-İttifaka her zamandan ziyade muhtacız-
Cemiyetlerin beka ve devamında, özellikle oluşum ve meydana çıkış dönemlerinde, ittifak ve yardımlaşmanın hakkıyla elde ettiği seçkin ve yüksek mevkii, şark ve batı uleması tarafından layık olduğu ehemmiyet ve genişliğiyle izah ve tekrar edilmiş bir apaçık hakikattir.
Hatta bu hususta kadim ve daha sonra gelen dinlerde, birçok dogma ve hükümler konulmuştur.
Bilhassa iftiharla mensup olduğumuz İslam dini, bu noktaya ayeti kerimlerle ve hadisi şeriflerle izahatta bulunmuştur.
Her zaman ve özellikle geçirmekte olduğumuz şu tarihi anlarda ittifak ve yardımlaşmanın Kürdlerde lüzum ve gereklilik derecesinden bahsederken üzülerek mazinin bu hususta bazı hatalara şahit olduğunu kaydetmek zorunluluğundayız.
Kürdün yüksek izzeti nefsinin suiistimale uğramış bir istihalesi [başkalaşması] diye tefsir edeceğimiz mağrur benliği, Kürdler arasında “Menem diğer nist” [Benim başkası yok] davasının genellemesine büyük hizmetler ettiği inkâr olunamaz.
Kürd; ittifak nimetinin ilmi esaslarına vakıf olmayışı, yaratılışındaki asabiyet maddi muhitin zorluğu arasında esinlendiği şiddet ve hiddet ile serbestçe yaşamayı, geniş ve hiçbir kaydı kabul etmeyen mutlak bir hürriyet içinde yaşamayı, şahsının ve mensup olduğu cemaatin refah ve saadetini temin edecek mesut bir ittifak ve birlikteliğe tercih etmiştir.
Bu nokta etrafında biraz izahat vermek lüzumunu hissediyoruz. Çünkü Kürdün yiğitlik ve yürekliliği hakkında vermiş olduğumuz malumattan, fertlerin her birine birer birer tatbik olunarak Kürdün haklı, haksız, faydalı, zararlı itaat etmeği bilmediği zannı hasıl olabilir.
Halbuki Kürd; bilakis sınırlı ve sayılı hususi cemiyetin fertleri arasında iyi niyetle yaşar, aile ve kabile reisine adeta dindar bir boyun eğişle itaat eder.
Bütün ihtilaf; küçük kabilesi üzerindeki hakimiyetle hoşlanan bazı kabile ve aşiret reislerine münhasırdır ki, sebeplerini arz ettiğimiz bu ihtilaf, hakikatte hiçbir kötü niyete yüklememekle birlikte, netice itibariyle elde ediliş, gayenin teminine tarih sayfalarında çoğunlukla karşı çıkılmıştır.
İlmi sebepleri layıkıyla anlaşılmamasından neşet eden bu gerçek durum, bugün hemen hemen zail olmuş gibidir. Fakat bu kayboluşun devamını teminen bu nokta hakkında Kürdlük ve Kürd aşiret reisleri aydınlatılmalı ve irşat edilmelidir.
Bu ihtilafın tarihte meydana getirdiği problemlerden bahsetmiştik. Bir misal verelim: Çaldıran seferinden dönem Yavuz Sultan Selim’in Şerafeddin Bitlisi’nin vasıtasıyla Kürdistana ne şekilde savaşsız boyun eğdirdiğini herkes bilir. Bunu izah edecek değiliz. Yalnız Kurdistan’ın o tarihte bulunduğu durumu tetkik edelim.
Merkezi Diyarbekir’de olmak üzere teşekkül eden Ali Mervan [Mervaniler] hükümetinin malum olan tesirler ile çöküşü üzerine, bütün Kurdistan küçük küçük aşiretlerin toplanmasıyla vücuda gelmiş birkaç emirlik tarafından idare olunmaktaydı. Malik bulundukları bölgenin genişliği ve nüfusun çokluğuyla aralarında bir konfederasyon teşkil etmeleri, kuvvetli bir ilişkiyle bir devlet halini iktisap etmeleri mümkün iken, seçilen hastalıklı hareket tarzı neticesinde adı geçen emirlikler, yavaş yavaş taksimata uğramış ve Yavuz Sultan Selim’e boyun eğen emirliklerin sayısı yirmibire ulaşmıştır.
Yavuz Sultan Selim Hazretleri, savaşsız arzı teslimiyet eden bu Müslüman emaretlerinin boyun eğişleriyle, maslahatlarını nazarı dikkate alarak tümünü içişlerinde muhtar ve müstakil bırakarak, az bir vergilendirmeyle Memalik-i Osmaniye havuzuna bağlamıştır.
Muhtar [otonom] bir idare şeklinin mümtaz ve kesin bir timsali olan bu idare, maalesef Kurdistan’da uzun müddet devam etmemiş ve iki esas etkinin tesiri altında kalarak adı geçen emirliklerin iç idarelerindeki nüfuz ve düzeni, oluşma sebepleri ve ilerlemeyi ihmal ile muhtariyet şeklini ve esaslarını birer birer kaybetmişlerdir.
Bu çözülmeyi hazırlayan iki temel etken vardır: Biri ve en etkili olanı; civar vilayetlerde bulunup fitneyle diğerini istifaya zorlayan valilerin kötü yönetimleridir. Diğeri ise; Kürt ümerası içinde arasıra zühur eden ihtilaf, noktayı nazardır. Bu ihtilaf hiçbir zaman temel ve hayati meselelerden çıkmamıştır. Adı geçen ihtilafların çıkışı biraz evvel izah ettiğimiz benlik sevdasından başka bir şey değildir. Bu pek kara ve feci sevdadır ki milli Kürd kültürünün meydana gelmemesinde önemli rol oynamıştır. Çünkü adı geçen emirlikler, Yavuz Sultan Selim ve halefleri zamanında olduğu gibi zamanımıza kadar aynı şekli muhafaza etmiş olsaydı, Kürd milli lisanının ortaya çıkmasına ve gelişmesine daha müsait bir fırsat bularak şimdiye kadar dil ve kurallarını düzenli şekil ve esaslar altına almış bulunacaktı. Bütün bu başarısızlıkların kuvvetli ve sarsılmaz bir ittifak ve yardımlaşmanın eksikliğinden kaynaklandığı aşikârdır.
Dolayısıyla bundan sonra bu mühim ve hayati noktayı layıkıyla idrak ederek mukadderatımızı ellerinde bulunduran Avrupa’nın bizi dikkat ve ehemmiyetle tetkik ettiği bu esnada ve ilelebet en küçük ihtilafa bile itiraz edelim.
Tarih, ittifaksızlık yüzünden ölmüş milletlerin enkazıyla doludur.
Bir İngiliz dostum bir gün konuşurken bana demişti ki: Bize bakmayın, biz İngilizler iki saat zarfında bir fikir etrafında elibin kişi toplanırız ve iki saat daha müsaade ederseniz elibin yüzelibin de olur.
Belki bütün İngiliz büyük teşkilatının içeriği bu sırra muvaffakiyeti, hiç olmazsa bundan sonra arızalı ve uçurumlu olan ilerleme güzergâhı ve ortaya çıkışımıza takdir olmuş bir nur gibi kullanalım. Ve bütün vatandaşların kalbi, bir nur ve nur ile yansın…
Osmanlıcadan çeviren: Cemîl Amedî[1]