Birlikte mücadele ettiğimiz, birlikte gülüp ağladığımız, aynı sofraya oturduğumuz, aynı zafer ve yenilgileri paylaştığımız yoldaşlarımızın, siper yoldaşlarımızın, arkadaşlarımızın aramızdan fiziken ayrılışıyla bu “varlık-yokluk savaşı”nı daha derinden yaşıyoruz.
Bu hafta niyetim Rojava'nın Doktor Ferhatını, bizim Bahtiyarımızı, MLKP savaşçısı Şenol Sağaltıcı'yı anlatmaktı.
Özgür alanlara doğru yola çıkmadan önce İzmir’e yaptığı ziyareti, Rojava’da Xebat Askeri Hastanesi’nin sorumluluğunu üstlendiği dönemde hastanede apansızın karşılaşmamızın ikimizde yarattığı şaşkınlığı ve sevinç çığlığı atmamak için kendimizi ne kadar zor tuttuğumuzu, Minbic’in özgürleştirilmesi operasyonunda ağır yaralanmasına rağmen yüzünden eksilmeyen o “Bahtiyar” gülüşünü...
Çok ağır bir savaş sürecinden geçiyoruz ve aldığımız her nefes bizden “hakkı”nı istiyor.
Bu sürecin “varlık-yokluk savaşı” olduğu gerçeği sadece ideolojik-politik bir söylem değil. Bunu hayatlarımızda da bilfiil yaşıyoruz.
Bir dönem birlikte mücadele ettiğimiz, birlikte gülüp ağladığımız, aynı sofraya oturduğumuz, aynı zafer ve yenilgileri paylaştığımız yoldaşlarımızın, siper yoldaşlarımızın, arkadaşlarımızın aramızdan fiziken ayrılışıyla da bu “varlık-yokluk savaşı”nı daha derinden yaşıyoruz.
Bu kez de Nagihan'ı katlettiler.
Gazeteci olarak ajansta çalıştığı dönemden tanırdım. Sonra uzaktan yazılarını, ürettiklerini, kadın özgürlük mücadelesine, Rojava devrimine kattıklarını takip ettim.
Nagihan'ın mücadelesi ile ilgili olarak Jineolojî Akademisi'nin yaptığı açıklamayı alıntılamak istiyorum:
“Nagihan, Kürdistan Kadın Özgürlük mücadelesinde uzun süre emek harcamış üniversite gençlik hareketi, basın, jineoloji çalışmalarında büyük bir fedakarlıkla öncülük yapmış ve bu uğurda yıllarca cezaevinde direnmiştir. Rojava kadın devriminin en zor yıllarında tüm Rojava’da ve özellikle Efrîn’de sınırsız bir emekle, büyük bir cesaret ve kararlılıkla, jineoloji çalışmalarıyla devrimin kadın rengini ve kadın aydınlanmasını geliştirmede büyük bir emek sahibi olmuştur. DAİŞ vahşetini en ağır yaşayan Şengal kadınlarının ruhuna ve yüreğine dokunmuş, onların sosyolojisini ve tarihini aydınlatmak için bu alanda saha araştırmaları çalışması yapmıştır. Faşizm ve ulus devlet politikalarının en ağır sonuçlarını yaşayan Başûrê Kurdistanlı kadınlarla jineolojiyle kadın aydınlanmasını yaratmanın coşkulu, kararlı ve iddialı öncülüğünü yaparken Türk işgalci güçlerin karanlık zihniyetiyle vahşice katledildi.
Nagihan'ın Süleymaniye'de gündüz vakti evinin önünde silahlı saldırıda katledilmesi, kimi “sol” partilerin ve liderlerinin beklediğinin aksine faşist şeflik rejiminin Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşa “seçim arası” vermeyeceğinin, aksine daha da ağırlaştıracağının işareti. Bu suikast, #Kürt kadınları# şahsında kadın özgürlük mücadelesine karşı yeni bir savaş ilanıdır.
Faşist şeflik rejimi, 9 Ocak 2013 tarihinde Paris’te #Sakine Cansız#, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’i katlederek öncü kadın devrimcilere yönelik suikast sürecisini başlatmıştı. Ancak son iki yıl içinde işgal savaşı politikasının bir biçimi olarak suikastlara ağırlık verdiğini görüyoruz.
23 Haziran 2020’de Kobanê’nin Helince köyünde Fırat Bölgesi Kongra Star Koordinasyon üyesi Zehra Berkel, Kongra Star Şêran yöneticisi Hebûn Mele Xelîl, ev sahibi Emîne Weysî’yi SİHA saldırısı ile katletti. Ardından devam ettirdiği suikastları, Rojava ile sınırlandırmadı, Başûrê Kurdistan’da da işbirlikçilerinin desteğinde yaygınca gerçekleştirdi. Örneğin, 17 Eylül 2021’de PKK Şehit Aileleri Komitesi Üyesi Şükrü Serhed, Mayıs ayında Kuzey Kürdistanlı yurtsever Muhammed Zeki Çelebi suikastla katledildi.
17 Haziran’da Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Yürütme Konseyi Eşbaşkan Yardımcısı Ferhad Şibli ile 3 yoldaşına yönelik suikast saldırısı gerçekleşti. 28 Haziran’da Tevgera Azadi Genel Kurulu Üyesi Suheyl Xurşid Eziz (Mamoste Şemal), ertesi gün ise Şehit Rüstem Cudi Kampı’nda Abuzed Derhinê evinin önünde katledildi.
Nagihan’ın katledilmesi de bu suikastlar zincirinin halkalarından biri. Şüphesiz ki; bu suikastın faili de faşist şeflik rejimi. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, 4 Ekim Salı günü, Türkmen Karargah yetkilileri ile görüşmek için Hewlêr’de bulunması kesinlikle bir tesadüf değildir. Emrini verdiği bu suikastı yakından takip etmek için oradadır.
Suikastlara uğrayan devrimcilerin, yurtseverlerin tamamı, en genel hali ile “açık” alan diye tanımlayabileceğimiz siyasi çalışmaların içinde olan insanlardı ve suikastların tamamı da bu insanların günlük yaşam rutinlerini sürdürdükleri mekanlarda, evlerinin önünde gündüz vakti gerçekleşti. Bu detay, faşist şeflik rejiminin ve onun adına bu cinayetleri işleyen tetikçilerinin, işbirlikçilerinin içinde bulunduğu rahatlığın ve cesaretin de göstergesi oluyor.
Nagihan’ın katledildiği 4 Ekim’den itibaren, #HDP# Kadın Meclisi, TJA, Kadınlar Birlikte Güçlü’nün, SKM’nin çağrıları, eylemleri oldu. İlk tepkiler çok önemli elbette. Ancak, birbiri ardına gelen bu suikastların, devrimci siyasal mücadelenin temel bir gündemi haline gelmemesi çok önemli bir eksiklik. Bu eksikliğin, bir kanıksama ve alışma haline işaret edip etmediği üzerine düşünmek önemli.
Çünkü bu kanıksama ve alışmak, ilk olarak, bir devrimcilik erozyonu anlamına geliyor. İkinci olarak ise, suikastların devamı konusunda iktidarın ve tetikçilerinin elini kolaylaştırıyor, cesaretini artırıyor.
Bu nedenle, Nagihan’ın katledilmesini, her bir kadının, kadın örgütünün, kelimenin gerçek anlamında özgür ve eşit bir yaşam isteğine yönelik bir saldırı olduğunu görerek, politik tutumunu büyütmesi zorunlu. Bu nedenle Kürt kadınları ile dayanışmanın ötesine geçerek, Türk devletinin, “sınır”ın içinde ve dışında Kürt halkına ve öncü Kürt kadınlarına karşı yürüttüğü işgalci savaşı durdurmak için mücadeleyi büyütme görevine daha çok sarılma görevi bizi bekliyor.[1]