Umut hakkına saldıranlar aslında demokratikleşme ve barış sürecinin önünü tıkamak adına bunu yapmaktadırlar.
Muhatabıyla, meclisiyle ve toplumun katılımıyla bütünlüklü bir çözüm stratejisi hem Türkiye hem de Ortadoğu açısından demokratikleşme ve barış sürecinin önünü açacaktır.
Artık cehennemin gerçekliğini sorgulamıyoruz; içinde yaşıyoruz. Masayı devirdikleri gün tüm ülkenin bu masanın altında kalacağını tahmin edebilecek akıldan yoksun olanlar bugün topyekûn çöküşün müsebbibidir. Buna #Kürt# meselesinin demokratik çözümü adına siyaset üretemeyen herkes dâhildir. Türkiye’de bugün siyasi tartışmalara baktığımızda işgal altındaki Bizans insanın aklına geliyor. #HDP#’yi tartışarak kamplaşan ana akım siyaset bu büyük çöküşü hızlandırmaya devam ediyor.
Tecritte ısrar eden, umut hakkını yok sayan iktidarla birlikte görevli muhalefet de İmralı’yı yok sayarak ‘resmi’ görevini sürdürüyor. Kürt meselesini çözümsüz bırakarak yol alınabileceği yanılgısı siyaseti yutmuş durumda. Oysa bu mesele çözülmeden Türkiye’de siyasetin özgürleşmesi de ekonominin istikrara kavuşması da mümkün değil. Toplumsal barışı tesis etmek yerine şiddet ve savaş politikalarıyla yol alma ısrarı çoklu krizi derinleştirirken toplumun umudunu da tüketiyor.
Son yedi yılın siyaseten ve ekonomi açısından muhasebesini yaptığınızda ortaya çıkan tablonun belirleyici faktörü kuşkusuz sayın Öcalan’dır. Çözüm sürecinin kesilmesi ve iktidar tarafından masanın devrilmesi sonrası yaşanan gelişmelere baktığımızda siyasi denklemde Öcalan etkisini daha iyi anlamak mümkün. Bugün otoriter şefçi bir rejimim faşizmi kurumsallaştırmış ve ekonomide yaşanan derin krizin kalıcılaştırmış olması başta olmak üzere bu sürecin yaratmış olduğu büyük tahribatın nedenini anlayamayan, anlamak istemeyen bir siyasetin sorunlara çözüm üretmesi de mümkün değil. Bu süreci bırakın analiz etmeyi, anlamayı en temel insan haklarını da, umut hakkını da yok saymaya devam eden muhalefet iktidara karşı ‘çaresiz sessizliğini’ sürüyor.
Irkçı bir nefret söylemini sürekli üreten, ayrımcılığı körükleyen ve Kürt düşmanlığını ve HDP karşıtlığını siyasetin merkezine oturtan iktidara karşı muhalefetin hali gerçekten içler acısı. HDP Türkiye halklarının umududur. Onu umut kılan çözümde ısrarıdır.
Çözümden kaçanların HDP’den kaçması da doğaldır. Ama bu kaçışın Türkiye halkları için bir seçenek yaratamayacağı da ortadadır. HDP Kürt meselesinde çözümün tüm meselelerde çözüm adına kritik önemde olduğunu, bunun da ancak doğru bir siyasi stratejiyle mümkün olabileceğini kararlı ve ısrarlı bir şekilde siyasetin gündemine taşıyor ve orada tutuyor. Bundan rahatsız olanlar militarist ve neoliberal kapitalist sistemin sürdürülmesinde ısrar edenlerdir, köhne rejimin tapınağını savunma adına ülkeyi cehenneme çevirenlerdir…
Çözüm bu çok boyutlu sorunun çoklu düzlemde ve müzakereci bir akılla gerçekleşebileceğini bilmekle mümkün olabilecektir. Rejimin ve sistemin yeniden yapılanması ancak sürecin önünü açabilir. Muhatabıyla, meclisiyle ve toplumun katılımıyla bütünlüklü bir çözüm stratejisi hem Türkiye hem de Ortadoğu açısından demokratikleşme ve barış sürecinin önünü açacaktır. Bu kuşkusuz Öcalan’ın ortaya koyduğu savların çözüm adına yaratmış olduğu belirleyici etkiye bağlıdır. Bu nedenle umut hakkına saldıranlar aslında demokratikleşme ve barış sürecinin önünü tıkamak adına bunu yapmaktadırlar.
Yaratılmış ve sürdürülen tahribatın boyutları artık hesaplanamaz ölçülerdedir. Siyaseten ortaya çıkan tablonun ne denli vahim bir hal aldığını seçim tartışmaları ve siyasi pazarlıklar sürecinde izliyoruz. Ekonomideki durum ise henüz idrak edilememiş olsa gerek ki hala savaş harcamaları ve militarist yatırımlar hız kesmeden sürüyor. 2023’e hamaset ile hazırlanan Türkiye yitirdiği on yılı telafi edemeyecek bir duruma sürüklenmiş durumda. Her şeye rağmen umudumuzu tüketmek adına bize saldıranlara karşı yeniden umudu büyütmek adına direnmeliyiz, mücadeleyi büyütmeliyiz. Çözümü biliyorsak çözüm olmalıyız…[1]