$Kürtlere Yapılan Katliamlar Zulümler Türklere Yapılsaydı Ne Olurdu ?$
Türk kardeşlerim empati kurmaya hazırmısınız? Din kardeşleriniz Kürtler’e yapılan katliamlar zulümler sizlere yapılsaydı siz ne yapardınız?
“Kürt Sorunu Nasıl Oluştu?” başlıklı yazımıza, kendisini İslam’a nispet edenlerden gelen, hak etmediğimiz ölçüde suçlayıcı kimi tepkiler ve Türkçü MHP’nin Kürt sorununa çözüm çabaları karşısında ortaya koyduğu ırkçı, faşist tavır ve söylemler sebebiyle, bu kesimler de belki düşünürler diye tersinden bir örnekle sorunu bir daha ortaya koymak gereğini duyuyorum.
Kürdiye’de Türklere Kürtlük ve Atakürtçülük Dayatılsaydı, Türkçe Konuşmak, Türkçe Yayın ve Eğitim Yasak, Kürtçe Eğitim Zorunlu Olsaydı
Kürtlere yönelik, inkâra, asimilasyona dayalı büyük zulmü bir türlü anlamayanlara ya da anlamak istemeyenlere, daha kolay anlamaları için aynı konuyu farazi bir örnekle bir daha ve tersinden anlatmaya çalışalım.
1 – Ülkenin ismi Türkiye değil de Kürdiye olsaydı ve bu ülkede Atatürkçü resmi ideoloji yerine Atakürtçü resmi ideoloji dayatılsaydı, resmi dil ve eğitim dili Kürtçe olsa ve Türkçe konuşmak, yayın yapmak, eğitim yapmak yasak olsaydı.
2 – Kürdiye’de eğitim, “tevhidi tedrisat” dayatmasıyla tek tip Apoist-Atakürtçü nesiller yetiştirmek için ideolojik ve dogmatik zorbalıkla tam bir beyin yıkama ve öğütüm aracı haline getirilseydi. Devlet ve kurumları hep Atakürtçü-Apoist resmi ideolojiyi bir din gibi dayatsa, Türk çocukları bu Kürtçü ulusalcı ideoloji için ölmek zorunda bırakılsaydı. Başta ordu ve yargı olmak üzere, devlet kadrolarında bulunan çoğunluk bu Atakürtçü resmi ideolojinin bağnaz tarafgirleri olsa ve adaleti, hakları, özgürlükleri bu Kürtçü ideoloji için yok etmeyi görev bilseler, askıya alsalardı.
3 – Kürdiye’nin okullarında Türk çocukları her sabah “Kürt” olduğunu haykırmaya, “varlığını Kürt varlığına armağan etmeye” ve “ulu önder Atakürt Apo’nun açtığı yolda, kurduğu ülküde, gösterdiği amaçta yürüyeceğine” and içmeye zorlansalardı.
4 – Türklerin yoğunlukla yaşadığı bölgenin dağlarına, taşlarına “ne mutlu Kürd’üm diyene” yazılsaydı. Kürdiye’nin Başbakanları, bakanları, generalleri, Kürtlüğü kalpten benimsemeyenlerin ve Kürtçe bilmeyenlerin, Kürtlerin sahip olduğu herhangi bir hakka sahip olamayacağını, fakirlere dağıtılan yardımlardan bile pay alamayacağını, “Kürdiye’de Kürt olmayanın tek hakkının Kürtlere köle ve hizmetçi olmak” olduğunu, “ne mutlu Kürdüm diyene” sözünü kalpten söylemeyenlerin devletin düşmanı olduklarını açıklayıp hedef gösterselerdi.
5 – Bu haksızlık ve zulümlere karşı İslami ve Türk kimliklerini koruyarak insanca yaşamak istediklerini açıklayan ve bu haklarını elde etmek için kitlesel çağrılar yaparak haklarını kabul ettirmek üzere harekete geçen Müslüman Türklere karşı aşırı güç kullanımıyla katliamlar gerçekleştirilseydi. Ve o günün gazeteleri “isyancı” Türklere karşı girişilen ve kadın çocuk ayırmadan binlerce masum insanın da öldürüldüğü bu katliamlar hakkında Kürdiye Silahlı Güçler komutanlarının “… eşkiyaya yardım eden köyler halkının imha olunduğunu…” beyan ettikleri, “S. Paşanın tatbik ettiği imha planı” uyarınca “eşkıya”nın “çekirge mücadele usulüyle tepelendiği” şeklinde haberler yapsaydı.
6 – Bu büyük zulme itiraz eden ve insanca yaşamak haklarını talep eden Türkler ideolojik Atakürtçü yargı tarafından baskı altına alınsa, ideolojik keyfi kararlarla ceza evlerine doldurulsalardı. Üstelik cezaevlerinde Atakürtçü kadrolarca,özgürlük ve hak talep eden Türklere ağır işkenceler yapılsaydı. Yargının resmi ideolojinin kırbacı gibi kullanılmasından kaynaklanan adaletsizlikler, siyasi, ideolojik keyfi yargı kararlarıyla on binlerce insana yapılan zulümler, haksızlıklar Türk halkını kuşatsaydı. Kimi asker ve yargı bürokratlarının koruması altında gerçekleştirilen ve binlerce insanı katleden faili meçhuller, yoğun hukuksuzluklar, çatışmalar, gözaltında kayıplar, ev baskınları, yargısız infazlar, pislik yedirmeler, köy yakmalar ve boşaltmalar, taş atan Türk çocuklarını bile terörle mücadele kanunu kapsamına alarak onlarca yıllık cezalara muhatap kılan ideolojik uygulamalar, göç ve bundan doğan sorunlar Tür halkını ezseydi.
7 – Hak ve özgürlük talepli itiraz ve tepkiler sebebiyle Türk bölgesi farklı bir hukukla, OHAL uygulamasıyla on yıllarca kuşatılıp ezilseydi. Bu Baskılara ve zulümlere itiraz eden Türklere yönelik ilave baskılar, keyfi ideolojik uygulamalar reva görülseydi. Susurluk, Şemdinli, Yüksekova ve Ergenekon gibi adlarla ortaya çıkan devletin silahlı bürokratlarının öncülüğünde oluşturulmuş çetelerin benzerleri Kürdiye’de korunup Türk halkına musallat edilseydi ve en üst kademelerden korunup “iyi çocuklar” olarak kollansaydı. İşte bu Kürdiye devleti çeteleri, 17 bin civarında insanı faili meçhullerle, yargısız infazlarla katletseler, asit kuyularına atsalardı.
8 – Türk halkından küçümsenmeyecek önemde bir kısım, Kürdiye devleti ve TİT (Türkçü İntikam Tugayı) nın oluşturduğu yoğun şiddetin altında bırakılmış, bir kısmı göçe zorlanırken, bir kısmı da güvenlik ihtiyacıyla köyden şehre çaresizlik içinde göç etmek zorunda kalmış olsaydı. Bu da uzun yıllar kapanmayacak sosyal yaraların oluşmasına neden olsaydı. Türkler yaşam alanlarından kopartılarak, herhangi bir yer gösterilmeksizin sahipsiz bir biçimde bölgedeki ve bölge dışındaki kent merkezlerine göç etmek zorunda bırakılsaydı. Geçim kaynakları, toprakları ellerinden alınan bu Türkler yoksulluk sınırı altında yaşamaya mahkûm edilselerdi. Kendi topraklarında barınma, iş, sağlık, eğitim gibi temel hizmetlerden mahrum bırakılsalardı. Aileleri parçalansa ve göçtükleri birçok yerde Türk kimliklerinden dolayı saldırıya uğrasalar, dışlanıp aşağılansalardı. Göç eden insanlar, çevre uyumsuzluğu, dil ve kültür farklılığı, potansiyel suçlu görülme sorunlarıyla, sağlık, beslenme, barınma, düzenli iş bulamama-işsizlik, eğitim ile ilgili sorunlarla karşılaşsalardı. Türk köylüler arası güç dengesini bozan koruculuk sistemi Türk’ü Türk’e kırdırma mekanizması olarak işletilmiş, koruculuk zırhına bürünmüş suç şebekeleri üretilmiş olsaydı. Koruculuk, Köylüler üzerinde baskılar kuran, adam öldüren, kadın kaçıran, düşman gördüğünü TİT’li yaftası vurup ortadan kaldıran, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, taciz, tecavüz, soygun, haraç alma ve sair suçlar işleyen, zaten devletten potansiyel suçlu muamelesi gören köylülerin müşteki olmaya bile korktukları, denetlenmeyen devasa bir suç makinesi olsaydı. Bir başka suç makinesi olan JİTEM’e destek veren ve ondan destek alan koruculuk, savaş ortamının hukuksuzluğu içerisinde her türlü kötülüğün ve zulmün başı olsa ve JİTEM-Korucu çetesi Türk halkına kan kustursaydı.
9 – Fakirlik, yoksunluk, işsizlik, eğitimsizlik de Türk bölgesininen belirgin özelliği haline gelseydi. Egemen Kürt oligarşisi, Türklerin yoğun yaşadıkları bölgeleri bilinçli olarak geri bıraksaydı. Kürdiye’deki Türk bölgesi insanlarının, bir gün ayrılıkçı fikirlerle ortaya çıkabilecekleri endişeleriyle, ekonomik yönden geri ve eğitimsiz bırakılması ulusal politika olarak tercih edilseydi. Türk bölgesinin milli gelir dağılımı içindeki komik denecek kadar küçük olan payı bakımından, yoksulluk, işsizlik, alt yapı ve sanayi yatırımları açısından diğer bölgelerle mukayese bile edilemeyecek kadar gerilerde bırakıldığı, bizzat devlet istatistikleri ile ortaya konsaydı. Binlerce Türk köyünün yakılması ve 3 binin üzerinde köyün boşaltılmasıyla 3 milyondan fazla Türk insanı yurtlarından ayrılmak zorunda bırakılsaydı. Üretimden kopan bu insanlar ekonomik sıkıntılarla baş başa, açlık, sefalet içinde, çöplüklerden ekmek toplayacak duruma düşmelerine yol açacak derecede insanlık dışı uygulamalara maruz kalsaydı.
Bizler İslami kimliğimizle, adaletle hükmetmeyi, adil şahitler olmayı, mazlumdan yana zalime ve zulme karşı çıkmayı, haksızlığa karşı mücadele etmeyi emreden Rabbimizin emrine uyar ve bugün Türkiye’de Kürtlerin, Bulgaristan, Yunanistan ve Türkistan’da Türklerin haklarını savunduğumuz ve egemen zalimlere itiraz ettiğimiz, hesap sorduğumuz gibi o gün de Kürdiye’de Kürt ulus devletine karşı Türklerin hakları için üzerimize düşen tüm sorumlulukları ibadet bilinciyle yerine getirmekten geri durmazdık.
“Kürt sorunu nasıl oluştu” başlıklı yazımıza Türk ulusalcılığının yönlendirdiği reflekslerle haksız tepkiler veren iyi niyetli Müslümanlar ve Kürtlere yapılan zulümleri kendilerince az göstermeye ya da sıradan herkese yapılanlar gibi takdim etmeye çalışanlar, sadece Kur’an’ın ölçülerini dikkate aldıklarında, sadece Allah rızasını gözetip adil şahitler olma hassasiyetini gösterdiklerinde ve tersinden bakarak “aynı şeyler Türk kimliğine yapıldığında neler hissederdik ve ne yapardık” empatisiyle vicdani bir muhasebe yaptıklarında daha farklı sonuçlara ulaşacaklarına ve kendilerine musallat olan adaletsiz bakış açısından kurtulacaklarına inanıyorum.
Ancak “bin yıllık devlet”le övünen, milli ve millet kavramını seküler ulusalcılık, “kavmiyetçilik/milliyetçilik” saptırmasından arındırmayı ve Kur’ani çerçevesine oturtmayı tam olarak beceremeyen, ulusalcı kirliliklerle devletçi bir çizgide siyaset yapan, bu sebeple orduyu da kutsayan, kendisine söven ve darbe yapıp partisini kapatan generaller de dâhil tüm generallerin “milli görüşçü” olduğunu söyleyip bağrına basan, Kürt sorunu dâhil bütün sorunların kaynağında yer alarak pek çok katliama ve hukuksuzluğa imza atan Susurluk çetesi için “fasa fiso” diyerek örtme çabası gösteren, Kıbrıs vb konularda “kızıl elma” koalisyonunda İslam düşmanı ulusalcı Doğu Perinçek ve Ergenekoncularla saf tutan, yetiştirdiği kadrolar “Silivri Ceza Evini” “Guantanamo” işkence hanesine benzetecek kadar Ergenekon savunuculuğu yapan Necmettin Erbakan’dan aynı feraseti beklemek biraz zor gibi görünüyor.
Sayın Erbakan, kendisinden beklenen çıkışı yaparak, tıpkı MHP ve diğer ulusalcı kirlilik taşıyanlar gibi, “Bizim böyle Kürt, Türk diye ayrım meselemiz yoktur” diyerek, yukarıda bir daha tersinden anlattığımız bütün ayrımcılık ve zulüm uygulamalarına rağmen ülkede Kürtlere yönelik herhangi bir zulüm, hak gaspı vb sorun bulunmadığını ve dolayısıyla çözülecek bir ”Kürt meselesi”nin de olmadığını, Kürt açılımının Türkiye’yi bölme planı olduğunu kolayca söyleyivermiştir. “Efendim ama bu zulümleri katliamları Avrupalılar yapmadıki,Kürtlere bu katliamları zulümleri biz yaptık,biz dillerini yasakladık Dersim Zilan Ağrı katliamlarında biz katlettik,Kürt diye bişey yok dedik.Yani ”Avrupalılar yada dış güçler bizi bölmek istiyorlar” klişesi bunda tutmuyor Çünkü biz devlet olarak Kürtler’e zulümler yaptık dış güçler değil.
MHP, “Kürtlere Haklarının Verilmemesi” İçin 50 Yıl Dağa Çıkmaktan Bahsediyor, ya Kürtlere Yapılan Türklere Yapılsaydı Herhalde Hiç dağdan İnmezdi.
Maalesef cahiliye dönemimde kurucu genel başkanlığını yaptığım MHP’nin verdiği tepkiler ise, ancak faşizmle, ırkçı saldırganlıkla, despotizmle, hak ve özgürlük düşmanlığıyla tanımlanabilecek bir içeriğe sahip bulunuyor. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, bu ülkenin adı Türkiye değil de Kürdiye oldaydı ve Kürdiye’de Türklere Kürt olmak, Atakürtçü olmak dayatılsaydı. Türkçe konuşmak, yayın yapmak ve Türkçe eğitim yasak, Atatkürt-Apocu resmi ideolojinin militarist kuşatması altında Kürtçe eğitim ise zorunlu olsaydı. MHP ve Türkçüler ne yaparlardı. Derhal TİT (Türkçü İntikam Tugayı) oluşturup dağlara çıkar ve şehirlerde de kim bilir ne vahşetlerin altına imza atarlardı. Çünkü MHP’nin Türkçü ideolojisi bugün dayatılan resmi ideoloji olduğu, Türkçü ideoloji egemen, tahakküm eden taraf olduğu halde böyle saldırgan olabiliyorsa, sırf Kürtlerin gasp edilmiş haklarından bir kısmı iade edilecek diye 50 yıl dağlara çıkmaktan bahsedebiliyorsa, Kürtlerin gasp edilen haklarının aynısı Kürdiye’de Türklerden gasp edilseydi PKK’dan daha kan dökücü ve daha saldırgan olacağı şüphesizdir.
Nitekim Türk ulusalcı çevrelerin TİT, Ergenekon vb çeteleri kendi ideolojilerinin hâkim olduğu süreçte bile oluşturdukları, binlerce faili meçhul cinayetler, masum insanları asit kuyularına atma gibi alçaklıklar, onlarca provakasyonla sivil halka yönelik katliamlar yapmaktan geri durmadıkları belgelerle ortaya konmuş bulunmaktadır. Bugün hâkimiyetlerini sürdürmek ve Kürt halkını asimile etmek, boyun eğdirmek için bunca vahşetin altına imza atan Türk ulusalcıları ve Kürtlerin gasp edilmiş haklarından bir kısmı iade edilirse 50 yıl dağa çıkarız diye efelenenler, acaba Türkiye’de Kürt halkına yapılanlar, Kürdiye’de kendilerine yapılsa neler yapmazlardı?
Bunlar göstermektedir ki, kim yaparsa yapsın ırkçılık/ kavmiyetçilik/ “milliyetçilik” Şeytani bir suçtur, insanlık suçudur. İnsanlığa büyük acılar yaşatmış, büyük çatışmalara ve çok kan dökülmesine sebep olmuş bir büyük sapkınlıktır. Tabii ki, tahakküm amacıyla, iktidar ve rant için, bir başka kavmi ve kültürünü yok etmek, kendi kavmi kimliğini dayatmak ve diğer kavimlere galebe çalmak, zulmetmek için yapılan kavmiyetçilikle, bu zulme karşı direniş amacıyla sürüklenilmiş kavmiyetçilik, ikisi de batıl olmakla beraber, aralarında bir derece ve nitelik farkı olduğu da adaletle tespit edilmelidir. Tahakküm, sömürü ve emperyal amaçlı kavmiyetçilik, ki Türk ulusalcılığı/“milliyetçiliği” böyledir, şüphesiz daha zelil ve daha zalimdir, öncelikle karşı çıkılması gereken de budur. Kürt muhalifler ise, zulme karşı çıkma ve haklarını zalimlerden alma çabaları itibariyle haklı olmakla beraber, sonuçta kendileri de insanın fıtratını bozan, insani erdemler ve evrensel vahyi ölçülerle ters düşen kavmiyetçiliğe sürüklendikleri için kendi nefislerine zulmetme ve batıl bir düşünceye sapma konumuna sürüklenmişlerdir.
Buna rağmen, ezen/egemen kavmiyetçilikle, zulmün etkisiyle sürüklenilen kavmiyetçilik arasındaki fark yine de gözetilmelidir. Televizyonlardaki görüntülerine bile bakıldığında, Ahmet Türk ezilen, zulme uğrayan bir halkın en azından bir kısmının temsilcisi olduğu halde, daha kızgın olmak, daha sert konuşmak onun hakkı olması gerekirken, tam tersine o son derece ağır başlı, olgun, saygılı ve insani bir tutum sergilemektedir. Üstelik ezilenlerin, gördükleri zulmün etkisiyle kötü söz söylemesini Allah da mazur görmektedir. “Allah, zulme uğrayanlar dışında, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez…” (Nisa 148). Buna rağmen ezen/egemen kavmiyetçiliğin temsilcisi konumundaki Devlet Bahçeli konuşurken ağzından tükürükler saçılmakta, son derece kızgın, saldırgan ve saygısız bir üslupla konuşmakta, Kürt haklarının hiç değilse bir kısmının iade edilmesi için çaba harcayanlara hakaretler yağdırmakta ve insani erdemler adına utandırıcı çirkin ve zalimce bir örneklik oluşturmaktadır. İşte zulmeden/egemen kavmiyetçilik, önderine, Kürt halkının gasp ettiği haklarının kısmen iadesi halinde bile bu derecede saldırgan bir tutumu sergiletebilmektedir.
“Şehid aileleri” adı takılan mağdur kesimden Türkçü çevrelerin güdümünde hareket edenlerden de, “madem bizim çocuklarımız öldü, başkaları da ölmeye devam etsin” dercesine “Kürt açılımına” ve bunca kanın akmasına yol açan sorunun çözümüne itirazlar yükseliyor. Bu ailelerden bazıları, kendi çocuklarına da, dağdaki çocuklara da zulmedenin aynı Türk ulusalcısı zalim oligarşi olduğunu akletmeyip, gerçek suçlu konumuna DTP’yi oturtup, Başbakanın DTP Genel Başkanıyla görüşmesine bile tahammülsüzlük göstermektedirler. Halbuki, Kürt halkına yaptığı bunca haksızlıkla zulüm bataklığı oluşturup, sonra bu zulme itiraz edenlere daha büyük zulüm ve işkenceleri reva görerek Kürt çocuklarını dağa çıkmaya, PKK’lılaşmaya zorlayan ve hatta derin güçleriyle yönlendiren de; fakir Anadolu halkının zorla askere aldığı çocuklarını, kendi zorbalığı, hukuksuzluğu sebebiyle oluşturduğu bu sorunu şiddetle bastırmak üzere cepheye sürerek “şehidlik”le aldatan da aynı Türk ulus devleti ve ona sahip olan oligarşidir. Bu sebeple, iki taraftan da çocuklarını kaybeden ailelerin hesap sorması gereken tek suçlu, öncelikle zulümleriyle sorunu oluşturan ve sonra da iktidar ve rant hesabıyla yıllarca çözümü engelleyen bu despot Türkçü Kemalist oligarşidir. Asker-sivil Kemalist bürokratlardır, dogmatik resmi ideolojiyi dayatan darbeci, çeteci kadrolardır, TÜSİAD’çı büyük sermayedarlardır, onların güdümündeki Kartel medyasıdır, militarist üniversitenin Kemalist akademisyenleridir, besleme Kemalist aydın(!)lardır. Ve bugün hala çözümün önünde engel teşkil eden MHP’dir. Çocuklarının “şehid” oldukları yalanıyla aldatılan acılı mağdur aileler, evlatlarının katledilmesinin zeminini hazırlayan gerçek suçluların oyununa gelmek, çözüme engel olmak, yeni kanların akmasına sebep olmak ve çocuklarının gerçek katillerine hizmet etmek istemiyorlarsa, işte bu Kemalist Türkçü ulusalcı kadrolara karşı seslerini yükseltmelidirler ve onlardan hesap sormalıdırlar. Yoksa bu kanı artık durdurmak için çözüm arayışı içinde olanlardan değil.[1]
Mehmet Pamak: