Eskiden “Sıcak takip hakkı” denerek “sınır ötesi” harekatlar yapılırdı. Herkes de biliyor ki, sınırın ötesi de berisi de #Kürdistan#’dır. Sınırlar Kürdistan’ı bölme- parçalama-paylaşma amacıyla çizilmiştir.
Uzun yıllardır “sınır ötesi harekat” sözüne ve tezkerelerine Türkiye’nin kulağı alışkın. Bu sınırı kim, ne zaman, nasıl çizmiş? Burada yaşayan halka soran olmuş mu? Hiç bilmeyen-duymayanlar bile Kemal Sunal-Metin Akpınar’ın karamizah şaheseri olan Propaganda filminde görmüştür. Bir gecede çekilen tel örgülerle aynı aileler bile ikiye bölünüp bir kısmı Suriyeli bir kısmı da Türkiyeli yapılmıştır. Araya dikenli tel örgüler, mayın tarlaları, nöbetçi kuleleri uzun yıllardır halka kan kusturmaktadır.
Son dönemde iyice kızışan Başûrê Kurdistan’a yönelik işgal harekatı da katliamlarla sürmektedir. Sivillere yönelik saldırı ve katliamların son örneği Zaxo’daki turist gruplarının katledilmesi olmuştur. Görülmüştür ki, Erdoğan-Bahçeli diktası açıkça dile getirdiği Efrîn’in işgaliyle ilk adımını attığı, Kerkük, Musul bölgesini işgal planlarından vazgeçmiş değildir.
Eskiden “Sıcak takip hakkı” denerek “sınır ötesi” harekatlar yapılırdı. Sınırın ötesi neresi, berisi neresi? Herkes de biliyor ki, sınırın ötesi de berisi de Kürdistan’dır. Sınırlar Kürdistan’ı bölme- parçalama-paylaşma amacıyla çizilmiştir. Şiirlere, romanlara- filmlere konu olan ve her metresinden kan sızan bir sınırdır. Kürdistan halkı bu sınırı hiçbir zaman kabul etmemiştir. Bu nedenle kaçakçı denilip vurulmuş, kırılmıştır. Halkın bir taraftan diğer tarafı, çıplak gözle gördüğü akrabalarını ziyareti bile kaçakçılık sayılmıştır.
Suriye krizi ilk çıktığından beri Erdoğan 30 Km’lik bir tampon bölge istemektedir. Bu 30 Km’yi kim çizecek, kim denetleyecek? Açık ki, çeşitli bahanelerle 30 Km. tampon bölge ilan edilirse uygulamada bunun kaç Km’ye varacağını Erdoğan belirleyecektir. Bugün böyle bir anlaşma yok iken, fırsatını bulunca Efrîn’i ve Başûrê Kurdistan’ın birçok bölgesini fiilen işgal eden ve diğer bölgelerini işgal hazırlığı yapan Erdoğan’ın eline fırsat geçince gözünün kestiği her yeri işgal edebileceği açıktır. İşin daha da önemli yanı, bu sadece Erdoğan-Bahçeli diktasının değil devletin genelinin politikasıdır. Bugüne kadar sınır ötesi işgal harekatına karşı çıkan olmamıştır. HDP dışındaki “Sol” bile ne Kıbrıs’ın ne de Kürdistan’ın işgaline karşı çıkıyor.
Barış güvercini kesilip Rusya-Ukrayna arasında arabuluculuk rolüne soyunan Erdoğan, Kürtlere karşı tam bir savaş kışkırtıcısı, işgalci ve leş kargası oluyor. Akşam sabah her türlü muhalefeti ama esas olarak solu ve Kürtleri “dış güçler”in ajanı olmakla suçlayan Erdoğan, her türlü “dış güç”le Kürtlere karşı anlaşmaktadır. Kürtlere karşı sürdürdüğü acımasız inkar-imha-işgal saldırılarının siyasi-mali ve her türlü silah desteği dış güçlerdir. Daha önce “Ay’da bile Kürt oluşumu kurulsa karşıyız” diyen siyasetçilerin kafasını Erdoğan da inatla sürdürmektedir. Bunun sonucu dış güçlere her türlü tavizi vermekte, Türkiye’nin varını-yoğunu peşkeş çekmektedir. Bu arada fırsat bu fırsat diyerek kendisi ve avanesi-savaş rantçıları voliyi vurmaktadır.
Türkiye’de kaç Suriyeli var, Suriyeliler geri gönderilsin vb. soruları dillerine dolayan sağlı-sollu siyasetçi takımı, eğer ciddi iseler sorunların etrafında dolaşmayı bırakmalı, sorunun özüne inmelidir. Çok açık ki, sorunun temelinde Kürt sorunu ve devletin Kürtlere karşı yürüttüğü imha-inkar-işgal savaşı yatmaktadır. Bu çözülmedikçe mülteci sorunu da, sözde “terör” sorunu da çözülmez.
Tersine ikisi de büyür ve şiddetlenir.
Öcalan yıllar önce açıkça ilan etmişti:
“Biz coğrafi sınırlara karşı değil sosyal ve siyasal sınırlara karşı savaşıyoruz.”
Öncelikle Kürtleri köle, Kürdistan’ı sömürge olarak tutan sınırları yıkıp eşit, özgür ve barışçı bir yaşamın temellerini atalım ondan sonra ne göç kalır ne de mülteci sorunu. İktidarın da muhalefetin de bunu iyi görmesi ve anlaması gerekiyor.
Yoksa yapılan inkar, işgal ve imha planları sadece Kürdistan’ı değil, bütün Türkiye’yi ve bölgeyi ateşe atmaktadır.[1]