini kaybeden Musul, yine her zaman olduğu gibi belirleyici rol oynamaya başlamiştir. Fakat tabi, şayet Bağdat Şii hükümetine karşi Sunni örgütlerin en geniş ittifaki olmamiş olsaydi Musul son sözü söyleyemezdi. Bu «heteroklite» guruplaşma esas olarak dört kategoriden oluşmaktadir: Birincisi; eski Baasçi ordu subaylarindan olusan ve hiç bir zaman teslim olmamis olan nostaljik kesimlerin Izzet al-Duri’nin başinda olduğu «Nakşibendi yolundaki Ordu» örgütüdür. Ikincisi; «müslüman kardeşler»in Irak uzantisi olan «1920 devrimi Tugaylari» teşkilatidir. «Müslüman Kardeşler» örgütüne yakinliğiyla taninan bu örgüt, Al-Kaida’ya karşi tavir almasiyla ve Irak iç savaşinda ABD’nin oluşturduğu ve finanse ettiği Sunni milislerden oluşan «Sahwa» birliklerinde yer alarak Cihadistlere karşi mücadeleye katilmiş51lardir. Üçüncü kategoride yer alanlar; bir çok eski Baasçi ve islamci local gruplari kapsamaktadir. ABD’nin Irak’i işgal etmesiyle silaha sarilip daha sonralari çoğu «Sahwa» milis güçlerinde yer almişlardir. ABD’nin Irak’i 2011’de terk etmesinden ve Maliki hükümetince diştalanmalarindan sonra süreç içinde Da’eş’le birleşmişlerdir. Dördüncü ve sonuncu grup kategorisi; aşiret şefleri tarafindan oluşturulan «Devrimci Askeri Konseyleri» cephesidir. Bütün Sunni şehirlerde örgütlü olan bu aşiretler cephesinde yer alanlarin, son derece radikal Arap ve Sunni olmalari dişinda hiç bir özellikleri yoktur.
Irak, artik eskisi gibi olmayacaktir
Herkesin açik bir şekilde görüpte üzerinde hem fikir olduğu gerçeklik, Musul’un Sunni Araplarin kontrolüne geçmesiyle iç siyasi dengeleri bozulan Irak’in artik eskisi gibi olmayacağidir. Da’eş ve yukarida sözünü ettiğim radikal ve barbar gruplardan oluşan «heteroklit koalisyon» hizla Sunnilerin yoğun olduğu şehir ve bölgelerde yeni sinirlar oluşturmaktadir. Eski Baasçilarin nostaljisiyle birleşen cihadistlerin maddi (uluslararasi stratejik sorunlar kuruluşlari 1 miyar 100 milyon nakit paradan söz etmektedirler) ve askeri imkanlariyla artik geriye dönülmez «yeni» Irak ortaya çikmiştir. Kendi içlerinde ciddi bir bölünme yasamadiklari müddetçe ve etkili bir diş müdahale olmadiği sürece bu mevcut durum değişmeyecektir.
Irak’ta çözüme doğru gitmektense, iç savaşin yayilmasi ve yoğunlaşmasi daha muhtemel görünmektedir. Siyasi bir çözümün bulunmasi doğrultusunda, ABD’nin ve Iran’in ortak müdahaleleri ve girişimleri şimdilik bir netice vermemiştir. Bir Temmuz’da toplanan Irak parlamentosu daha ilk oturumunda, bir çözüm arayişina giremeden Kürt milletvekillerine yapilan irkçi saldirilar sonucunda dağilmiştir. Maliki ve şurekasi, iktidari birakip Kürtleri ve Sunnileri kapsayan yeni arayişlar içine girmektense sekter ve dişlayici olmaya devam etmektedir. Bu durumda, çözüm olarak önerilen «geniş bir koalisyon» hükümetini kurma, dini mezhepler üstü bağimsiz bir milli ordu oluşturma ve geliştirme hedefi tutmamiştir. Bu perspektif artik geçmişte kalmiştir; yeni fiili bir durum ortaya çikmiştir.
Da’eş, 9 Haziran’da başlattiği saldiriyla ele geçirdiği Sunni şehirleri ve Suriye’nin bir kismini kapsayan bölgeleri de içine alarak Halep’te başlayip Diyala’ya kadar uzanan bir «İslam Halifeliği» kurduğunu 29 Haziran’da ilan etmiştir. Osmanli Imparatorluğu’nun yikilmasiyla ortadan kalkan Halifelik yeniden kurulmuştur. Şimdiye kadar maddi ve askeri planda Körfez ülkeleri ve Türk devleti tarafindan el altindan desteklenen Da’eş bundan böyle, devlete dönüştükçe bölge devletleri tarafindan farkli düzeyde ele alinacaktir. Her şeyden önce Şii İran’in, Irak’taki mevcut nüfusunu dengelemek için Suudi kiralligi tarafindan destekleneceği muhtemeldir.
Sonuçta, Arap milliyetçiliğinin güçlü bir tezahürü olan Da’eş ve eski Baas’çilar, Irak’ta sunni şehirleri kontrolleri altinda tuttuklari müddetçe güçler dengesinde hesaba katilacaklardir.
Güney Kürdistan’da, bağimsizlik ilan etmek pratik sorun olmaktan ziyade bir vizyon ve strateji sorunudur
Irak’taki iç savaş ve mevcut durum, hiç süphesiz Güney Kürdistan Federe yönetimine ve politik güçlerine Kürdistan’in geri kalan bölgelerini kurtarma doğrulsunda yeni imkanlar ve firsatlar yaratmiştir. Eninde sonunda Araplarla yapilacak bir savaşla merkezinde Kerkük’ün bulunduğu bölgelerin kurtarilmasi beklenilirken, Da’eş’in başlattiği Sunni Araplarin ayaklanmasiyla sözkonusu bölgeler çatişmasiz ele geçirilmiştir.
Bilindiği gibi, güney Kürdistan’da bütün bir ulusal kurtuluş hareketi sürecinde yapilan savaşlarin hepsinin merkezinde «Kerkük sorunu» yer almiştir. Kerkük’süz Kürdistan düşünülemez olduğundan dolayi «Kerkük dilê Kurdistane» yada «Kerkük Kudsa Kurdistane» siloganlari formüle edilmiştir. Güneyli Kürtler, bir anlamda 10 senedir yapmak istediklerini cihadist Da’eş’in başinda bulunduğu sunni koalisyon güçlerinin yarattiği fiili durumla gerçekleştirmişlerdir. İhtilafli bölgeleri kurtarmak için, agir bedeller vermeyi bile düşündüklerini söyleyen YNK polit büro üyesi Adnan Mufti, bu durumu «Kürtlerin rüyasi konkretize olmuştur» şeklinde izah etmektedir.
Peşmerge güçlerinin Musul’un kuzey doğusundan Kerkük’e ve Xanikin üzerinden Mendeli’ye uzanan bölgelere yerleşmesi yeni umutlarin ve siyasi taleplerin formüle edilmesine yol açmiştir.
Bu durum; Irak’taki iç savaş ve ihtilafli bölgelerin ele geçirilmesi, güney Kürdistan’da bağimsizliğin ilan edilmesinin koşullarinida yaratmiştir.
Ne var ki, sorun öyle sanildiği gibi kolay görülmemektedir. Her şeyden önce, bağimsizlik, kalici alt yapinin her düzeyde oluşturulmasindan geçer; buda siyasi, askeri, ekonomik ve diplomatik hazirliği şart koşar.
Bu perspektifle soruna yaklaşildiğinda, genel olarak güney Kürdistan’i uzun dönemden beri taniyanlarin ve bilenlerin gözlemledikleri gibi, iki paralel durum söz konusu olmuştur; iç bölünme ve bölge devletlerinin diş müdahaleleri. Bu, iç ve diş ciddi engellerin var olduğuna tekabül etmektedir: İç engeller, öncelikle güneyin hala «iki başliliktan» kurtulmadiği gerçeğiyle karakterize olmaktadir. PDK ve YNK, iki ayri siyasi, askeri, ekonomik ve güvenlik aparatlarina sahiptirler. Bu sancili durum, devlet kurumlaşmasi önünde ciddi bir handikap oluşturmaktadir ve bütün çabalara karşin nisbeten uzun sayilabilecek zaman sürecine rağmen hal edilememiştir. Musul’da PDK peğmergeleri ön planda olasina karşin, Kerkük ve Xanikin’de YNK peşmergeleri ön cephede bulunmaktadir. Müşterek askeri bir strateji yerine, iki siyasi partinin hükümet üstü «otonom» konumlarinin bir yansimasi olarak bu durum ortaya çikmiştir.
Diş engellerin başinda öncelikle, Iran ve Türkiye’nin güney Kürdistan üzerindeki tarihsel etkileri gelmektedir. Bu etkilerin öyle siradan ve yüzeysel olmadiğini görmek önemlidir. PDK ve YNK arasindaki rekabet ve iç savaşlarin yarattiği derin bölünmenin ve başindan beri «parçaci siyasetin» yol açtiği ortamlar bu iki düşman devletin nüfuzlarinin oldukça ciddi engeller oluşturduğunu görmek gerekiyor. «Şerê birakujî» diye tabir edilen iç çatişmalarin sebebi hem kendileri ve hem de bu iki devlet olmuştur. Şartlar ve koşullar değiştikçe ilişkiler ve çikarlarda değişmiştir ama Kürdistan, nüfuz ve etki alani olmaya devam etmektedir. O bakima, Iran ve Türk devletiyle olan karmaşik ilişkiler boyutu bağimsizlik önünde ikinci büyük engeli oluşturmaktadir.
Ayrica, büyük uluslararasi güçlerin; ABD, Rusya, Avrupa Birligi’nin «bağimsiz Kürdistan» politikalari şimdilik yoktur. Bu güçler, daha çok Irak’in birliğinden yanadirlar ve Kürtleri, Sunnilerle Şiiler arasinda bir denge unsuru olarak görmektedirler. Görüldüğü gibi, Irak’ta çikarlarinin kesişmesi sonucu olarak ABD, Rusya ve İran şu an bir «ittifak» içindedirler. Da’eş’in «Islam Devleti»ni kurmasini hiç bir uluslararasi güç kabul etmemektedir ve daha ne olacaği belli değildir. Irak’ta iç savaş dahada yoğunlasarak yayilacaktir. Dolayisiyla, Araplar arasi savaşin Kürdistan’a siçramasi muhtemeldir. Kerkük bu savaşin merkezi olacaktir. Burada dikkatleri çeken bir başka husus gözlemlenmektedir; Türk devletinin «sessizliği». Öyleki bu durum uluslararasi medya organlarinin bile dikatini çekmiştir.
Toparlamaya çalisirsak şayet, güney Kürdistan siyasi güçlerinin ilk etapta «kurtarilmiş bölgeleri koruma stratejisi» izleyeceklerdir. Bu bölgelerin askeri ve siyasi durumlarina açiklik kazandirmadan bağimsizlik ilan etmelerinin beklentisini gerçekçi görmek doğru olmayacaktir. Kek Mesud’un geçen Perşembe günü «autodetermination için referandum organize etme» çağrisi daha çok iki yönlü siyasi sebeplere dayaniyor; birincisi, YNK ve Gorran’a ilişkin özellikle Kerkük’te zayif olan pozisyonunu güçlendirmek, ikincisi, Bağdat’ta olasi yeni bir hükümet kuruluşunda Kürtlerin pazarlik marjini genişletmek.
Irak’in yeni durumunu görüşmek için Kürdistan’dan ABD’ye giden heyete, B. Obama’nin sözcüsü Josh Earnest ve Joe Biden «Irak’in birliğine ve bütün komünoteleri kapsayan» yeni bir hükümetin kurulmasina vurgu yaparak Kürdistan’in bağimsizliğina onay vemediklerini açik bir şekilde belirtmişlerdir. Zaten, ABD diş işleri bakani J. Kerry ile Hewler’de yaptiği görüşmede Kek Mesud, «mevcut değişikliklerle yeni bir realite ve yeni bir Irak’la karşi karşiyayiz» «ama, bu krize bir çare bulmaya çalişiyoruz» demesi ABD’nin istemine uyacaklari mesajini vermiştir.
Kendi payima, şimdilik, yeni siyasi ve askeri konjuktürde bunun dişinda, üst düzeyde oluşturulmuş, bağimsizliğa götürecek tarihi bir misyonu omuzlayabilecek derinlikte bir politikayi ufukta görmüyorum. Çünkü her şeyden önce güneylilerin, Kürdistan’in bağimsizliği için bir stratejileri ve müşterek bir vizyonlari yoktur. Irak’in yeni siyasi ve askeri durumundan dolayi bağimsizliğa yaklaşmalarina karşin ne kendileri nede mevcut koşullari henüz buna müsait değildir. En azindan, mevcut durumun açikliğa kavuşmasi ve güneyli Kürt liderlerinin önlerini daha açik bir şekilde görmeleri gerekiyor. Muhtemelen, ABD ve diğer uluslararasi güçlerin, Irak’in bütünlüğünü koruma adina askeri ve siyasi girişimlerinin olumlu yada olumsuz sonuç vermesi beklenilecektir. İkinci merhalede güneyliler, şayet bu arada iç sorunlarina bir çözüm bulup ortak bir strateji oluşturabilirlerse ve Iran’la Türk devletinin etkilerini kirabilirlerse, o taktirde bağimsizlik dişinda bir seçenekleri kalmayacaktir.
Bağimsizliğin ilani ayrica, tipki Kosova’da yada Güney Sudan’da olduğu gibi uluslararasi bir desteği şart koşar. Şimdiye kadar, sadece İsrail’den olumlu bir tepki dişinda başka devletten herhangi bir destek mahiyetini taşiyan bir başka açiklama gelmemiştir. (Başka bir tartişma ve değerlendirme konusu olmakla birlikte, son günlerde kuzeyli Kürtlerin Israil’e ilişkin yaptiklari açiklamalarin ve değerlendirmelerin abartili olduğunu düşünüyorum. İsrail’le de dostluk savunulmalidir elbette ama Kürdistan’in içinde bulunduğu jeopolitik gerçeklik farkli düzeylerde daha ihtiyatli yaklaşimlari ve siyasetleri gerektirdiğini önceden bilmekte yarar vardir.)
Bağimsizlikçi Kuzeyli Kürtlerin, Kürdistan’in jeopolitik ve siyasi atmosferini çevreleyen ve koşullandiran realiteyi göz önüne almadan güneyli Kürt siyasi parti liderlerinin bağimsizlik ilan etmelerini istemelerini fazla gerçekçi görmüyorum. Bağimsizliğin koşullarinin daha fazla oluştuğu açiktir. Bundan dolayi, güneyin son durumu özellikle biz bağimsizlikçi kesimlerin duygularini kabartmaktadir. Ama biliyoruz ki, duygularla siyaset yapilmaz.
Güney Kürdistan’da, ne var ki, bağimsizligin gerçekleşebilmesi için yukarida kisaca özetlemeye çaliştiğim gibi mevcut durumun dahada açiklik kazanmasi ve şartlarin dahada olgunlaşmasi gerekiyor. En azindan, kurtarilmiş bölgelerin muhafazasi şarttir. Bence, bu gün gelinen aşamada, güneyli Kürt siyasi sinifi, siyasette başarisiz kalmiş olan biz kuzeyli Kürtlerden daha ihtiyatli ve daha temkinli davranmaktadirlar. Siyaset yapma tecrübelerinin kuzeylilerden daha ilerde olduğu açiktir.
Siyasetin niteliğini ya «emosyonellik» yada «rasyonellik» belirler. Biz Kürtlerin, bütün tarihi süreçler boyunca çoğu zaman yapilan «emosyonel» politikalar yüzünden kaybettiğimizi bilmek ve görmek gerekiyor. Kuzeyli Kürtlerin hala o aşamada kaldiklarini ifade edersek abartiya kaçmiş olmayacağimizi belirtmek gerekiyor. Duygulardan hareketle güneyli Kürtlerden hemen bağimsizlik ilan etmelerini istemek gerçekçi değildir. Kendi halimize bakmadan, Güneylileri bazen haksiz ve temelsiz biçimlerde eleştirmekten geri kalmiyoruz. Eleştiri olmalidir elbette, ama Kürtlük bilincine hizmet etmeyen karşitlik ve düşmanlik yapmak doğru değildir. 7 Temmuz 2014[1]