$#İsmail Beşikci# / ‘Yaşamın Kıyısında’$
İbrahim Gürbüz’ün üç ciltlik anılar kitabının ilk cildi, Yaşamım Kıyısında yayımlandı. Kitabın tam adı şöyle: Ülkemin Gölgesinde Bir Uzun Yol -I, Yaşamın Kıyısında, İBV Yayınları, 2023, İstanbul, 600 s.
Kitap, Mutlu Can’ın Önsöz’ü ile başlıyor. (s.15-21) Kitapta daha sonra İbrahim Gürbüz’ün Teşekkür yazısı dikkat çekmektedir. (s. 23-25)
Fotoğraflar, metin içinde ilgili yerlere serpiştirilmiş olarak yer alıyor. Ayrıca kitabın sonunda bir fotoğraf albümü de var.
Yaşamın Kıyısında kitabının sonunda, okuyucuların, kitabı okumalarını, değerlenmelerinin kolaylaştıracak bir indeks de var.
***
Yaşamın Kıyısında kitabını, dikkatle, ilgiyle ve büyük bir zevk alarak okudum. Bu kitabı, bir yıl kadar önce dosya halindeyken de okumuştum. Fakat o zaman, dosyanın, anlatılanların, üslubun değerini kavrayamamışım. Kitapta çok değerli bir anlatım, üslup var. Bu, kitabın rahatça okumasını sağlıyor.
Bu çalışmanın önemli özelliklerinden biri, ‘Türkiyelileşme’ (s. 192, s. 461), ‘Sömürge psikolojisi’ (s.193), ‘İslam kardeşliği’ ,‘Halkların kardeşliği’ (s. 209), ‘Beyinlerin sömürgeleştirilmesi’ ‘Protez akıl’ (s.250) ‘Sömürgeci zihniyet’ (s. 254), ‘Kişinin özgüveni’ (s. 334), ‘Kişinin özinancı’ (s. 344), ‘Kasap kuşları’ (s. 509), ‘Aydınlanma’ (s. 511) gibi kavramların kitabın her tarafında kullanılmasıdır. Bu kavramların, yerine ve zamanına göre, olgular temelinde ve olgusal ilişkiler ağı içinde kullanılması kitaba ayrı bir değer katmaktadır.
***
Anı Yazmanın Zorlukları
İbrahim Gürbüz, çalışmasının bir yerinde anı yazmanın zorluklarından sözetmektedir.
‘Kızgın kumda ayakkabısız bir yolculuk gibidir sonradan anı yazmak. Sonradan anı yazmaya karar veren biri, karanlıkta uzun bir yolculuğa çıkmış gibidir. Kolay değildir geçmişi hatırlamak ve geçmişle yüzleşmek. Üstelik konuştuğun dili, kültürü, büyüklerin anlattığı masalları ve gelenekleri, yazılı olmayan tarihini yavaş yavaş planlı bir şekilde unutursun. Eğer sen de buna rıza gösteriyorsan bir de bakarsın ki kendine tamamen yabancılaşmış, seni sen yapan tüm değerler, gelenekler, tarihi olaylar bir anda anlamını yitirivermiştir. Atalarının yok olmamak için verdiği mücadelelere yabancı olursun. Ama öte yandan, iyi bir yaşamın olabilir belki. Cebin para görebilir ve ticari kazancın sürekli artabilir.
Bunlardan başka kazançların da söz konusu olabilir. Ancak bu dünyevi kazanımlarla, insanın, kendini insan yerine koyabilmesi mümkün mü?
Geçmişinden koparılan bir insan, kabuğu olan ama içi boş cevize benzer. Çevremiz bunun örnekleriyle doludur’ (s. 80-81)
***
İbrahim Gürbüz, 1955 yılında Sarıkamış Qizil Köyü’nde doğmuştur. Baba-ana Qizil Köyü’nde çiftçilikle uğraşmaktadır. Beşi erkek, bir kız altı çocuklu bir aile. Kardeşler, sırayla Abdurrahman, Süleyman, Naciye, İbrahim, Mehmet Mustafa’dır. Qizil Köyü’nde toprak verimli değildir. Toprak taşlıdır. Hububat üretimi sınırlıdır. Aile emeğinin karşılığını alamamaktadır. 1960’larda aile geçim sıkıntısı içindedir. Ekonomik nedenlerle, İzmir’e göç etme kararı alır. Göç, 1960 Sonbahar’ında gerçekleşir. Altı yaşlarındaki İbrahim bu göçü anlatmaktadır. Ailenin bütün eşyaları bir kağnıya yüklenmiştir. Kağnı’yla, Qizil Köyün’den Sarıkamış Tren istasyonuna gelirler. Oradan da 4 gün üç gece süren bir yolculukla İzmir’e Basmane Tren Garı’na gelirler. (s. 82-83) İzmir, Basmane Tren Garı faklı bir dil farklı bir kültür anlamına gelmektedir.
İbrahim Gürbüz tren yolculuğunu, trende ailenin başından geçen olayları, Basmane Tren Garı’nda kendilerini kimsenin karşılamamasını, nihayet uzun çabalardan bekleyişlerden sonra bir tanıdığın evine sığınmalarını kıvrak bir dille anlatmaktadır.
***
İbrahim’in dikkatini çeken ilk görüntü kadınlarla ilgilidir. Bu konuda şunlar yazılmıştır: Buradaki kadınların hepsi örtülüydü ve bazıları ise çarşaflıydı. Ama annem onlara göre daha açıktı. Başında beyaz tülbent, kucağında bebeği vardı.
Zaman zaman memesini çıkarır ve kardeşim Mustafa’yı emzirirdi. İzmirli kadınların hızlı yürüdüklerini, sağa sola bakmadıklarını hâlen anımsarım. Ayrıca kadınlar sadece önlerine ya da yere bakarlardı. Onların o yumuşak adımlarla yürümeleri, sanki korkarcasına bir siluet gibi hemen kaybolmaları dikkatimi çekmişti. Kadınlar, yanlarında başka bir kadın ya da erkek olmadan sokağa çıkamıyorlardı. Bizim köydeki kadınlar ise buradaki kadınlara göre çok daha özgürlerdi’ (s. 84)
Farklı dil, farklı bir kültür, yeni insanlar, yeni bir coğrafya, İbrahim’i de aileyi de endişelere gark etmektedir: Apayrı bir dünyaya gidiyorduk. Düşten öte bir ortam ve yabancı bir kültür vardı artık. Tanımı olanaksız bir ruh hâli içindeydik.
Küçücük dünyamızdan, köyümüzden kopup nasıl düşleyeceğimizi dâhi bilmediğimiz bir dünyaya gelmiştik. Dil farklı, kültür farklı, her şey çok farklıydı. Endişe, korku ve binlerce acaba içinde hem bizim için hem anne babamız için büyük bir tedirginlik ve bilinmezlik dehlizine girmiştik. Babam, bilmediği bu diyarlarda nasıl tutunacak, bu kadar çocuğu nasıl büyütecek, nasıl geçindirecek? Sorular, sorular… Ardı arkası gelmeyen sorular…
Acabalar ve korkular yumağı olan onlarca yanıtsız soru içinde boğuşan garip bir yabancıydı babam. Kendi köyünde tarlasını sürer, öküzünü-koyununu besler ve yaşamaya devam ederdi. Ancak altı çocukla, yabancı bir yerde yaşamı tekrar örgütleme cesaretini gösteren cesur babam, bunu nasıl başaracaktı? (s. 87)
Tire
Aile sonunda, akrabaların ve dostların yardımlarıyla Tire’ye yerleşir. 2022 Sonbahar’ında Tire’ye yaptığımız gezide İbrahimgil’in bu evini, evin bulunduğu mahalleyi de ziyaret etmiştik. Tek katlı, iki oda bir salondan ibaret bir ev.
Küçük bir bahçesi de var. Altı çocuklu sekiz kişilik bir aile için şüphesiz yeterli değil. Daha sonraları baba Elmecid, sözü edilen bahçede iki odalı bir ev daha inşa ediyor. Böyle bir mekandan değerli bir Kürd aydınının, değerli bir Kürd iş insanının, çıkması başlı başına incelenmesi gereken bir süreçtir.
İbrahim’im ağabeyleriyle ve küçük kardeşleriyle daha önceden tanışmıştım. Bu gezide kızkardeşi, ablası Naciye ile de tanışmış oldum. Naciye’nin kızıyla, oğlu Serkan’la ve gelini ile de tanıştım. İbrahim’in büyük ağabeyi Abdurrahman, Tire’de terzilik yapıyor. Kızı Mehtap Gürbüz, bugün İstanbul’da bir İnsan Hakları kurumu olan Edebiyat Evi’nin Kıraathane Kitapları’nın yöneticileri arasında. Süleyman teknik eleman, kaynak ustası. Mehmet Hollanda da yaşıyor. Ağır İş makinaları operatörü. En küçük kardeş Mustafa Yunanistan’da yaşıyor. Mehmet ve Mustafa zaman zaman Türkiye’ye geliyor. Mehmet’in oğlu Ronayi Hollanda’da Hukuk Fakültesi’nde öğrenci. Bu yaz (Temmuz 2023) amcalarını ziyaret için İstanbul’a geldi.
***
Aile Tire’de çok yoğun bir yaşam kavgası içindedir. Çoluk-çocuk yaşama tutunmak için her türlü işte çalışmaya gayret etmektedir. Daha çok, Tire’den çok uzak bir alanda pamuk toplama işinde çalışmaktadırlar.
İbrahim, 1960 başlarında ilkokula başlar. Türkçe bilmediği için ilk yıllar çok zorluk çeker. Sınıfta arkadaşları, İbrahim’i ‘kuyruklu Kürd’ diye taciz ederler. (s. 108) Okulda, yolda sık sık İbrahim’e sataşırlar. Bazan üçü -dürdü bir araya gelip İbrahim’i dövdükleri de olur.
İbrahim, 1960’ların ortalarında Ortaokula başlar. Ortaokulda, tahtada, Atatürk sözcüğündeki “t” harfini “+” gibi yazmasından dolayı Türkçe öğretmeninden çok ağır bir dayak yer. İbrahim Gürbüz, Yaşamın Kıyısında kitabında bu dayağı şu şekilde anlatmaktadır:
“12 Eylül darbesinden sonra, Ankara Emniyeti’nde 46 gün ve Tarsus Emniyeti’nde 33 gün olmak üzere, neredeyse seksen güne yakın işkence gördüm. Ancak ortaokulda yediğim bu dayak, hiç unutamadığım bir işkencedir.
Öğretmen, beni dakikalarca dövdü, Atatürk’ün “t” harfinin ucunu kıvırmadım diye. Yere düştüm, tekmeyle sırtıma vurdu, kulaklarımı çekti. Yani Türkçe öğretmeni resmen bana işkence yaptı ve yaptığı işkence o kadar ağırdı ki bir ara nefesim kesildi. Yıllar geçmesine rağmen o anı hiç unutamıyorum . İlkokulda, Ortaokulda dayak yemeyen, aşağılanmayan, horlanmayan, dışlanmayan tek bir Kürd var mıdır acaba? Hiç sanmıyorum.” (s. 128)
Bu çerçevede İbrahim Gürbüz, eğitime, hiç Türkçe bilmeden başlayan Kürd öğrenciler ile böyle bir sorunu olmayan Türk öğrencilerin durumunu karşılaştırarak pedagojik bakımda çok önemli noktalara değinir. Bu konuda önemli ve değerli analizler yapar.
Lise yıllarında siyasal faaliyetlere katılır. Üniversitede, Eskişehir’de Kawa hareketi içinde yer alır. Sık sık gözaltılarla, soruşturmalarla, cezaevleriyle karşılaşır. 12 Eylül (1980) döneminde, Ankara’da, Mamak Askeri Cezaevi’nde, Tarsus Emniyeti’nde, İstanbul’da Selimiye Kışlası’nda ve Kabakoz Askeri Cezaevi’inde sorgularla, işkencelerle geçen beş yıla yakın cezaevi yaşamı vardır. Sıkıyönetim mahkemelerinde idam hükümleriyle yargılanmaktadır. Bu süre içinde birçok kez açlık grevlerine de katılır. Mamak Askeri cezaevinde 26 günlük açlık grevi, Sağmalcılar özel tip cezaevinde 29 ve 38 günlük süresiz açlık grevi … vs. İbrahim Gürbüz 1974-1979 yılları arası dönemde, Eskişehir’de Fen-Edebiyat Fakültesinde Kimya Mühendisliği bölümünde tahsil etmektedir.
1975 ortalarında, ‘kuyruklu Kürd’ gibi sataşmalardan, ‘Andımız’ dan Kürdlerin Türklerden ayrı bir halk olduğunun bilinci varır.
Mamak Askeri Cezaevi, 12 Eylül döneminde, Diyarbakır Askeri Cezaevi’nden sonra, baskının, işkencenin egemen olduğu ikinci cezaevidir. Albay Raci Tetik adı devrimciler tarafından yakından bilinmektedir.
İbrahim Gürbüz Kawa hareketi içindeyken, kendisi de Kawa hareketi içinde siyasal faaliyet yürüten Aynur’la tanışır. Sık sık görüşürler. Aralarında gönül bağı oluşur, evlenirler.
İşkenceci Subayların Odasında nikah Masası Aynur’un ve İbrahim’in nikahlarının kıyılması trajik bir ortamda geçekleşir. Nikah, Mamak Askeri Cezaevi’nde işkenceci subayların odasından gerçekleşir. Nikah şahitlerin biri de işkenceci bir subaydır. Mamak Askeri Cezaevi Müdürü Albay Raci Tetik, Aynur’u, ‘idam edilecek bir adamla evlenme diye uyarır. Aynur, ‘bu sizi ilgilendirmez’ diyerek Cezaevi müdürünü boşa çıkarır. (s. 353)
Nikah hazırlıklarını Ağabeyi Abdurrahman tamamlamıştır. Anası Güle kadınının nikah salonuna girişine izin verilmemiştir. Gule hanım, oğlunun nikahında hazır bulunamamıştır.
Suikast Girişimi
Temmuz 978’de İbrahim Gürbüz Tire’de bir suikastle karşı karşıya kalır. Uzunyıllar sonra bu suikastı gerçekleştirenin, halasının oğlu, süt kardeşi Ziya olduğu ortaya çıkar. Ziya’nın, Ülkü Ocakları’nda faaliyet yürüttüğü ortaya çıkar. (s. 236 vd.)
İbrahim Gürbüz 1979’un ilk döneminde üniversiteden mezun olur. Mezuniyet belgesini almak için üniversiteye gittiği gün yine bir suikastle karşılaşır. İbrahim, bu suikasttan da kurtulur. (s. 258-259)
***
İbrahim Gürbüz, Mezun olduktan sonra Sivas Lisesi’ne kimya öğretmeni olarak atanır. Bir ihbar üzerine oradan ayrılarak kimyacı olarak İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde çalışmaya başlar. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra profesyonel devrimcilik yapmak üzere Arkeoloji Müzesindeki Kimya Mühendisliği görevinden istifa ederek siyasal mücadeleye katılır. Görevinden istifa ettikten bir müddet sonra Ankara Keçiören’deki örgüt evinde yakalanarak tutuklanır.
İş Hayatı
İbrahim Gürbüz 1985 yılında cezaevinden tahliye olur. İş hayatına atılır. Bu konuda Necati Timuçin kendisine çok yardımcı olur. Birkaç arkadaşıyla gıda üzerine çalışan büfe işletmesinden sonra İstanbul çevresinde kömür dağıtımı işlerine başlar. 1989-1990 yıllarında İbrahim Gürbüz’le tanıştığımda kömür dağıtımı işini yapıyordu. Kayışdağı’nda kömür depoları vardı.
1990 sonlarında Mezopotamya Kültür Merkezi kuruldu. Mezopotamya kültür Merkezi, İbrahim Gürbüz’ün düşüncesi v eylemiyle kuruldu. 1992’de, Mezopotamya Kültür Merkezi içinde İstanbul Kürt Enstitüsü’nün kurulmasında İbrahim Gürbüz’ün katkıları büyük oldu. 2004 Yaşam Radyo’nun yayına başlaması yine İbrahim Gürbüz’ün çabalarıyla gerçekleşti. 2012’de İsmail Beşikci Vakfı’nın kurulması yine öyle oldu.
Bu dönemde İbrahim Gürbüz’ün çabasıyla Rewşen Dergisi çıkıyordu. Rewşen Dergisi’nde İbrahim’in yazıları yayımlanırdı. Başka dergilerde ve gazetelerde de yazıları yayımlanırdı. Bu yazılar hakkında soruşturmalar açıldı tam 7 dosya vardı. Bu dosyalardan dolayı İbrahim Gürbüz 1994 sonlarından itibaren 2002’ye kadar 7 yıl firar yaşadı. 2002’de cezaların ertelenmesi yasasıyla firar durumu sona erdi.
İbrahim Gürbüz’ün kaçırılması Girişimi
28 Şubat 2014. Bugün İbrahim Gürbüz için, ailesi için ve Vakfımız İBV için kara bir gün. İbrahim Gürbüz çok ciddi bir kaçırılma operasyonuyla karşılaştı. (s. 480 vd.)
Bu kitabın adı, ‘Yaşamın Kıyısında’, Bu suikast girişimleri, bu kaçırılma operasyonu, yaşamın tam kıyısında olduğumuzu gösteriyor.
Bu operasyonu ilk günden beri biliyorum. Bu konudaki yazıları, konuşmaları yakından biliyorum. Bunları defalarca okudum, dinledim. Bu konudaki mahkemeyi, duruşmaları dikkatle ilgiyle izledim. Ama Yaşamın Kıyısında Kitabında bu konu ile ilgili bölümü okurken bu operasyonu tekrar yaşıyor gibi hissettim. Bu bölümde çok güçlü bir anlatım var. Bu bölümü bitirdikten sonra bu suikast girişimlerine rağmen İbrahim’i hala aramızda görmek bana büyük bir mutluluk verdi. Ruhumda hoşluk duygusu yarattı. Dilerim bu mutluluk sonsuza kadar sürer.
Son Tehdit
Bu olaydan iki ay kadar sonra, İbrahim Gürbüz’ü PKK/KCK çevresinden bir kişi ziyaret etti. Görüşme ofiste oldu.. İbrahim, bu kişinin ‘geçmiş olsun’ demek için geldiğini düşünmüş. Onu yemeğe de götürmüş. Yemekten sonra yaptıkları görüşmede, görüşmeci, ‘Bu vakfı kapatın, Yapının böyle bir talimatı var’ demiş. ‘Aksi halde İbrahim Gürbüz’e atış serbest’ demiş.
İbrahim, bu tehdit karşısında ‘Ben seni bana geçmiş olsun demeye geldin sanıyordum. Beni tehdit ediyorsun. Senin tehditlerin bu vakfı kapatamaz. İBV çalışmalarını sürdürecektir. Derhal ofisimi terk edin ve elinizden ne geliyorsa, ardınıza koymayın’ diyor. (s. 497-500)
İbrahim Gürbüz’ün Ülkemin Gölgesinde Bir Uzun Yol-I kitap serinin birinci cildi olan “Yaşamın kıyısında” isimli kitabı, sadece Türk metropollerine savrulan bir Kürd gencinin kişisel serüveninin anlatımı değil aynı zamanda Kürd halkının Türk metropollerinde elli yıla yakın yaşadığı siyasal, kültürel zorlukların anlatımının tarihidir de. Kısa başlıklar halinde özetlediğim hikayelerin Kürd gençleri tarafından okunmasında büyük yarar var.[1]