Her türlü duygusal-fiziksel istismar, şiddet, tecavüz, tehdit ve sonunda ölüm, devletin Kürt kadınlarına dönük geliştirdiği özel politikanın boyutlarıdır. Bu politika özünde sömürü ve soykırım politikasıdır.
Geçtiğimiz birkaç günde peş peşe çıkan bazı haberler faşist TC’nin Kürtlere yönelik soykırımcı politikasının düzeyini gözler önüne seriyor.
Silopi’de işkence ile katledildikten sonra yakılıp cesedi yol kenarına atılmış halde bulunan Sakine Kültür’ün katili Şırnak Özel Harekat Ocakları Başkanı İbrahim Barkın çıktı. Olaydan sonra Barkın’ın, Sakine Kültür’ü 4 yıl boyunca şantaj ve tehdit ile istismar ettiği ortaya çıktı.
Karakoçan’da 6 ay önce kaybolan Remziye Apaydın’ın cenazesi bir evin bahçesinde gömülü olarak bulundu. Tıpkı Sakine Kültür gibi 3 çocuk annesi olan Remziye Apaydın’ın katili Nihat Cav korucudur.
Bu iki olay ne münferit ne de birbirinden kopuk. Tersine, devletin Kürt kadınlarına yönelik politikasını gözler önüne seriyor. Bizzat devletin maaşlı elemanları üzerinden Kürt kadınları, sistematik bir biçimde çeşitli şantaj yöntemleri kullanılarak teslim alınmaya çalışılıyor. Her türlü duygusal-fiziksel istismar, şiddet, tecavüz, tehdit ve sonunda ölüm, devletin Kürt kadınlarına dönük geliştirdiği özel politikanın boyutlarıdır. Bu politika özünde sömürü ve soykırım politikasıdır.
Sömürgeci devlet, varlığını bitirmek istediği halkı en zayıf değil, en güçlü halkasından hedef alıyor. Çünkü biliyor ki en güçlü halka zayıflatılmadığı, etkisizleştirilmediği müddetçe sömürgeci politikaları istenen etkiyi sağlayamaz. Çağdaş Kürdistan özgürlük mücadelesinin en güçlü boyutu kadın öncülüğüdür. Faşist devlet bu mantıkla öncelikle direnişin kadın öncülüğünü yok etmeye, teslim alarak tasfiye etmeyi amaçlıyor. 9 Ocak 2013’te Şehit Sakine Cansız (Sara) şahsında bunu ilan etti. Ardından gelişen süreçte DAİŞ eliyle Êzîdî kadınlarının esir alınıp satılması, mücadelenin farklı alanlarında öncü kadınların suikastlarla hedef alınması, YPJ’nin kurulduğu ve bir kadın başkan tarafından yönetilen ilk Rojava kantonu olan Efrîn’de Kürt kadınlarının köleleştirilmesi bu zincirin birer halkası olarak okunmalı. Aynı şekilde İpek Er, Dilek Kaya ve şimdi de Sakine Kültür ile Remziye Apaydın’ın faşist devletin silahlı elemanları tarafından katledilmeleri bir konsept çerçevesinde yaşanıyor.
Faşist devletin dayandığı iki temel düşmanlık var; biri kadın, diğer Kürt düşmanlığı. Kürt toplumsallığının ve direnişçiliğinin dayandığı kadın öncülüğünü tasfiye ederek aslında Kürtlüğü bitirmeyi amaçlıyor.
Bunun karşısında kıyamet koparmamız, ayaklanmamız gerekiyor. Ancak devlet işlettiği bu düşürme politikalarında geleneksel namus anlayışını hesaba katarak tepkisizliği ön görüyor. Oysa tepkisizlik teslimiyet anlamına gelir. Tepki göstermezsek esas namusumuzu yitirmiş oluruz ki namus demek kendi kimliğin ile onurlu yaşamak ve bunun için direnmek demektir.
Kürt soykırım planı çerçevesinde devreye sokulan bu kirli politikaları doğru anlayıp başta kadınlar olmak üzere bütün toplum olarak öz savunmamızı büyütmeliyiz. Bunun yolu düşman politikaları konusunda bilinçlenmekten geçer. Şu çok net ki faşist AKP-MHP rejimi cumhuriyetin ve Lozan anlaşmasının 100. yıldönümüne doğru ilerlerken ikinci cumhuriyet dönemini Kürt soykırımını tamamlayarak başlatmayı amaçlıyor. Yani bir bütünen Kürtlüğü yok etmeyi hedefliyor. KDP’li yetkililer tarafından sürekli tekrarlanan ‘TC’nin Kürtlerle değil PKK ile sorunu var’ yalanı bu gerçeği kamufle etmekten başka bir amaca hizmet etmiyor. PKK günümüzde Kürtlüğün en güçlü halkasını temsil ettiği için bu düzeyde hedef alınıyor. Ancak faşist rejimin Kürtlüğe dair en ufak bir şeye tahammülü yok. Son günlerde peş peşe siyasi mesajlar vermekten, belli bir tarafta görünmekten kaçınan Kürt sanatçıların ‘bile’ konserlerinin yasaklanması bu gerçeğin ifadesidir.
Bu gerçeği en fazla maskelemeye hizmet edenler ise bir yanda Kürtlük adına hareket ederken itina ile PKK öncülüğündeki Kürdistan Özgürlük Hareketi ile arasına mesafe koyanlardır. Kürtlüğü bir bütünen yok etmeyi amaçlayan konsept sonuç aldığında sahada kalacağını düşünenler büyük yanılıyor. Son günlerdeki gelişmeler tek başına bu realiteyi olduğu gibi ortaya koyuyor.[1]