Kasım 1922'de hem Türk hem de #İngiliz# heyetleri #İsviçre#'nin #Lozan# kentine varır. Türkiye heyetine İsmet Paşa (İsmet İnönü), İngiliz heyetine Lord Curzon başkanlık ediyordu. Lozan, iklimi ne kadar soğuk olsa da, konferanstaki siyasi tartışma tam tersine sıcak ve hararetlidir. Konferansın ana konusu Fransızca gündem cetveline yazılmış: #Musul# vilayeti üzerindeki Türk egemenliği konusu.
Rakiplerine karşı güçlü bir konumda bulunan Mustafa Kemal'in yeni Türkiye'si, yeni bir döneme girmiş ve 20 Ağustos 1920'de imzalanan Sevr Antlaşması'na hiç bir koşulda bağlı kalmak istemiyordu. Çünkü Sevr'in 60’tan 63’e kadarki tüm maddelerinde, açık ve şeffaf bir şekilde, Kürdistan devletinden, Kürdistan topraklarında Kürtler için bir devletten bahsediliyordu.
Mustafa Kemal Lozan'a gitmeden önce İsmet Paşa'ya oyunu değiştirip müttefik güçlerle yeni bir anlaşma yapması gerektiğini, Türkiye'nin başarısını gösterecek ve Sevr Anlaşması'nın yerini alarak yeni dünyanın temeli olacak yeni bir anlaşma yapmasını söyler.
İsmet Paşa, Lozan'a varır varmaz, konferansın ilk gününden itibaren “Musul vilayetinin Türkiye topraklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu” vurgulamak için oluşturulan tüm bu belge ve delilleri sunmaya başlar. Bu, İsmet Paşa ile Lord Curzon arasında dört konu ve dört belge üzerinde hararetli bir tartışmama neden olur.
Birinci Belge
İsmet Paşa'nın ilk belgesi, Araplarının Musul vilayeti ahalisinin çok küçük bir azınlığını oluşturduğu, vilayetin çoğunluğunun önce Kürtlerden, sonra Türkmenlerden oluştuğu şeklindedir. Dolayısıyla vilayetin Arap Irak devletine bağlanmasını anlamsız, mantıksız ve gayrimeşru olduğunu savunur.
Lord Curzon, İsmet Paşa'nın belgesine yanıt olarak şunları söyler:
“Bildiğimiz kadarıyla Musul ve #Süleymaniye# vilayetlerinin tamamı Türkiye'ye ilhak edilmek yerine hem Bağdat'ta hem de Basra'ya bağlı kalma yönünde oy verdiler.”
Aslında Lord Curzon olayları tam tersten anlatıyor; çünkü İngiltere 1920'lerin başında Süleymaniye'de bir referandum düzenler ve Kürtlerin yüzde 83'ü bağımsız bir Kürdistan'dan yana oy verir, Irak devletine dahil olmak istemez.
İkinci Belge
İsmet Paşa'nın ikinci belgesi, Musul vilayetinin tüm ticari faaliyetlerinin Arap Irak'la değil Türkiye ile olduğu yönündedir. İsmet Paşa, şöyle der:
“Musul ekonomik olarak Bağdat ve Basra’ya değil bize bağımlıdır. Bu, Türkiye'nin egemenliği sayesinde barış ve güvenlik içinde yaşayabilecek olan bölgedeki vatandaşların kaderinin belirlenmesi için çok önemlidir.”
Lord Curzon yanıt verir ve şöyle der:
“Dicle ile Fırat arasındaki zengin bir ülkenin ekonomik ihtiyaçlarını karşılayamayacağına ve ona yardımcı olacak bir dış ekonomiye ihtiyacı olduğuna nasıl inanabiliriz! Bu topraklar kendisine ve vatandaşlarına yeter ve hiçbir kimse veya tarafa ekonomik olarak bağımlı olmaya ihtiyaç duymaz.”
Üçüncü Belge
İsmet Paşa'nın üçüncü belgesinde uluslararası meşruiyetle başvurur ve şöyle der:
“Musul vilayetinin İngilizler tarafından işgali meşru değildir. Çünkü 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşmasına aykırıdır ve bu anlaşmaya göre İngiltere'nin Türkiye’nin herhangi bir toprak parçasını işgal hakkı yoktur ve Musul vilayeti de Türkiye'nin toprağıdır!”
Bu belgeye yanıt olarak Lord Curzon sadece şu sözleri sarf eder:
“Milletler Cemiyeti (bugünkü Birleşmiş Milletler), Büyük Britanya'ya Irak'ta kalma, Irak'la işbirliği yapma, onu mandası altına alma hakkı verdi ve Musul eyaleti de tarihi Irak’ın önemli bir parçasıdır”
Dördüncü Belge
İsmet Paşa’nın son kartı ise referandumdur ve “Kürt kardeşlerinin” tarihi Irak’la mı, Türkiye ile mi kalmak istediklerini öğrenmek için Milletler Cemiyeti’nden referandum yapılmasını talep eder.
Lord Curzon yanıt olarak Paşa’ya döner ve şöyle der:
“Sizi temin ederim ki, Musul vilayetindeki Kürtlerin Türkiye’ye ilhak edilmek gibi bir talepleri yoktur ve Büyük Britanya'nın gözetimi ve himayesi altında kalmayı talep etmektedirler.
Sonuç
Paşa ile Lord, Türkiye ve İngiltere arasında Lozan'da kurulan bu diyalogda önemli olan, nüfusun yüzde 52'sini oluşturan Musul Kürtlerinin Lozan'da ve konferansta herhangi bir temsilinin olmamasıdır! Türkler ve İngilizler kendilerini dünyaya Kürt iradesinin temsilcileri, savunucuları ve sözcüleri olarak tanıtarak Kürt halkının Büyük Britanya'nın veya yeni Türkiye’nin bir parçasıymış davrandılar!
Bu iki büyük delegasyonun her biri ve Lozan Konferansı'nda hazır bulunan katılımcıların tümü de, seçenek olarak, 1919'da Süleymaniye'de kurulan ve kralı, hükümeti, bayrağı, marşı, sınırları, halkı ve uluslararası ilişkileri olan Kürt devleti gerçeğini sormaya yanaşmadı.
Bu milliyetçi seçmen ne Türkiye ne de Irak arasında bir seçim yapmak değil, kendi topraklarında kendi devletine sahip olmak istiyordu.
Mart 1919'da Büyük Britanya temsilcisi Londra'ya gönderdiği bir telgrafta şöyle der:
Ne beklediklerini bilmiyorum. Burada, Süleymaniye'de, İngiliz dostu bir devlet kuruldu ve sadece bunu onları tanımanızı bekliyor.”
Ancak daha sonra olaylar başka bir yöne kayar. İsmet Paşa, Musul vilayeti ile ilgili müzakerelerin ilk turunu kaybeder. Süleymaniye’deki nasyonalistler de öyle. Oyunun tek galibi Lord Corson’dır ve Aralık 1925'te, Milletler Cemiyeti’nin kararı ile Musul’u resmen Irak'a ilhak eder ve o andan itibaren Kürdistan Iraklı’laştırılır.
Fransa Irak Araştırma Merkezi Direktörü Dr. Adil Bakawan[1]