Seyyid Abdülkadir, meşhur Nakşi Şeyhlerinden #Şeyh Ubeydullah#’ın oğludur. #Hakkari#’de 1851 yılında doğar. 1879-80 yıllarında Şeyh Ubeydullah Nehri’nin liderliğinde başlayan #Kürt hareketi#nde, oğlu Ubeydullah 28 yaşlarında ve hareketin askeri örgütlenme hiyerarşisinde babasının sağ kolu konumundadır.
Hareketin bastırılmasından sonra Şeyh Ubeydullah, aile fertleriyle beraber 1881 yılında Hicaz’a sürgün edilir. Yaklaşık on yıllık sürgün hayatından sonra 1890’nın başlarında İstanbul’a dönmelerine izin verilir. Seyyid Abdülkadir, o dönemde İstanbul’da illegal olarak kurulmuş olan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyetine üye olur. II. Abdülhamit rejimine karşı verilen mücadeleye aktif olarak katılır. Bu faaliyetlerinden dolayı 1896 yılında bu sefer de Mekke’ye sürgün edilir. Bu sürgünlük hayatı da 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesine kadar devam eder.
Seyyid Abdülkadir ve Palolu Kör Sadi
Meşrutiyetin ilanından sonra basın-yayın ve örgütlenme alanlarında oluşan kısmi serbestiyet ortamında, Kürdler de kendi kimlikleriyle kurdukları örgütlerle siyasi sahneye dahil olurlar. Bu dönemde İstanbul merkezli olarak kurulan ilk Kürt örgütü, 19 Eylül 1908’de kurulmuş olan Kürt Teavün ve Terraki Cemiyeti’dir. Cemiyetin başkanlığına seçilen Seyyid Abdülkadir, aynı zamanda Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin de kurucuları arasındadır. KTTC kuruluştan kısa bir müddet sonra, diğer kültürel ve eğitimsel çalışmalarla birlikte aynı isimle yani Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi adıyla bir de gazete yayımlamaya başlar ancak cemiyetin faaliyetleri pek uzun sürmemiştir. Yaklaşık bir yıl sonra siyasal yönetimin baskıları sonucu hem yayın faaliyeti durdurulur hem de cemiyet kapatılır. Muhaliflerin susturulması amacıyla dağıtılan mevki ve makamlar bir şekilde Seyyid Abdülkadir’e de sunulur. Bu bağlamda Seyyid Abdülkadir Ayan Meclisi üyeliğine getirilir ve sonra Ferit Paşa Hükümeti döneminde de bir müddet Şüra-yi Devlet (Danıştay) reisliğine tayin edilir.
Birinci Dünya Savaşı; bir taraftan İstanbul merkezli Kürt siyasal ve kültürel faaliyetlerini akamete uğratır, diğer taraftan da Kürdistan’da ve Kürt toplumsal dinamiğinde büyük bir tahribata neden olur. Büyük zorluklar ve değişimlerle dört yıl süren bu savaş, aynı zamanda Kürd aydınları ve siyasi kadrolarında önemli bir siyasal değişime ve dönüşüme de neden olur. Savaştan hemen sonra eski örgütler yeniden çalışmalarına başlar. Bununla birlikte yeni Kürt parti ve örgütleri de kurulur. Bu dönemde kurulan ilk siyasi parti, Mevlanzade Rıfat’ın başkan ve Emin Ali Bedirhan’ın da kurucusu olduğu Radikal Avam Fırkası (22.Ekim 1918)’dır. Bu partinin kuruluşundan yaklaşık iki ay sonra da Seyyid Abdülkadir’in başkanlığında bir şemsiye örgüt şeklinde Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC) kurulur ve adı geçen parti de bu cemiyete katılır. KTC bünyesinde farklı alanlarda çalışmalar yapmak üzere değişik komisyonlar oluşturulur ve Kürt Şerif Paşa da dışarıda yapılan diplomatik görüşmelerde cemiyeti temsil etmek üzere görevlendirilir.
KTC’nin tüzüğünde açık olarak bir ulusal amaç ve program belirtilmese de, yürütülen siyasal ve diplomatik görüşmelerde “Wilson Prensipleri”nin Kürd meselesinin çözümü için de uygulanması talebinde bulunulmuş. Bu talep, aynı zamanda Kürd temsilcisi Şerif Paşa tarafından somutlaştırılarak Paris Konferansı’na şu ifadelerle sunulmuştur: “Wilson Prensiplerine göre Kürtlerin de özgür olma ve kendi devletini kurma hakkı vardır.” Araştırmacı Oğuz Aytepe’ye göre de: “KTC’nin esas amacı; Dünya Savaşı’nın yarattığı bu yeni durumdan yararlanarak bağımsız bir Kürdistan devleti kurmaktı.”
Kuruluşundan iki yıl sonra, bir taraftan KTC üzerindeki siyasi baskılar artmaya başlar, diğer taraftan da Dünyadaki ve bölgedeki gelişmelerle ilgili farklı değerlendirmeler, yönetici kadro ve örgütün merkezinin Kürdistan’dan uzak olması nedeniyle gerekli örgütlenme ve kontrolün sağlanamaması durumu, örgüt içerisinde farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olur. Görünürde bu farklılığı taşıran son damla da, Başkan Seyyid Abdülkadir’in gazetelerde yayımlanan “Kürdistan için muhtariyet talep ediyoruz” açıklaması olur. Başkan’ın bu açıklamasına tepki gösteren bağımsızlıkçı kanat örgütten ayrılarak, Emin Ali Bedirhan Bey’in başkanlığında Kürd Teşkilatı İçtimaiye adıyla yeni bir örgüt kurarlar. Uğur Mumcu’nun aktarımına göre bağımsızlıkçı grubun içerisinde “Emin Ali Bedirhan Bey, Ferit Bedirhan Bey, Babanzâde Şükrü Bey, Babanzade Hikmet Bey, Dr. Abdullah Cevdet, Dr. Şükrü Mehmed Bey, Bitlisli Kemal Fevzi, Ekrem Cemil Paşa, Kerküklü Necmettin Hüseyni, Memduh Selim ve Mevlanzade Rıfat” gibi şahsiyetler vardı.
Bölünme, KTC’nin karşı karşıya olduğu sorunların çözümüne yeni bir alternatif üretemedi. Tam tersine yürütülen örgütsel, siyasi ve diplomatik çalışmaların zayıflamasına neden oldu. Bu süreç, kurulan yeni örgütlerle birlikte yaklaşık iki yıl devam eder ancak eskisinden daha güçlü ve kucaklayıcı bir örgütlenme ortaya çıkartılamamış. Robert Olson’a göre; siyasi amaç açısından her iki kanat arasında da gerçek anlamda büyük bir çelişki ve farklılık yoktu. “Seyyid Abdülkadir ve Emin Ali Bedirhan arasındaki fark; Seyyid Abdülkadir birleşik bir Kürdistanı parçalanmış bir Kürdistan’a tercih ediyordu.” Araştırmacı Hasan Yıldız da Seyyid Abdülkadir’in, cemiyetin kuruluş yıllarında “otonomist” olarak tanındığını ancak Sevr Antlaşması sürecinde bağımsızlıkçıların etkisine girdiğini belirtir.
Aslında bölünmeden önce hem İstanbul Hükümeti hem de Mustafa Kemal’in Heyeti Temsiliye’si KTC faaliyetlerinden aynı derecede rahatsızdı. Düzenlenen Erzurum Kongresi’nden hemen sonra, Temmuz 1920’nin sonlarına doğru cemiyetin kapatılması kararı alınmış ve bazı şubeleri de bu süreçten önce kapatılmaya başlanmıştı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Kürdistan’daki etkinliğinin artması ve saha kontrolünün sağlanması, KTC’nin İstanbul merkezli faaliyetlerini Kürdistan’a taşıma zorunluluğunu ortaya çıkartmıştır. Başkan Seyyid Abdülkadir de bunu kabul edip onaylamıştır. Bu amaçla Erzurum’da Cibranlı Halit Bey’in başkanlığında illegal olarak “Kürdistan Komitesi” kurulmuş ve örgütleme çalışmalarına başlamıştı.
Kemalist hareketin Erzurum ve Sivas’taki kongrelerle daha net bir şekilde açığa çıkan siyasi amaçlarına karşılık, Kürtlerde de ulusal birlik çalışmaları hızlanmış ve farklı grupların katılımıyla bir cephe örgütlemesi şeklinde 1922’lerin sonunda “Kürdistan İstiklal Komitesi” ya da diğer adıyla “Kürdistan Özgürlük Komitesi” kurulur. Sahada örgütleme çalışmalarına başlar. Elbette ki bu sürecin gelişmesini ayrıntılı bir şekilde incelemek gerekir ancak bu ayrı bir çalışmada ele alınabilir.
Bu süreçle ilgili kafalardaki en önemli sorulardan biri de, örgütsel devamlılık ve bütünsellikle ilgilidir. Bu da KTC ve Kürdistan İstiklal Komitesi’nin örgütsel ilişkilerini gündeme getiriyor. Bu konuyla ilgili farklı görüşler olmakla birlikte, KTC ve Kürdistan İstiklal Komitesi’nin ilişkilerine dair Bağdat’taki İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlığı adına çok gizli ibaresiyle 11 Kasım 1924 tarihinde düzenlenen “FO 371/10121” numaralı raporda; “Kürdistan İstiklal Komitesi’nin, 1918-1919 yıllarında İstanbul’da bulunan KTC’nin devamı olduğunu ve hükümetin baskıları nedeniyle karargâhını 1921 yılında Erzurum’a taşıdığını.” belirtmiştir.
Seyyid Abdülkadir ve oğlu Muhammed
Sonuç olarak Seyyid Abdülkadir, 1925 Kürd başkaldırısıyla ilişkili olarak 12 Nisan 1925 tarihinde oğlu Seyyid Muhammed, Palolu Sadi ve Hoşnav aşireti reisi Nafiz ile birlikte İstanbul’da yakalanarak mahkeme edilmek üzere Diyarbakır’a getirililer. Seyyid Abdülkadir ve arkadaşlarının göstermelik mahkemesi 14 Mayıs 1925’te başlar ve 25 Mayıs’ta Şark İstiklal Mahkemesi’nin verdiği idam kararıyla sonuçlanır. KTC başkanı Seyyid Abdülkadir, oğlu Seyyid Muhammed, Palolu Abdullah Sadi, Bitlisli Kemal Fevzi, Haci Ahti mahlas isimli Mehmed Tevfik ve Hoca Askeri Efendi 27 Mayıs 1925’te bir şafak vakti #Diyarbekir#’de idam edilir.
Bu idamın en çirkin ve korkunç yönü, daha sonra Seyyid Rıza’nın idamında da olduğu gibi, önce oğlu babasının gözleri önünde idam edilir ve sonra da babası idam edilir. Başkan Seyyid Abdülkadir Ubeydullah Nehri darağacının önüne gittiğinde dönemin muktedirlerine ve siyasi iktidar temsilcilerine şöyle seslenir: “Zaten sizler yakma ve harap etme konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz. Burayı da #Kerbela#’ya çevirdiniz. Şunu biliniz ki dehşet ve insafsızca baskı ile şan ve şeref kazanılmaz.” sözlerinden sonra seher yıldızı gibi Kürdistan semalarından kayarak sonsuzluğa karışır. Ruhu şad olsun.[1]