#Diyarbakır# Demir Otel’de uzun süredir görmediğimiz bir hareketlilik yaşanıyor. “Diyarbakır üzerine örtülü toprağı atıyor mu” diye düşünmeden yapamıyor insan. Demokratik Bölgeler Partisi’nin “Yerel Yönetim Modeli ve Bir Gasp Aracı Olarak Kayyım Uygulamaları Raporu”nu açıklayacağı toplantının yarattığı bir kalabalık bu. Toplantıda hem rapor açıklanıyor, hem de sivil toplum örgütlerinin temsilcileri 15 aydır yaşadıkları kayyımlı hayatı anlatıyorlar.
Kayyım öncesi
Kayyımlar öncesinden başlayalım. 1999, #Kürtler# için önemli bir tarih. #HADEP# ilk defa seçimlere girip 37 belediyeyi kazandı. 2004 seçimlerinde kazanılan belediye sayısı 57’e, 2009 seçimlerinde 99’a yükseldi. 2009 seçiminde DTP’nin yüzde 40 kadın kotası koyduğunu da vurgulamadan geçmeyelim. 2012’ye gelindiğinde artık kadın kotası yerine eşbaşkanlık vardı. “Özgür İnsan, Özgür Toplum, Özgür Doğa” sloganıyla girilen seçimde 102 belediye kazanıldı. İmkânsızlıklar içinde, baskılarla kazanılmış 102 belediye!
17 yıllık yerel yönetim deneyimlerinde Kürtler birçok anlamda ilkleri gerçekleştirdiler. Türkiye’deki klasik belediyecilik anlayışının dışına çıktılar. Kadın-erkek eşit temsiliyete dayalı bir zihniyeti ve kurumsallaşmayı esas aldılar. Belediyeler ve kentler buna göre yapılandırıldı. Neredeyse her belediyede kadın politikaları daire başkanlıkları kuruldu. Bununla yetinilmedi; kadın merkezleri, sığınma evleri, kadınların hayatlarını kolaylaştıran tandır evleri, çamaşır evleri hayata geçirildi. Her anlamda kadın katılımını en üst düzeye taşımak hedeflendi. Kürtler gibi erkek-egemen, ataerkil bir toplumda belediyeler eliyle devrim denecek uygulamalar gerçekleştirildi. Bunlar kısa zamanda toplumda yansımasını buldu. Bugün bırakın sivil toplum örgütlerimizdeki eş başkanlık ve kadın katılımının yoğunluğunu, bölgede herhangi bir köyde bir kooperatife gittiğinizde bile kadının toplumsal yaşamda nasıl örgütlendiğini görmek mümkün. Bir kadın olarak bu belediyelere minnettarlığımı yazmadan geçemeyeceğim.
Bir diğer yenilikleri getirdikleri ekolojik belediyecilik anlayışıydı. Çevre, doğa konusunda imza attıkları hatalı projeler olsa dahi şunu sanırım hepimiz içtenlikle söyleyebiliriz. Toprakla, tarımla, kırla yeniden buluşacak pratik uygulamalar konusunda adımlar attılar, çaba sarf ettiler, ekoloji ve çevre hareketleri ile birlikte çalışmaya özen gösterdiler.
Bir diğer devrim niteliğindeki özellikleri ise ırkçılık ve ayrımcığın bu kadar yoğun olduğu bir ülkede kültürel farklılıklara verdikleri önemdi. Kürt kültür ve diline ilişkin birçok projenin yanı sıra, çok dilli belediyecilik anlayışlarını birçok yerde görmek mümkündü. Tabelalarda, açtıkları Ermeni dil kurslarında, Ezidi kamplarında gerçekleştirdikleri etkinliklerde, Arapça, Süryanice, Ermenice, Kürtçe faaliyetlerde bulunan sanat merkezlerinde… Düzenledikleri kültür-sanat festivalleri, film ve doğa festivalleri, kurdukları müzik akademileri, çok dilli kreşleri, tiyatroları, dengbej evleri ile binlerce yıllık bir zihniyeti dönüştürmeye başlamışlardı. Diyarbakır’a inen uçaklarda anayurtlarını ziyarete gelen Süryani ve Ermeni aileleri sık sık görmek mümkündü artık.
Elbette bu belediyelerin de birçok sorunu vardı, bu belediyelerde de eleştirdiğimiz noktalar vardı, ama DBP’li belediyeler ile her açıdan daha eşitlikçi bir toplum yapısına doğru gidişat vardı.
Kayyımlar geliyor
Kayyımlar eliyle tüm bu kazanımlar yok edildi, içimi en çok acıtan da bu sanırım.
Bugün itibariyle (bu rakamlar sık sık değişiyor) 3 büyükşehir, 7 il, 63 ilçe ve 21 belde olmak üzere toplam 94 DBP belediyesine kayyım atanmıştır. Kayyım atanmayan DBP’li belediye sayısı sadece 8’dir. Ağustos 2015’ten itibaren DBP’nin yüzlerce belediye eş başkanı, meclis üyesi gözaltına alınmıştır. 93 belediye eş başkanı tutuklanmıştır. 70 belediye eş başkanı ise halen cezaevindedir.
Kayyımlar gelir gelmez önce belediyeleri Türk bayraklarıyla donattılar. Diyadin Belediyesi’nin her camdan Türk bayraklarının sarkıtıldığı o görüntüsü hala aklımda, sanırım ne ben ne de başka bir Kürt o görüntüyü bir ömür unutmayacağız. Nitekim toplantıda rapora ilişkin sunumu yapan DBP Merkez Yönetim Kurulu üyesi Hediye Karaaslan da kayyımların belediyeye gelişlerini şöyle dile getiriyordu:
“Sanki başka ülkedeki toprakları fetheder gibi geldi kayyımlar. Fetih sembolü bayrağı belediye binalarımızda dalgalandırdılar. Belediyeler yüksek güvenlik tedbirleri ile halktan arındırıldı. Her belediye birer karakola dönüştürüldü”.
Kayyımlar ilk olarak belediye meclislerini işlevsizleştirdiler. Bugüne kadar kayyımların atandığı hiçbir belediyede meclis toplantısı gerçekleştirilmedi. Halka ait olan bütçeler şuan kayyımların keyfine göre harcanmaktadır. Kayyımların harcamalarını denetleyen bir mekanizma bulunmamaktadır.
Kayyımlı hayat
Kayyımlar ilk “icraatlarını” kültür-sanat alanında sergilediler. Çok dilli tabelalar kaldırılıp yerine tek dilli tabelalar asıldı. Amed Diyarbakır’a, Dersim Tunceli’ye döndü. Bölgedeki 21 kültür merkezi kapatıldı. Parkların, caddelerin isimleri değiştirildi, anıtlar kaldırıldı. Orhan Doğan’dan. Ehmedê Xanî’ye, Roboski’ye, Uğur Kaymaz’a kadar Bölgede Kürt kültürüne dair ve devletin yaptığı katliamlara dair ne kadar anıt, heykel varsa ortadan kaldırıldı. Kürt halkına ait toplumsal sembol ve değerlere karşı neredeyse savaş açıldı. Tiyatrolar, çok dilli çocuk kreşleri, kütüphaneler, müzik akademileri… Kürt kültürünü yaşatmaya yönelik ne varsa kapatıldı. Bazı taziye evleri yıkıldı.
Kayyımların yöneldiği bir diğer alan kadın merkezleri oldu. Kayyımlar geldikten sonra 43 kadın merkezi, 2 sığınma evi kapatıldı. Bu konuda daha önce “kayyım kadından ne ister?” diye detaylı yazmıştım. Kayyımlar kadın politikaları daire başkanlıklarını, alo şiddet hattını, kadın otobüs şoförlerini işten çıkardılar, kamusal alanda kadına dair ne varsa silmeye çalıştılar. Toplantıda konuşan DBP Eş Genel Başkan Yardımcısı ve daha önce belediye başkanı olarak da görev yapan Yurdusev Özsökmenler’in dediği gibi; “Halkların kendi yaşamlarına kendilerinin karar vermesinden korktular. Sadece bu Bölgeyi değil, bu ülkeyi demokratikleştireceklerinden korktular. Halkların kardeşçe, el ele, barış içinde yaşayabileceklerinden korktular. Halkın özgürlük tutkusundan korktular. Her yerde halklar kendi kaderlerini ele alacak diye korktular.”
Ve bu korkuyla yıkıyorlar. Kürt toplumunu hafızasızlaştırıp yerine yeni bir tarih inşa etmeye çalışıyorlar. Binlerce yıllık şehirleri 21. yüzyılda içinde insanlar varken yok ediyorlar. Sonra da Kudüs’e sarılarak suçlarını kapatmaya çalışıyorlar.
Karşımdaki ekrandan yüzyıllık inkârın resimleri geçiyor. Bunlardan biri de 1979’da Batman’da belediye başkanı seçildikten sadece 27 gün sonra öldürülen Edip Solmaz’ın resmi. Bu resim hafızamdaki diğer resimlerle birleşiyor. Vedat Aydın’la birleşiyor, Apê Musa’yla birleşiyor, sonra gelip Tahir Abi oluyor resim, Taybet Ana oluyor, Cemile oluyor… 100 yıllık inkâr, yok ediş gözlerimin önünden bir bir geçiyor… Bu inkârın bugünkü parçası ise kayyımlar oluyor, Sur oluyor, Cizre oluyor, Şırnak oluyor…
İnkâr, şiddet, yıkım yüzyıldır devam etse de, Yurdusev Hanımın toplantıda dediği gibi özgürlük nehri alttan alta akmaya devam ediyor. Belki bugün sessizce akıyor, ama elbet gürül gürül aktığı günler de gelecek.[1]