Türkiye ve #Kürdistan#’da mücadele çok zor ve zorlu bir süreçten geçiyor. Türk devletine, #Kürdistan coğrafyası#nı kana bulaması için silah verenler, yeri geldiğinde mültecilerin kanını dökerek kendi sınırlarını kana boyuyor.
Burjuva demokrasisinin “insan hakları”nın sınırlarını, Avrupa Birliği'nin ikiyüzlü, insanlık düşmanı mülteci politikasını bu kez Fas-İspanya sınırındaki vahşet görmek isteyen göze gösterdi.
Fas'dan İspanya'ya geçmeye çalışan mülteciler, İspanya ve Fas devletlerinin işbirliği ile katledildi. Sosyal medyaya düşen görüntüleri tanımlayacak bir kelime bulamıyorum. Hissettiğim utanç oldu, büyük bir utanç!
Rusya ile ABD ve NATO’nun Ukrayna’da yürüttüğü savaş yüzünden ülkelerini terk etmek zorunda kalan Ukraynalılara kapıları sonuna kadar açan -ki bunda da ülkede yaşayan Afrikalı, Asyalı ve Ortadoğululara karşı ayrımcılık uygulanmıştı- AB ülkeleri, Afrika kıtasından gelen göçmenleri sınırında döve döve katletti.
“Neden Ukraynalılara kapılar sonuna kadar açıldı?” şeklinde gerici bir soru sormuyorum. Elbette açılmalıydı. Sorum şu: Neden kapılar, Afrikalılar, Asyalılar, Ortadoğulular söz konusu olunca hep kapalı kalıyor?
Polonya-Belarusya sınırında kış aylarında yaşananları hatırlayın. Mülteciler o sınır hattı boyunca bu kez soğuktan donarak ölmeye terk edilmişti. Yunanistan-Türkiye sınırında da soğuktan donarak ölmenin yanında Meriç sularında boğulmak reva görülmüştü.
Mülteci katliamı, tam da 28-30 Haziran NATO zirvesi öncesinde gerçekleşti. İspanya, AB’nin sınır jandarması olduğunu, NATO ülkelerine bu vahşetle gösterdi. Karşılığında ne aldı acaba?
İspanya Başbakanı, Fas yetkilileri, “işbirliğinden” dolayı kutladı. Bir katliamda ortaklık, işbirliği yaptılar. Ancak katliamda İspanya’nın tek ortağı Fas değil. Avrupa Birliği ve üye ülkeler, bu katliamın ortağıdır. Bu gerçeğin altını kalınca çizelim ve AB’nin özünde hep var olan ve giderek büyüyen mülteci düşmanı yüzünü iyi görelim. Bu düşmanlık durdurulmazsa, kendimizin azade olmadığını, sırası geldiğinde her ulustan mülteci gibi bizleri de kapsayacağını aklımızdan çıkarmayalım. NATO zirvesinde, faşist şeflik rejimi, Finlandiya ve İsveç’in üyelik başvurusunu desteklemeyi kabul etti. Elbette karşılığında aldıkları oldu. “İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’ye yönelik silah ambargosunu kaldırması, Türk devletinin PKK’ye, Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşın desteklenmesi, YPG’ye verilen desteğin kesilmesi, iki ülkenin kimi yasalarında değişikliğe gitmesi, Türkiye’nin iadesini istediği kişilerin teslim edilmesi” gibi maddelerde anlaşmaya varıldı. Bu kararların sonuçlarını da mültecilere yönelik politikalarıyla birlikte düşünmek gerekiyor.
Maalesef, Avrupa’da ezilen göçmenler hemen kendisinin ötekisini bulabiliyor. Türkiye ve Kürdistanlı mülteciler, Arapların Avrupa’daki varlığını sorgulayabiliyor ya da Araplar Afrikalılara kızıyor. Mültecilerin kendi aralarında kurduğu bu hiyerarşinin burjuva devletler karşısında pek bir anlamı yok. Onlar için mülteci, kapitalist çarklarda emeğine ihtiyaç duyulmadığı sürece maliyettir ve bu maliyetten de kurtulunması gerekmektedir. İspanya-Fas sınırında yaşanan da mültecilerden kurtulma biçimlerinden en vahşisidir.
Her mültecinin anlaması gereken, hayatının bir aşamasında ekonomik ya da siyasal nedenlerle göç yollarına düşmek zorunda kalan, kendi yurdundan toprağından uzakta yaşamak zorunda bırakılan herkes için sığınmanın bir hak olduğudur. Bir Kürt mülteci için haksa Afgan için de haktır, Afrikalı içinde. Üstelik Avrupa’da gördüğümüz tüm bu zenginlik, kapitalist devletlerin sömürgecilik döneminde Afrika kıtasından çaldıkları ve Afrikalıların emeği ile inşa edildi. Bugün Belçika devletinin ulusal müzesinde birkaç fotoğrafla anlatarak gizlemeye çalıştığı sömürgecilik tarihinin sonucudur ülkedeki inşa edilen büyük heybetli binalar ve sermaye birikimi. Bunu unutmayalım.
Ayrıca sığınma hakkı, Avrupalı devrimcilerin, komünistlerin mücadelesinin bir kazanımıdır. Devletlerin bahşettiği bir şey değildir. Bu nedenle de çeşitli gerekçelerle yasalarını ağırlaştırırken, mültecilere verdikleri sosyal haklarda da kısıtlamaya gidiyorlar. İmkanları olsa toptan bu hakkı gasp edecekler.
İngiltere daha geçtiğimiz hafta Ruandalı mültecileri bir bilinmeze göndermek için uçağı bindirdi. Ancak İngiltere Göçmen İşçiler Derneği’nin de içinde olduğu bir mücadele sonucunda geri gönderme engellenebildi. Aynı ülke, mültecileri daha yakından izlemek için elektronik kelepçe takılması konusunu tartışıyor.
Avrupa’da çalışma yürüten Türkiye ve Kürdistanlı örgütler de, emperyalist devletlerin mülteci düşmanı bu politikasına karşı daha güçlü ve pratik olarak söz söylemek zorunda. Avrupa Ezilen Göçmenler Konfederasyonu (Aveg-Kon) birkaç kentte eylemler gerçekleştirdi. Bunlar önemli adımlardı.
Elbette, Türkiye ve Kürdistan’da mücadele çok zor ve zorlu bir süreçten geçiyor. Bu mücadelenin görev ve sorumlulukları da ağır. Ancak Türk devletine, Kürdistan coğrafyasını kana bulaması için silah verenler, yeri geldiğinde mültecilerin kanını dönerek kendi sınırlarını kana boyuyor.
Bu emperyalist kapitalist düzen insana düşman. Burjuva demokrasisi ise bu vahşetin maskesi.
Neden göç yollarına düştük?
AB, çıkardıkları işgal ve savaşlarla doğrudan bu göç dalgasının da sorumlusu değil mi? Sadece geçmiş sömürgecilik pratikleri ile değil, AB bugün bakımından da Ortadoğu’daki, Ukrayna’daki savaşın parçası değil mi?
AB’nin ve birlik devletlerinin, bu tarihsel ve güncel gerçeğini kendimize sık sık hatırlatarak, mülteci katliamlarına, sınırların kapatılmasına, geri göndermelere, geri itmelere karşı duralım.[1]