Türk ırkçı İttihatçılarının kongreleri #Kürtler# başta olmak üzere Türk olmayan halkların tasfiyesi üzerine gerçekleşmiştir. Oyalamaya, yalana ve inkara dayalı devlet politikası bugün de devam etmektedir.
“Öteden beri aynı vatan içinde birlikte yaşadığımız, bütün gayr-i müslim azınlıkların her türlü hakları bütünüyle mahfuz bulunduğundan, bu azınlıklara siyasî egemenlik ve toplumsal dengemizi bozacak imtiyazlar verilmesi kabul edilmeyecektir.“ (Madde 4)
Sivas Kongresi’nin üzerinden 103 yıl geçti. Kongre kararlarının dördüncü maddesinden de anlaşılmaktadır ki, ırkçı-ittihatçı kafa bu kongreye hakim olan zihniyeti temsil etmekte ve bu zihniyet bugün de sürmektedir. Sivas Kongresini anlamak için Erzurum Kongresine değinmek gerekmektedir. Hatırlanacağı gibi Erzurum ve Sivas Kongreleri ve de Amasya Protokolü sonuç bildirgelerinde her zamanki gibi ikiyüzlü bir politikayla Müdâfaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin asıl amacının saltanat ve hilafetin esaretten kurtulması ve sonsuza kadar devam ettirilmesine vurgu yapılmıştır. 20-22 Ekim 1919’da karar altına alınan Amasya Protokolü’nün giriş bölümü M. Kemal’in imzasıyla belgelenmiştir:
“Osmanlıların kavminin hükümdarlarına karşı asırlardan beri muhafaza eyledikleri kutsi bağ… bir kat daha kuvvet kazanmış olup bütün İslam alemi için bugün dahi kuvvetli ve mukaddes bir dayanak ve yegâne sığınak teşkil eylemekte olan İslam Hilafet makamı ve Osmanlı Saltanatı’nın sürekliliğinin ve korunmasının temini gayesi, Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin asıl hedefi olduğu…” yalanı kayıt altına alınmıştır. (Sinan Hakan, Türkiye Kurulurken Kürtler (1916-192,)İletişim yay, 2013. S:281) İttihatçılar herkese yalan söyleyerek TC devletini kurmuşlardır.
Ancak, Türk milliyetçilerinin İslam ve Osmanlının tehlikede olduğu endişesini, Kürt milliyetçilerinin bir bölümünün paylaşmadıklarını da belirtelim. Ayrıca Erzurum Kongresi’ne Dersim‘den seçilen olmamıştı. “Yine ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı Elaziz’den katılacak Dr. Nazım Bey ve dört arkadaşı ile Mardin’den katılacak Dr. Necati (Beşkardeş), Sırrı Efendizade Ali ve Mütevellizade Hüseyin Hüsnü, Elaziz’e (bugün Elazığ) kadar gelmişlerse de İstanbul’un adamı Elaziz Valisi Ali Galib tarafından kongreye yetişmeleri engellenmişti. Diyarbakır’dan seçilen üyeleri ise (kaç kişi oldukları bilinmiyor) Diyarbakır Valisi de onları engellemişti.“(Ayşe Hür)
Böylece Erzurum Kongresi Kürtlerin temsilcileri olmadan toplanmış ve 7 Ağustos 1919 tarihli Beyanname’sinin 1. Maddesinde Osmanlı vatandaşlığı’ tarifi yapılarak, Kürdistan sancaklarının ayrılmasının imkansız olduğu belirtilmiştir. Yani Saltanat ve Hilafet makamının korunması yalanı esas alınmıştır. Fakat diğer yandan da emperyalistleri memnun etmek için millet iradesinden, halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkından ve meclisin öneminden bahsediliyordu. Yani bugün olduğu gibi o günde tam bir ikiyüzlülük esas alınıyordu. Sivas kongresine bu politikayla gelindi ve “Trabzonlu delegeler o günlerde Millî Mücadele’ye katılmak yerine özerk bir Trabzon oluşumu peşinde koşan Trabzonluları ikna etmek için seçiliyor, Kürt delegeler ise Türk-Kürt ittifakı görünümünü pekiştirmek için listeye yazılıyorlardı.“ (Ayşe Hür)
Zaten M.Kemal Erzurum Kongresi’ne katılan delegelere güvenmiyor ve Kürdistan’dan gelen delegelerin genel bir yetki sahibi olmadıklarını belirterek Sivas Kongresi’nde olabilecek etkilerini kırmaya ve yeniden delege seçtirmemeye odaklanıyordu. Kongreye katılan delege sayısının 31 ila 41 arasında değiştiği belirtilir. Sivas ve Diyarbakır (Amed) valileri Kürt delegelerinin kongreye katılımını engellemişti. Daha sonra Kongreye yetişen Diyarbakır delegesi İhsan Hamid ise Kongre sona erdiğinden geç kalmıştı.
Zaten M.Kemal Nutuk isimli kitabında Kürdistan delegelerini “liyakatsız, gelişigüzel seçilmiş zevat“ olarak tanımlamaktaydı. Çünkü M.Kemal Kürtlere Ermeni tehlikesiyle gözdağı vererek kendi saflarına katmayı bir yöntem olarak benimsemiş ve bunu telgraflarında da vurguluyordu. Kısacası Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Kürtlerin irade olarak yer alması istenmiyordu. Esas amaçları, delegeleri göstermelik olarak kongrelere katarak Kürtlerin ayrılma riskini ortadan kaldırmaktı. Bu nedenle Samsun’a çıktıktan on gün sonra Genelkurmay Başkanlığı’na şu telgrafı çekmiştir: “Bağımsız Kürdistan görüşünü savunan, Diyarbakır’daki Kürt Kulübü ile hükümet yandaşı olan öteki kulüpler arasındaki çelişkinin arttığını araştırmalarımdan öğrendim… Son günlerde edindiğim bazı bilgilere göre, Kürdistan bölgesiyle de ilgilenmek gerekiyor…” (Harp Tarihi Vesikalar Dergisi Sayı 4)
Sonuç olarak, İttihatçı Kemalistlerin kardeşlikleri yalan ve oyalamadan ibarettir.
Her haliyle nasıl ki Lozan, Kürt iradesi olmadan Kürtlerin kaderinin belirlendiği bir konferans olmuş ise, oraya giden yolun taşları da Erzurum ve Sivas Kongrelerindeki ayak oyunlarıyla döşenmiştir. Türk ırkçı İttihatçılarının kongreleri Kürtler başta olmak üzere Türk olmayan halkların tasfiyesi üzerine gerçekleşmiştir.
Oyalamaya, yalana ve inkara dayalı devlet politikası bugün de devam etmektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın esaret altına alınmasıyla Kürt ve Kürdistan’ın özgürleştirilmesinin önüne geçilmek istenmektedir. Fakat yüz yıl önceki Kürtlerle bugünkü Kürtler arasındaki örgütlülük farkı, bu halkı zafere taşıyacak kadar büyüktür. Yenilgi, aldatılma, oyalama ve teslimiyet kavramları artık Kürt halkının sözlüğünden çıkartılmıştır. [1]