Dans aracılığıyla iletişim kurmayı amaçlar, bu yüzden en çok ellerini kullanır. Dansında Doğu etkisi barizdir. Gösterilerinin başlıkları Dürzi Dansı, Pers Damgası, Kürt Savaşçısı, Yılan Dansı gibi Doğuya işaret eden unsurlar içerir. Ancak Batı dans tekniklerini Doğu kültürüne yedirerek başarılı bir şekilde performanslar sergiler.
Ben La Scala'da dans eden ilk Kürt dansçıyım. Bana, ‘Siz Doğulu bir kadın mısınız?’ diye soruluyor. Mısır başta olmak üzere, çocukluğumu geçirdiğim ve çocukken gördüğüm hiçbir ülke ve bu ülkelerdeki hiçbir şey bana uzak değil. Ama eğer sorunuz 'Siz cariye ruhlu bir kadın mısınız?' anlamını içeriyorsa, sadece dansım Doğulu, ama ben Doğulu değilim.
Leyla Bedirxan
Leyla Bedirxan, bilinen ilk Kürt modern dans sanatçısı. 1903’te (kendisinin yalnızca bir yerdeki aktarımına göre ise 1905) İstanbul’da dünyaya geldi.(1) İstanbul’da kısa bir süre kalabildi. Babası Kürdistan’daki haklarını geri alabilmek için memleketine dönerken annesi, Leyla’yı da alıp Mısır’a gitti. Çocukluğu Kahire’de geçti. Bu döneme kadar kendisinin ağzından hayatı kısaca şöyle:
“Yedinci yüzyıldan atalarım Azizi’lerdi. […]Dedem Kürdistan’ın son hükümdarıydı. Ona karşı yapılan bir Türk seferiyle, umutsuz bir çabalamadan ve bir parça şarkî hainlikten sonra bütün ailesiyle beraber esir alındı. Büyükbabamın ölümüyle Sultan Abdülhamit onun oğullarını çağırdı ve maiyetindeki yüksek mevkilerin huzurunda onları bağışladı. Babam Abdülrezzak Bederxan, Jön Türklerin 1908’deki isyanına kadar meşhur Yıldız Köşkü’nde, seremonilerin büyük üstadı olarak yükümlülüklerini yerine getirdi. Jön Türkler hükumetin dizginlerini ele geçirince babam haklarını geri almak için Kürdistan’a döndü, annem ise güvenlik ve sakinlik arayışıyla beni Mısır’a götürdü. O zamanlar üç yaşındaydım. Kahire’deki çocukluğum, sürgün edildiğimiz 1917’ye kadar canlı ve mutluydu.” (The Daily Mail Gazetesi, 30 Ekim 1928).
Kahire’de geçen çocukluğunda oranın kültürünü öğrenmiş ve etkilenmiş olan Leyla, babasının suikasta uğramasıyla hayatının bambaşka bir dönemine girer ve güvenlik gerekçesi ile İsviçre’ye, Montrö’ye gönderilir. Üzerindeki sorumluluğun bilincindedir. Türkiye’deki çalkantılı siyasi ortam, Kürtlere yönelik politikalarda babasının suikast sonucu ölmesi, kendisinin ise tek varis olması ondan beklentiyi arttırmaktadır. Bu nedenle iyi yetişmeli, kendini geliştirmelidir.
“Bağımsız olabilmek adına sıkı çalışmak için zihnimi müthiş bir ciddiyete odakladım. Ama kararlılığımın ne yararı vardı! Kaderi çizilmiş ruhuma fırlatılan, kitaplarımı kapatıp müzik ve dansın hayalini kurduran bir dans parıltısı vardı. Akşamları, diğer kızlarla dikiş dikmek yerine çalıştığım ders bittiğinde doğaçlama pantomim yapmak için onların bana katılmasını sağlardım. Ah! Aritmetik ve Latinceden çok daha fazla enerjiyi bunlara verdim ve sitemler haklı olarak sık sık tekrarlanıyordu. Fakat, ah, her şey içimde vahşi bir başkaldırıyla nasıl da dans ediyordu!” (The Daily Mail Gazetesi, 30 Ekim 1928).
İlk sahneye çıkışı Viyana’da olur
Leyla, içinde büyüyen dans etme isteğine karşı koyamaz ve kendini bu yönde geliştirmeye başlar. Yetiştiği kültür ve büyüdüğü yerler ne kadar engel olsa da dansa ağırlık verir. “Kaçınılmaz şekilde dans benim hayattaki tek amacım oldu. Dansçı bir Müslüman kız! Hiç kimse arkadaşlarım ve ailemin dehşetini tasavvur edemez.” (The Daily Mail Gazetesi, 30 Ekim 1928). Doğu kültürlerinde bir kadının dans etmesi demek, onun düşkün olması anlamına gelir. Hele ki Leyla gibi asil bir soydan geliyorsa… Leyla ise dansı, kendini ifade edebilmenin en uygun yolu, en etkili sanatlardan biri olarak görür ve sanatını da bu temelde ilerletmeye başlar. İlk sahneye çıkışı Viyana’da olur. “Gözü pek, dans tutkusuyla dolu ben, muhtemelen ömrümün sonuna kadar dans edeceğimin bilincinde ilk kez sahneye çıktım” (The Daily Mail Gazetesi, 30 Ekim 1928). Sahneye çıkmadan önce ölüm tehditleri aldığından, salonun dışında polislerin beklemek zorunda kaldığından bahseder. Git gide ünü artar ve turnelere çıkar. “Katı bir Müslüman olmasına rağmen prenses, dans kariyeri için halkının geleneklerinden koptu. Paris’te bir stüdyo kurdu ve dans tutkusu sebebiyle şu an burada [Pasadena]. Dünyanın en çok beğenilen dansçılarından biri, fakat yine de tevekkül düşüncesi nedeniyle uzun zamanlı otel veya gemi rezervasyonları yapmayı reddediyor” (Pasadena Post Gazetesi, 22 Nisan 1931). Turnesinin Chicago durağında, kendisi hakkında çıkan haberde yine Müslüman olmasına vurgu yapılır: “Onun konumundaki bir insanın kamuya açık bir sahnede görünmesi, ülkesinin geleneklerine katı şekilde ters düşüyor ancak Avrupa’da meşhur oldu.” (Chicago Daily Tribune Gazetesi, 25 Mart 1931)
Hayaller dünyasında bir Doğulu kadın
Dans aracılığıyla iletişim kurmayı amaçlar, bu yüzden en çok ellerini kullanır. Dansında Doğu etkisi barizdir. Gösterilerinin başlıkları Dürzi Dansı, Pers Damgası, Kürt Savaşçısı, Yılan Dansı gibi Doğuya işaret eden unsurlar içerir. Ancak Batı dans tekniklerini Doğu kültürüne yedirerek başarılı bir şekilde performanslar sergiler.
En basit şekliyle Batı’nın Doğu’ya bakışı ve anlam yüklemesi olarak tanımlanabilecek oryantalizm, sadece zihinde olup bitmiş bir süreci ifade etmez. Leyla Bedirxan, Batılı sanatçıların ve gezginlerin ürünlerini de büyük ölçüde etkilemiştir. Tarihçilerin ve gezginlerin anlatımı ile ortaya büyülü bir Doğu resmi çıkmış ve Batılı kişinin gözünde git gide daha mistik ve egzotik anlamlar yüklenmiştir. Özellikle Doğu’ya seyahat eden ancak hareme giremeyen, sokakta ise sadece peçeli kadın gören Batılı erkek hayaller dünyasında bir Doğulu kadın yaratmıştır ve bu kadın resim başta olmak üzere türlü sanatsal eserlere de yansımıştır. “Kadınlar, eril bir hayal gücünden çıkma yaratıklardır çoğu zaman. [1]Sınırsız şehvetin ifadesidirler, enikonu aptaldırlar, hepsinden önemlisi isteklidirler.” (2)
Avrupalı pek çok ressam; haremin şehvetli, gizemli ve erotik dünyasını konu edinmiştir ve bu resimlerdeki kadınlar genellikle bir çalgı ekibinin ortasında dans eden, vücudunun bir kısmı tüllerin ardında görünen, şehvet ve arzu nesnesi olarak tablonun tam ortasına yerleştirilen figürlerdir. (3) Oryantalist sanatın etkisi uzun yıllar sürmüş ve Batılı erkeğin Doğulu kadına bakışı sabit kalmıştır. Leyla Bedirxan örneğinde de bu durum, hakkında çıkan gazete haberleri ile görünür oluyor.
’Doğunun gizeminin ritmik dokusunu örüyor’
Leyla’ya karşı geliştirilen oryantalist bakış, kendini ilk olarak “Prenses” kelimesinde gösterir. Batı basını, Leyla’nın prensesliğini, ismini andığı hemen her zaman tekrarlar ve gizemli bir hava oluşturulur. Batının alışkın olmadığı beden kullanımı Leyla’ya bakışı etkiler; Avrupa ve Amerika’da hakkında çıkan gazete yazılarında oryantalist bakış kendini ciddi şekilde gösterir. Turneleri veya müstakil sahne gösterileriyle haberlere konu olan Leyla’nın “oryantal” yönleri gazete haberlerinde her şeyden ağır basar. 30 Ekim 1928 tarihli The Daily Mail[1] Gazetesi’nin tasvirleri özellikle dikkat çekicidir: “Simsiyah kısa saçları, büyüleyici badem şeklinde siyah gözleri ve porselen gibi teniyle güzel bir kadın.” Aynı makalenin devam eden kısımlarındaki “Çıplak, beyaz, fildişine benzer ayağı, Doğunun gizeminin ritmik dokusunu örüyor. Kıvrak bedeni, zarif hareket ve çeviklik, biçimli kol ve bacakları tiril tiril kumaşların arasından inci gibi parlıyor, Arap gecelerinden çıkıp gelmiş gibi görünüyor” cümleleri ise oryantalizmin açıkça görülebildiği tasvirlerden. The Morning News Gazetesi’nin 28 Şubat 1931 tarihli sayısında “egzotik dansçı” tarifiyle fotoğrafı basılan Bedirxan, 11 Ekim 1936 tarihli The San Francisco Examiner Gazetesi’nde yine Batı’ya uymayan dış görünüşüyle haber olur: “(…) parlak siyah saçları, gizemli kahverengi gözleri ile tipik bir Kürt güzeli olduğu için büyük ihtimalle çok beğenilecek ve heykeltıraşların, Fransız başrol oyuncularının onun soyunma odasının kapısını çaldığı bir figür olacak.”[1]
’Sahneyi bir bütün olarak izliyorum’
3 Nisan 1931 tarihinde Home Talk The Star ve 29 Mart 1931 tarihli Brooklyn Citizen Gazetesi’nde Bedirxan birebir cümlelerle şu şekilde konu edilir: “Doğu ülkeleri kadınlarının genel konseptinden ileride genç ve belirgin şarki tipinde, güzel, ince, uzun ve özgür uzuvlu.” Fakat aynı gazetelerde Bedirxan’ın sadece bir dansçı olarak izlenmek istediği de yer alır. Leyla Doğulu veya prenses olarak sahneye çıkmadığı için onu izlemeye gelenlerin de bu sıfatları bir kenara bırakmalarını dilemektedir. “Ama beni sadece prensesim diye gelip izlemelerini dilemem. Nasıl yüceltilmiş olursa olsun birine on – on beş dakikadan fazla bakmaktan sıkılabilirsiniz. Ben gösterinin sadece başlığıyım, ilk merakları tatmin olduğunda eğlenmeyeceklerine eminim. Ama benim günlerimi, aylarımı, yıllarımı çalışarak geçirdiğim dansım, bir merak nesnesi değil; benden veya benim karakterimden bağımsız olarak kendi için takdir edilmesi gereken bir şey” (The Daily Mail, 30 Ekim 1928). Chicago Daily Tribune Gazete’sinde Leyla’nın dansına dair sadece “sanatın şarki prensiplerinden besleniyor ancak Batı’daki sunumunun yararına olacak şekilde stilize edilmiş” cümlesi görülür. Kendisine kendini ifade etme fırsatı verildiğinde dansa yaklaşımı üzerinde çok durur:
“Ben dans ettiğimde kendimi izlemiyorum, sahneyi bir bütün olarak izliyorum. Çerçeve, tuval ve ben… Işığım, rengim, çizgiyim; bu benim için, müziği yorumlarken bir tasarı yaratmak. Dans ederken bir şekilde etrafımda bütün bir sahne kurduğumu hissediyorum ve harem dansında sadece bir odada değil bir sarayın tamamında dans ediyorum. Dünyadan uzak güzellik ve gizem arasında bir hayatı yansıttığım bir resim çiziyorum ve aşk bedenimi, ayaklarımı hareket ettirip kalbimde şarkı söylüyor.” (The Daily Mail Gazetesi, 30 Ekim 1928)
Leyla’nın kökeni, beslendiği gelenek ve dış görünüşü Batı’da adını duyurabilmesi için ona avantaj sağladı ancak bu avantaj, beraberinde oryantalist bakışı da getirmiştir. Kadınlara değil erkeklere hitap eden bir figür olarak sunulan Leyla, isminden önce dansıyla bilinmek istese de prenses unvanı hayatı boyunca adından önce gelmiştir. Doğu ile Batı arasındaki somuttan ziyade soyut uzaklığın kendisi de farkındadır ancak bu uzaklığı yine sanatı üzerinden şekillendirmeyi ve mesafeleri dansla yok etmeyi amaçlamıştır. Bu bağlamdaki son sözleri yine Leyla’ya bırakmak en doğrusu:
“Kalbim; Doğulu bir çocuğun, pek çok Batılının soluk hayatına bu kadar çok renk getirmesi ihtimali ile pır pır atıyor.” (The Daily Mail Gazetesi, 30 Ekim 1928)