$TÜRK DEMOKRATLARININ KÜRT ALGISI! - 2$
Hayat maddi olgularıyla varlığını sürdürmesindeki inadı karşısında yalpalayan Türk aydınları kadar #Kürt# siyasi kadroları da yalpalamaktadır. Türkiye’nin bu gün içinde bulunduğu siyasi bunalımının temelinde yatan Kürt sorununa genel anlamıyla söylersek yüzeysel olduğu kadar klasik teoriler çerçevesinde bakılmaktadır, dolaysıyla pusula Ankara olunca kıble de “demokrasi” dansıyla gölge oyunu olmaktadır.
Bugün Türkiye’de yaşanan siyasal bunalımın aşılması için hareket eden Türk demokratları aydınlarıyla, soluyla yeni bir manipülasyon siyaseti geliştirmektedirler. “Peki, bütün ülkeye, bütün insanlara yarar sağlayacağı bu kadar açık olan barış neden gerçekleşmiyor? Neticede, bugün Kürtlerin sürdürdüğü savaşın nedeni olarak ortada bir toprak talebi bulunmuyor, kültürel haklarını, kimliklerinin tanınmasını, anadilde eğitim yapmanın sağlanmasını istiyorlar. Bu haklara sahip olmalarının Türkiye’ye ne zararı var?” diyor Ahmet Altan. Olay bu kadar basit değil olmadığı içindir bu kadar acı, bu kadar zulüm yaşanmaktadır. Ahmet Altan ve benzerleri Türkiye de Kürt kimliğinin tanınması ve Kürt sorunun çözümüne demokrasi sorunu olarak bakıyorlar, oysa sorunun özü siyasi olduğu kadar ideolojik bir olgudur. TC. Devletinin üzerinde yükseldiği resmi ideolojisinin temellerinin yıkılmasını tartışmak yerine sadece kültürel bir takım hakların verilmesi çerçevesinde hareket edildiği için soruna “demokrasi” sorunu olarak yaklaşılmaktadır.
Tabi doğal olarak yüz yıllık TC tarihi sürecinde resmi ideolojiyle biçimlenmiş aydınların, demokratların ve en önemlisi sol’un olaylara bakış açısında yaşanan karmaşa ve bulanıklık yer yer net olarak kendini göstermektedir. Köşe yazılarını izlediğimiz demokratlarının da kendi devletleri gibi siyasi bir bunalım yaşadıklarını da görüyoruz. Örneğin Ahmet Altan’ın yazılarını izlediğimizde karşımıza nerede duracağı belli olmayan freni patlamış bir araba gibi durmaktadır. Yalpalıyor, kendini sağa sola vuruyor. Bu gün ak dediğini yarın kara demese de griye çevirebiliyor. Ki Ahmet Altan’ın birikimi entelektüel yapısı çok güçlü olmasına rağmen Kürt sorununa, Özellikle PKK ve #A.Öcalan#’a yaklaşımında onu zayıf ve persmiş olarak görüyoruz. Tabi bu konuda Ahmet Altan yalnız değildir, onun gibi onlarcası var ve bunun yanında Kürt siyasal kadrolarının zayıflığı ve persmiş hali de eklenince işin rengi daha bir başka oluyor. Onun içindir ki bu son dönem tavırları tam bir trajedidir.
Türk aydınlarının, demokratlarının yaşadığı handikap yüzeysel hareket etmelerinden kaynaklanan bir durumdur, o yüzdende Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde iki şeyin engel olduğunu söylüyorlar; bunlardan biri TSK ve onun denetiminde olan Yargı Kurumu ve medya, diğeri ise PKK ile özdeştirilen Kürt sorunu! Bu iki sorun çözülmediği sürece TC. Devletinin demokratikleşmesinin mümkün olmayacağını dile getiriyorlar, dolaysıyla bu demokratikleşme mücadelesinde Kürtlerin de yer alması gerektiği noktasında zorlamaktadırlar. Çünkü demokrasi herkes için olacaktır(!)
Anlaşılmayan asıl nokta şurasıdır: Kürtlerin bir ulus, Kürdistan’ın bir ülke gerçeği. Türk demokrasisinin gelişmesi veya gelişmemesinin Kürt ulusu ve Kürdistan’la ne ilişkisi vardır? TC. Devleti sömürgeci bir devlet Kuzey Kürdistan bölgesi ise sömürge; Türk devleti tarafında askeri işgal altındadır. Sömürge ve sömürgeci arasındaki sorun demokrasi sorunuyla nasıl çözülecektir? Elbette bunun bir çözümü var! Çözüm TC. Devleti askeri işgalinden vazgeçerek, resmi devlet ideolojisini yıkarak Türklerle Kürtlerin siyasi olarak eşit hak temelinde yaşayabileceği bir anayasanın oluşturulmasıyla mümkündür.
Diğer bir nokta ise Kürtlerin tavrı gerek referandum öncesi ve sürecinde izledikleri politik kargaşa içinde Türk aydınlarının, demokrat ve liberallerinin kopyası olmaktan öte hiçbir şeylerinin olmadığı açığa çıktı. Bu arada Militan Marksist Kürt solunun kendilerine yabancılaşmış bir halde olaylara ve olgulara klasik solculuk mantığıyla yaklaşmaları ise evlere şenlik!
Türkiye’de yaşanan iç çatışma ve bu çatışmadan doğan bir bloklaşma vardır. Uzun yıllardır TSK ve YK ile sivil bürokrasi arasında bir çatışma yaşanıyor, dolaysıyla bugünün olayı değil; anlaşılmayan bu durumdur. Kürtler manipüle edildiği gibi, T.C devleti Kürt sorunundan dolayı yaşanan iç bunalımını aşmak için Kürtleri kendi iç sorunları içinde boğmaya çalışması demokratik açılım adı altında sürdürülüyor. Gelinen bugünkü koşullarda ise Kürt sorununu koşullara uygun olarak yeniden dizayn edilmesi noktasında zorlanmaktadır. Gerek uluslar arası konjonktür, gerekse Kürtlerin bu günkü konumu artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gösterdiği için Türk devleti tıkanmış durumdadır. Türk devleti zorluğunu gene Kürtlere dayanarak aşmaya çalışıyor; bunu yaparken de Kürtleri ve Kürt hareketini belli bir çerçevenin içine oturtturarak yeniden ehlileştirmek istiyor.
Olaya bu çerçevede baktığımız zaman sorun ne peki ve biz ne yapmalıyız? Türkiye’nin iç çatışmasında biz Kürtlerin evet veya hayır tavrı olamaz, aksine Kürtlerin ulusal haklarından doğan kendi kaderini kendisinin tayin etme noktasından hareket etmek sorunu vardır. Doğal olarak Türkiye de “demokrasi” “savaşı” Kürtleri yeniden kendi elleriyle cendereye sokmaktan başka hiçbir anlama gelmez. Böylesi bir durum 1923 Lozan döneminde yaşandı ve o dönemde M. Kemal Atatürk’ün o ünlü İzmit konuşmasında Kürtlere ilişkin söylenenler bir yıl sonra yürürlüğe giren 1924 anayasasıyla unutuldu. 1923 de Kürtlere bir takım vaatlerle anayasal haklardan, özerk yönetimlerden bahsedilerek Kürtlerin desteğiyle Lozan krizi aşıldı ve ardından uluslara arası meşruiyetini de güvenceye alan Kemalist Devlet 1924 anayasasıyla birlikte Kürtlerin varlığını yok saydı, inkâr etti.
1946 sonrası çok partili döneme geçildiği süreçte ise Kürtler Türkiye de demokrasi olabileceği ve kendilerinin de bir takım demokratik haklara kavuşacağı umuduyla Demokrat Parti’nin yanında ve içinde yer aldı ve sonrasında yaşanan olaylar gösterdik ki bu tür politikalarla Kürtlerin yeniden asimilasyonunu geliştirmekten başka bir şeyin olmadığıdır.
Kürt siyasi kadrolarının, aydınlarının birçoğu Türk solu ile aynılaşmış ve toplumsal sorunlar karşısında özdeş durumdadırlar. Türk solu toplumsal gelişmeden uzak olduğu kadar ona yabancıdır. Değişime ayak uyduramıyor. Belli ideolojik kalıplar içinde sıkışıp kalmıştır. Dolaysıyla bu yanıyla gericileşmektedir. Örneğin 12 Eylül 2010 da TC. Anayasasında bir takım maddelerin değişimine ilişkin yapılan referandumda MHP ve CHP ile aynı cephede yer almış, Kenan Evren’le birlikte hayır oyu kullanmıştır. Bu durum karşısında şaşkınlığa uğrayan Derya Sazak reform sonuçları üzerine yapılan (Kanal 24’de) bir tartışmada şöyle diyordu: Kenan Evren’in hayır oyu verdiği reforma sol da hayır dedi ben utandım, ayıp çok ayıp!”Türk toplumunun zaptu-rapla yönetilemeyeceği, artık çağın normlarına uygun olarak yaşamak istediği ortaya çıkmıştır. Türk toplumu kendi iç dinamikleriyle gelişerek dünyaya açılırken, Türk solu gelişen bu dinamikleri anlamaktan uzak biçimler üzerinden hareketle karşıtıyla aynı cephede yer almıştır ve böylece, her zaman olduğu gibi kendisine kurşun sıkmıştır.
Kürt siyasi kadrolarının birçoğu 12 Eylül 2010 da Türkiye de yapılan referandumda TC. Anayasasında bir takım maddelerin değişimi ile Kürt sorununun çözümünün yolu açılacağı hayali içinde hareket ettiler, bağımsız davranma yetisinden uzak kaldılar. Doğal olarak güçlü bir muhalefet olma şanslarını küçük hesaplar içinde, gurup çıkarlarını esas alma anlayışı içinde bitirdiler. Uzun yıllardır Kürt hareketini belli bir çerçeve içine oturtturmak isteyen TC. Devletinin bu planını anlamayan Kürt siyasi kadroları ve aydınlarının bilinci bir kere daha kasaturalanmıştır. Kürt hareketinin tüm değerlerinin parçalandığı, mevzilerinin delik deşik bir hale getirildiği bir ortamda Türkiye demokrasisine böylesine âşık olan sömürge bir ulusun aydınlarının, siyasi kadrolarının bir benzeri dünyada eşi benzeri yok. Kendi ulusal kurtuluşunu, ülke bağımsızlığını savunması ve bu değerler üzerinde hareket etmesi, siyaset yürütmesi gerekirken aksine bu alanları tahrip etmektedir ve böylece Kürt hareketinin üzerinde yükseldiği değerler içeriğinden boşaltılarak rasyonelleştirme görevini Türk demokrasisi adına üstlenmiş durumdalar.
Ne adına?
Bu kepazeliklerine birde haklı gerekçe arıyorlar.. “en azından Kürt sorunun çözümüne doğru atılacak adımın önü açılacaktır!” Nasıl bir adım atılacak? TC. Anayasasının giriş bölümleri olduğu gibi kalıyor ve birkaç tane maddenin kısmi değişimiyle TC. Anayasasının tümünü yeniden Kürtlere onaylatılarak TC. Devletini yeniden Kürtler eliyle dizayn edilmesiyle mi, nasıl? Neresinden bakarsak bakalım trajik bir durumdur.
Bir kere, Kürt siyasal kadroları ve aydınları kendi güçlerini ulusal siyaset üzerinde yürütülecek bir programı hayata geçirselerdi işte asıl o zaman bir güç olarak gündemin kaderini değiştirebileceklerdi; ne yazık ki kendi güçlerine güvenmedikleri içindir ki dağınık oldukları gibi, parça pörçük bir zeminde varılacak yerin ancak ve ancak burası olduğu içindir ki Türk metropollerine yığılmış veya itilmiş Kürtlerin sorunuyla Kürdistan sorunu bir birine karıştırıldı. Asıl anlaşılmayan yan burasıdır, onun içindir ki Türk metropollerine yığılmış Kürtlerin sosyal ve siyasal sorunlarının çözümü için zorunlu olarak Türk devletinin zorlanması lazım, fakat bu sorunla Kürdistan sorunu bir ve aynı sorun içermemektedir. Türk metropollerinde legal siyaset yapmaya çalışan kadroların konumu farklı bir durum arz etmektedir, dolaysıyla Sömürgeci devlet yasalarıyla hareket eden bir konumda oldukları için Türk devletinin iç çatışmalarında sivil blokla birlikte kendi varlığının meşruiyetini sağlayacak anayasal zeminin oluşması noktasında ayrı bir ulusun üyeleri olduklarını akıldan çıkarmamaları söz konusudur.[1]