1990’ların spikerlerinden Gülgûn Feyman, ‘ben dil uzmanıyım’ diyerek, #Kürd#leri, #Kürdçe#’yi küçümseyen, aşağılayan, horlayan bir konuşma yaptı. (T24, 16 Şubat 2022) Ali Duran Topuz, ‘Kürtçe Cahili İleri Kürdologlar Nereden Çıkıyor? başlıklı bir yazı ile bu konuşmayı eleştiren bir değerlendirme kaleme aldı. (artıgerçek, 17 Şubat 2022)
Aynı sıralarda, milliyetçilik, ırkçılık, şovenizm gibi kavramları değerlendiren bir kitap yayımlandı. (Ercan İlgin, Milliyetçiliğe Yeni Bakış, (Hîvda İletişim, 2021, İstanbul) Bu üç yayının dikkate alarak ırkçılık kavramıyla ilgili bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.
‘Yüzlerce değişik lehçeler var, #Kürdler# birbirlerini anlamaz’, ‘Kürdçe medeniyet dili değildir’, ’ilkel milliyetçilik’ gibi söylemler, Kürdlerin, Kürdçe’nin inkârı, imhası yolunda devlet tarafından üretilmiş sloganlardır.
‘İlkel milliyetçi’, ‘ilkel milliyetçilik’ gibi kavramları, 1960’ların sonlarından itibaren, 1970’lerde ve sonrasında, daha çok Milliyetçi Hareket Partisi taraftarı politikacılar, yazarlar, üniversite mensupları kullanırlardı. Bu tür kavramlar, Kürdlerde, milli düşüncenin filizlenmeye başladığı yıllarda, Kürd, Kürdçe sözcükler anılmadan, Kürdleri, Kürdçe’yi hor görmek, aşağılamak, küçümsemek için kullanılırdı.
Gerçek, şüphesiz hiç böyle değildir. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra, Türkiye’de Kürdlerin, Türklüğü konusu çok konuşulurdu. Bu, basında, ilkokuldan üniversiteye kadar bütün eğitim kurumlarında, sivil toplum kurumlarında çok konuşulan, tartışılan bir konuydu.
Askerliğimin bir bölümü 1963 yılında, yaz aylarında, Hakkâri’de, Şemdinli’de sınır bölgelerinde geçmişti. Bölükte Kars Arpaçay’dan bir er vardı. Bu dönemde, sınırda, Kars Arpaçay’dan bu er ile peşmergeler arasında çok rahat bir konuşma geçmişti. Arpaçay (Kars) Şemdinli arasında 650 km. kadar mesafe var. Şemdinli tarafında sınırı geçince Bradost bölgesine varıyorsunuz. Arpaçay-Bradost arasındaki mesafenin 700 km. olduğu söylenebilir. Bradost’un batısında da Barzan bölgesi yer alıyor. (bk. İsmail Beşikci, Söz Konusu Vatansa Bilim Teferruattır, Anılar, İBV Yayınları, Mayıs 2021, s. 23-25)
Bu çerçevede, ‘Çok lehçe var, Kürdler birbirlerini anlamıyor’, ‘Kürdçe medeniyet dili değildir’, ‘ilkel milliyetçilik’ … diyenlere şunu sormak gerekir: Kürdleri, Kürdçe’yi inkar etmek, Kürdçe’yi yasaklamak, gelişimini önlemek için binbir türlü önlem almak, hangi uygarlığın, hangi medeniyetin işidir? Hem Kürdçe’yi yasaklayacaksınız, hem de Kürdler birbirlerini anlamıyor, Kürdçe medeniyet dili değildir, Kürdçe 25-30 kelimeden ibarettir, ilkel bir dildir…’ diyeceksiniz. Ondan sonra da ‘Türkiye’de ayrım gayrım yok, herkes eşittir…’ diye şişineceksiniz.
***
1950’lerde, 60’larda ve daha sonraları, Güney Afrika’da, beyaz yönetim, yerlilere şunu söylüyordu: ‘Sizin renginiz karadır. Siz beyazların içine karışmayın. Sizin, mahalleleriniz ayrı olsun, okullarınız, hastaneleriniz, ayrı olsun, taşıt araçlarınız, kafeleriniz, ayrı olsun, parklarınız, bahçeleriniz, sinemalarınız, plajlarınız … her kurumunuz ayrı olsun. Siz beyazların içine karışmayın.’
Beyaz yönetim, bu anlayış çerçevesinde, ‘Bantustan’ denen, dikenli tellere çevrili çok geniş alanlar kurardı. Bantustanların alt yapı hizmetleri çok elverişsizdi. Sık sık elektrik kesintileri olurdu. Sık sık su kesintisi olurdu. Sık sık kanalizasyonlar tıkanırdı. Ama buralarda yerliler kendilerini, kendi hayatlarını yaşardı. Yerlilerin kendi aralarında kavgalar olduğu zamanlar, beyaz yönetimin polisleri, Bantustanlara giremezdi. Buna ırkçı yönetim Apartheid deniyor.
Irkçılık, 17 yüzyılın ortalarından itibaren Boerlerin Güney Afrika’ya , Kap’a yerleşmeleriyle başladı. Boerler Hollandalı göçmenlerdi. Bölge 1795 yılına kadar Hollandalılar tarafından yönetildi. Bölge, 1806’da İngilizlerin eline geçti.
1950’lerde ve daha sonraları ABD’de de benzer bir süreç yaşanıyordu. Afrika kökenli siyahiler, beyazların bindiği taşıt araçlarına binemezdi. Siyahiler çocuklarını, beyazların çocuklarının gittiği okullara gönderemezlerdi. Beyazların girip çıktığı sinemalara siyahiler gidemezdi. Beyazların girip çıktığı kafelere, eğlence salonlarına siyahiler giremezlerdi. Özellikle, Florida, Georgia, Tenessee,, Alabama, Luisiana, Teksas, Kansas, Colorado, New Meksico, Arizona, California, Newada gibi ABD’nin güney eyaletlerinde bu çok yaygın bir tutumdu. ABD tarihinin kara lekesi olarak bilinen Klu Klux Klan (KKK) faaliyetlerinin en çok bu eyaletlerde gerçekleştiği yakından bilinmektedir.
Klu Klux Clan örgütü, Afrika kökenli siyahilere karşı, 1860’ların ortalarında, Kuzey, Güney Savaşı sırasında kurulmuştu.
Malcolm X’in (1925-1965), Martin Luther King’in, (1929-1968) Angela Davis’in (d. 1944, Alabama) bu ırkçılıkla mücadeleleri dikkat çekici bir süreçtir. Malcolm X’in, Newyork’da, Martin Luther King’in Tenessee’de suikastle katledildiği en ufak ayrıntısına kadar açık bir şekilde biliniyor. İnsan Hakları savunucusu Angela Davis’in savunmaları nedeniyle baskıya, soruşturmalara uğradığı biliniyor.
***
Türkiye’de, Türk yönetimi, Kürdlere şunu söylüyor: Ayrım-gayrım yok, beraber yaşayacağız. Kürdler-Türkler birlikte yaşayacak. Ama kendi öz kimliğinizi, dilinizi, kültürünüzü reddedeceksiniz. Türkleşeceksiniz, Türk olacaksınız. Benim dilim-kültürüm vs. taleplerinden vazgeçin…
Böyle bir sonuca ulaşmak için, devletin, 1920’lerden beri daha doğrusu Cumhuriyetle birlikte Kürdlere, Kürdçe’ye karşı çok yoğun çok yaygın asimilasyon politikaları geliştirdiğini, uyguladığını yakından biliyoruz. Bu politikaları, uygulamaları Kürdleri aşağılayarak, Kürdlere hakaret ederek yaşama geçirdiği de yakından biliniyor.
artıGerçek TV’de, Alin Ozinian, 12 Şubat 2022 günü, Ali Duran Topuzla, ‘Alevilik, Kürdçe yasakları, ’Kamber Ateş nasılsın?’, İpek Ateş …’ konularında bir söyleşi gerçekleştirdi. Bu söyleşide, Ali Duran Topuz, çok dikkate değer bir olay açıkladı. Ali Duran Topuz, şöyle dedi: ‘1930’larda, devlet, aydınlar, Türkçe bile bilmeyen canlılardan söz ediyorlardı.’ Dikkat edelim, ‘Türkçe bile bilmeyen insanlar’dan söz edilmiyor. ‘Türkçe bile bilmeyen canlılar’ denerek, Kürdler hayvan olarak nitelendirilmeye çalışılıyor, insan olmanın temel koşulunun, Türkçe bilmek olduğu vurgulanıyor.’
Kişi olarak, ‘senin rengin kara, sen beyazların içine karışma, senin yaşam alanların, bütün toplumsal kurumların … ayrı olsun’, ırkçılığına göre, ‘Kürdler, Türklerle birlikte yaşayacak, ayrım-gayrım yok, sen Türklerle birlikte yaşayacaksın, ama, kendi kimliğini, dilini kültürünü reddederek, Türkleşerek, Türk olarak, Türk dili ve kültürüyle yaşayacaksın, Türk gibi yaşayacaksın … ‘ ırkçılığının çok daha ağır, ezici, yok edici bir ırkçılık olduğunu düşünüyorum.
***
Burada, bir konuya daha dokunmak gereğini hissediyoruz. Resmi ideolojini şöyle bir söylemi var: Türkiye’de ayrım-gayrım yoktur. Türkiye’de herkes her kurumun başına gelebilir, devlet bürokrasisinde her kademede görev alabilir. Örneğin, Kürdler, öğretmen olabilir, kaymakam, vali olabilir, genel müdür vs. olabilir. Emniyet teşkilatında görev alabilir, orduda görev alabilir, general de olabilir, milletvekili vs olabilir. Bakan, Başbakan, hatta, Cumhurbaşkanı olabilir… vs. Bu sadece resmi ideolojinin görüşü değildir. Genel olarak basın mensuplarının, yazarların, üniversite öğretim üyelerinin vs. görüşü de bu merkezdedir.
Peki, devlet bürokrasisinde her kurumun başına gelebilenler Kürd olabilir mi? Hayır… Kürd olmanın gereklerini, örneğin anadilde eğitimi talep edebilir mi? Hayır. Zaten devlet bürokrasisinde, her kurumun başına gelebilmenin temel koşulu, Türk olmaktır. Kürd olmayı reddetmektir.
1982 Anayasası madde 66 şöyle demektedir. Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür. 1991 yılındaki Halkın Emek Partisi (HEP)’ten, Halkların Demokratik Partisi (HDP)’ye kadar olan gelişmeler hatırlayalım. Bu madde gereğince Kürdler de herhangi bir Türk gibi siyasal parti kurabiliyor, siyasal partilerde görev alabiliyor. Milletvekili vs. olabiliyor. Ama Kürdlerle ilgili hak talebİnde bulundukları zaman sorunlarla karşılaşıyor. HEP’ten HDP’ye kadar bütün siyasal partilerin Kürdlerin demokratik ve ulusal haklarını talep ettikleri, savundukları için Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldıkları biliniyor. 1990’lardan itibaren, TBMM’nde dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerini hemen hemen tamamının Kürdler oldukları da yakından biliniyor.
***
Güney Afrika’da 1990’nda Nelson Mandela’nın (1918-2013) cezaevinden tahliye edilmesinden sonra Güney Afrika’da ırkçı beyaz yönetimin etkisi kırıldı. Yerlilerden oluşan hükümetlerin veya yerlilerin de yer aldığı hükümetlerin gelişmesi sürecinde ırkçı yönetimlerin etkisi tamamen kırıldı. Nelson Mandela’nın başkanı olduğu Afrika Ulusal Kongresi’nin bu konudaki rolü büyüktür.
ABD’de de ırkçı yönetimlerin etkileri çoktan kırılmıştır. Barack Obama’nın (d. 1961) 2009-2017 yılları arasında başkanlık yapması bunun doruk noktasıdır. Bugün Afrika kökenli siyahilere, ABD yönetiminin her kademesinde rastlamak mümkündür. Kongre’de de, Senato’da da, eyalet yöneticileri valiler arasında da, orduda da, basında, yargı organlarında, üniversitede de, havaalanlarında pasaport kontrolü gibi işlerde de Afrika kökenli siyahilere rastlamak mümkündür. Örneğin, 1970’lerde, 80’lerde, baskıyla, soruşturmalarla karşılaşan Angela Davis’in 1995’ de, Kalifornia Üniversitesi’nde bir kürsünün başına getirildiği bilgimiz dâhilindedir. Klu Klux Clan faaliyetlerinin azaldığı, giderek yok olma sürecine girdiği de açıktır.
Ama, Türkiye’deki ırkçı yönetim ise, özellikle Kürdlere karşı varlığını sürdürmektedir. Kürdleri Türk yapma programının kararlı bir şekilde yürütüldüğü vurgulanmalıdır. Kürdçe konuşanlar hakkında, hala, orada-burada soruşturmalar, davalar açılabilmesi, çocuklara ilişkin, Kürdçe yayın yapan televizyonların kapatılması, yollarda, caddelerde, sokaklarda, yön bildiren tabelalardaki Kürdçe sözcüklerin çıkarılması … bu doğrultuda gelişen politikalarla ilgilidir.
Bütün bunların ötesinde, anadilde zorunlu eğitime karşı çıkılması, devletin ve hükümetin asimilasyonu sürdürme niyetini, bu niyet çerçevesinde oluşturulan politikaları açıkça göstermektedir. Kürdler, tarihin bilinen en eski çağlarından beri, diyelim, M.Ö. en az dört bin yıldan beri bu topraklarda yaşamaktadır. Oğuzların, İran üzerinde Küçük Asya’ya göçleri ise ancak bin yılı bulmaktadır. Kürdlerin, binlerce yıldır yaşadıkları bu topraklarda öyle politikalarla, uygulamalarla karşılaşmaları şüphesiz çok büyük bir haksızlıktır.
***
1990’lara kadar uygulanan Kürd, Kürdçe politikasını hatırlayalım. Anadilin inkârı, yasaklanması? Büyük Britanya’nın ve Fransa’nın, Afrika’da ve dünyanın başka yerlerinde geliştirdikleri sömürge yönetimlerinde böyle bir yasağın gündeme gelmesi söz konusu değildir. İspanyol ve Portekiz sömürge yönetimlerinde, Hollanda, Belçika, İtalyan, Alman sömürge yönetimlerinde de böyle bir yasak ve inkâr gündeme gelmemiştir. Birinci Dünya Savaşı’ından sonra, Büyük Britanya tarafından Irak’ta, Fransa tarafından Suriye’de kurulan manda (sömürge) yönetimlerinde de böyle bir durum söz konusu değildir. Kürdistan’ın İran, Sovyetler Birliği, Rusya kesimlerinde de böyle bir uygulama yaşanmamıştır. Anadilin yasaklanması, inkârı, sadece Türk Egemenlik Sistemi’nin Kürdleri, Kürdçe’yi algılama sürecinde gündeme gelmiştir. Kararlı bir şekilde uygulanmıştır. Kürdçe yasaklarının, inkâr ve imha sürecinde gündeme geldiği bilinmektedir.
Gelelim, Ali Duran Topuz’un sorusuna: ‘Kürtçe Cahili İleri Kürdologlar Nereden Çıkıyor? Bu soru, makbul vatandaş olup olmama, makbul vatandaş kabul edilip edilmeme durumuyla yakından ilgilidir. Eğer Kürdleri, Kürdçe’yi aşağılayan, horlayan bir yazı yazarsanız, konuşma yaparsanız, ‘Kürdçe zaten 25-30 kelimeden ibaret ilkel bir dildir, Kürdçe medeniyet dili değildir, onlarca lehçe var, dağın bir tarafındaki Kürd öbür tarafındaki Kürdle anlaşamıyor vs. derseniz, ‘ilkel milliyetçilik’ten söz ederseniz … makbul vatandaş olursunuz. Siyasal ve ekonomik hayatta önünüz açılır. Çünkü resmi ideoloji böyle bir vatandaş istemektedir. Böyle bir vatandaş yaratmaya gayret etmektedir. Aksi halde, siyasal, toplumsal, ekonomik hayatta hiç hesap etmediğiniz güçlüklerle karşılaşabilirsiniz.
Bütün bunlara rağmen, özellikle batılılara karşı, ‘tasada kıvançta bir bütünüz’ söylemi de sürdürülmektedir. Hâlbuki Kürdlerin hiçbir başarısına genel olarak Türklerin ortak olduğu görülmemiştir. Kürdlerin yaşadığı acılara genel olarak Türklerin ortak olduğu izlenen, gözlenen bir süreç değildir. Bu kanımca egemen ulus kibriyle ilgilidir. Burada, ‘hiçbir’ sözcüğü çok aşırı denebilir. Şüphesiz, Kürdlerin acılarına, sevinçlerine ortak olan birkaç Türk’ün varlığından söz edilebilir …
Kürd tarafında durum bunun tam tersidir. Türklerin sevinçlerine en çok Kürdler katılır. Türklerin yaşadığı acıları en çok Kürdler paylaşır. Bu da aşağılık duygusuyla ilgili olabilir. Hatırlayalım, örneğin Kıbrıs’ta Türkler bir haksızlıkla karşılaşırsa buna en çok Kamuran İnan (1929 -2015) tepki gösterirdi. Kamuran İnan herkesten önce tepki gösterirdi. Aynı Kamuran İnan’ın Kürdlerin yaşadığı büyük acılar konusunda, örneğin Halepçe’deki Kürd soykırımında bile bir tepki göstermediği yakından biliniyor.[1]