$Kürtler zalim olabilir mi?$
#Mücahit Bilici#
Bir gün ellerine iktidar geçtiğinde Kürtler de Türkler gibi kibre girip zalim olacaklar. Buna hiç şüpheniz olmasın. İnsanlık tarihi mağduriyetteki haklılık rehaveti ile zalimliğe freni patlamış kamyon gibi geçiş yapan kimliklerle doludur. Madem adalet istiyoruz, o zaman Kürt diye ayırmadan istemeli değil miyiz? Hayır. Çünkü Kürtlere Kürt oldukları için yapılan zulme itiraz ve adalet ancak Kürtlük üzerinden yapılabilir.
Zulme maruz kalan Kürtlerin bir gün zalim olabileceğine çok az insan ihtimal verir. Bir sebebi mevcut halin müstakbel ihtimaller üzerinde oluşturduğu ipotektir. İnsanoğlu hep son halin betonarme gerçekliğini geleceğin üzerine de dökmeye meyillidir. Halbuki geleceğe dair şimdinin verdiği ipuçları her zaman yanıltıcıdır.
Bir gün ellerine iktidar geçtiğinde Kürtler de Türkler gibi kibre girip zalim olacaklar. Buna hiç şüpheniz olmasın. İnsanlık tarihi mağduriyetteki haklılık rehaveti ile zalimliğe freni patlamış kamyon gibi geçiş yapan kimliklerle doludur. Türkiye’de dindar mağduriyetinden dindar gaddarlığına geçişin sonuçları ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Onun için güce ve güçlüye karşı mağdur ve zayıf olanın hukukunu savunmaktır adalet. Mağdur ve zayıf olanın kendisine veya ismine kapılmak değil. O zaman niye Kürtlerin haklarını savunuyorsunuz denebilir ve sık sık deniyor da: Madem adalet istiyoruz, o zaman Kürt diye ayırmadan istemeli değil miyiz? Hayır. Bazen olur ki adaletin tesisi için, yapılan zulmün Kürde yapılan zulüm olarak teşhis edilmesi ve tanımlanması gerekir. Çünkü Kürtlere Kürt oldukları için yapılan zulme itiraz ve adalet ancak Kürtlük üzerinden yapılabilir. Kadına yapılan zulme itirazın adı boşuna feminizm adını almamıştır.
Güçlü olana karşı teyakkuz, zayıf olana karşı sempati ve dayanışma bir süreç olarak anlaşıldığında adalet korunabilir. Yoksa güç ve iktidar bir dönüşümlü zalimlik olarak kendisini hep yeniler. Kim olursa olsun iktidarda olana ve devlete çıkana muhalefet etmek ve itimat etmemek adaletin lazımıdır.
Bu arada söz kadından açılmışken şunu da not edelim: Bugün kadını erkeğin himaye ve tebaiyetinden çıkarıp eşit yapmayan hiçbir anlayış için medeni denemez.
$ENKAZ ALTINDA BİR DİL$
Elazığ’da Türkçe yapılan insani kazılar sırasında, olmadığı (“Elazığ Kürt mü?”) varsayılan bir dil’e rast gelindi. Serinkanlı bir mahkeme ortamında “bilinmeyen bir dil” olarak etiketlenip haddi bildirilebilecek bir dil, enkaz altında yaşlı bir “xaltî” (teyze)nin masumiyeti suretinde zuhur etti, duyuldu. Normalde Türkçenin tek geçer ses olduğu kamu huzurunda bu ses duyulduğunda hemencecik bir “özr”u örter gibi kısılıp sessiz’e alınacak bir ses, “acil” bir durumun kaçınılmazlığı içinde faş olduğu için üzerinden atlanamadı, etrafından dolanılamadı. Çünkü enkaz altındaydı. Enkaz altındaki teyzeye sadece ses ile ulaşabilirdin ve o sadece enkaz altındaki dili konuştuğu için enkazın üstünde o dilden sakınma arayışları imkansız hale geldi (felsefe esnafı için “facticity”nin çıplak bir örneği). Enkaz altındakiler için bir başka ders: Enkaz altındaki kimliğin sahipleri kendi olmak zorunda kaldıkları anda muhataplarından o dile saygıyı kaza kaza alabiliyorlar. Eğilmezsen kıramıyorlar.
Enkaz üstündeki insanın hasbelkader enkaz altındaki insan olduğu ortaya çıkınca ilginç bir durum hasıl oldu: Enkaz altına dilden yapılan ulaşım, ortaya bir dil çıkardı: bir dilin enkaz altında olduğu gerçeğini. Bunun tefsiri gerekiyordu. Enkaz altındaki dil bir sızıntı, bir çıkıntı, bir ihlal olarak ortaya çıktığında ona gerekli muameleyi yapmak kolaydı: Zapturapt altına alıp derdest eder, eski mahpus haline geri gönderirsin (patlamış doğal gaz borusu tamir eder gibi). Fakat nadirattan bir durum olarak bu kez, enkaz altındaki dil safi bir masumiyet ile ortaya çıkmıştı. Haram kılınmışlığın mahremiyeti, insani müdahale zaruretinin helalliğini bastıramadı (malum, doktorlar mahrem yerlere de bakabilirler). Enkaz altındaki dil kabak gibi ortaya çıktı. Setr edilemeyen, örtü altında görünmezleştirilme imkanı kalmayan bir ortadalık hali söz konusuydu. Bunu aşmak için bilinçaltı el yordamıyla tutunacak bir şey aradı. Ve buldu: “kardeşlik.”
Enkaz altındaki dilin tesettürsüz ve utanmadan felaket meydanına çıkması karşısında kamusal alana özelleştirme siyaseti uygulandı ve “Kürt/çe” dememek için “kardeşlik” dendi. Kimse de yahu bunun kardeşlik ile ne ilgisi var diyemedi. Yaşlı teyze ile genç kurtarma görevlisi mi kardeş? (Êyb e, şerm e). Zahiren saçma görünen bu ‘kurtarma operasyonu’nun gerçekte bir mantığı vardı: Kürt olamasınlar diye kardeş olmak zorunda olan insanlar. Ve öbür taraftan bakarsak, kardeş olmak için enkaz altında kalmayı normalize eden bir içselleştirilmiş suçluluk (Kurd ji Kurdîtîya xwo ditirse).
Enkaz altında bir dil. Enkaz altında bir kimlik. Enkazın bile inkarı. İşte inkardan bir enkazın hikayesi.[1]