İmparatorluk Kürtleri’nin Ekonomi Politiği / Merkezi Piyasa Ekonomisi ve Yerel Korumacı Tepkimeler.
Makale / Ömer Tekdemir.
Ekonomi politik literatüründe çalışma öznesi genelde devletler olmuştur. Bu durum genel olarak devletin otorite, yönetim ve egemenlik yani güç ile özdeşleşmesinden kaynaklanmaktadır. Bu yazıda, Kürtlerin Osmanlı dönemindeki de facto bağımsızlıkları üzerinden oluşmuş bölgesel güçleri baz alınarak başvurduğumuz tarihsel anlatımımız, ekonomi politik disiplinin sosyo-politik aktör ya da devletsiz ulus üzerine olan ortodoks bakış açısını sorgulayacaktır. Aynı zamanda da insan merkezli, kültürel, dinsel ve sosyal değerler içine gömülmüş bir ahlaki iktisat perspektifi sunmaktadır. Bunu yaparken hem ekonomi-sosyolojiden hem de ekonomi-antropolojiden de yararlanarak Kürtlerin özgün siyasal, iktisadi ve sosyal yapısını inceleyeceğiz, aynı zamanda da var olan klasik ve bağımlılık üzerine kurgulanmış ekonomi politik kuramsallarına karşı da alternatif bir okuma geliştirmiş olacağız.
Osmanlı zamanında fiili otonomi gücünü elinde bulunduran, Hizan, Harir, Soran, Baban, Behdinan ve Botan gibi emirliklerin (mîrlik) toplumsal ilişkileri, ekonomik üretim tarzları, kültürel kodları (aşiret gibi), dinsel yükümlülükleri, coğrafi şartları ve İstanbul ile olan ilişkileri üzerinden oluşturdukları bir ekonomi politiği söz konusudur. Tarihsel, sosyal, kültürel ve siyasal bir analiz ile on dokuzuncu yüzyıl imparatorluk döneminden modern ulus devlete olan süreçte Kürt ekonomi politiğine ‘büyük dönüşüm’ olarak tarif edilecek yörüngeden baktığımızda, Kürtlerin on dokuzuncu yüzyıl toplumlarının eriştiği, değiştiği ve yenidünya düzenin kazanımlarına kendi içsel dinamiklerinden (toplumsal yapısı, kültürel ilişkileri, parçalı siyasal aktörleri, antik sosyal kurumları vb.) dolayı, Osmanlı imparatorluğunun Hıristiyan tebaalarından olan Bulgar, Yunan, Ermeni hatta Müslüman Arnavut ve Arap toplumları gibi, elde ettiği politik ve ekonomik kurumsal kazanımlarına tam anlamıyla ulaşamadıklarına da şahit olmaktayız.
Klasik modern bakış açısına göre İmparatorluk Kürtlerinin ekonomik anlamda sanayileşememesinin, kapitalist üretim tarzını yaratamamış olmasının ve bunun sonucu olarak piyasa ekonomisinden uzak olmasının sebepleri, Kürt yerleşkelerinin/bölgelerinin içinde bulunduğu coğrafi şartlar ve ulaşım yollarının zorluğudur (mesela dağlık ve engebeli alanların Kürt bölgelerinde yoğunlukta olması gibi). Bununla beraber İmparatorluk Kürtlerinin siyasal olarak ise parçalı bir sosyal yapıya sahip olmaları, özellikle modern olmayan arkaik aşiretsel ilişkiler üzerinden dengelerinin var olması ve çok başlı liderlik yapısı gibi etkenler, doğal olarak birliktelik sağlamalarını engellemiş ve pazar ekonomisi ile oluşması gereken ‘hayali toplumu’ yani ulus bilincini oluşturamamıştır. Böylece yirminci yüzyılın yeni-dünya düzeninde, yani Osmanlı İmparatorluğu ve Pers İmparatorluğu sonrası oluşan Türkiye, Suriye, Irak ve İran gibi milli (ulus) devletlerinin hegemonyası içinde bölünmüşlerdir.
Elbette bu pozitivist bakış açısının işaret ettiği noktaların doğruluk payı inkâr edilemez ancak bu temaların yanı sıra endüstrileşememenin ve bağlantılı olarak da ulus devlete sahip olamamanın farklı harici sebeplerini de ekleyebiliriz. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde Balkanlar, Arap yarımadası ve Kırım gibi önemli toprak parçalarını ve millet sisteminin unsurlarını kaybetmiş olmasına rağmen Kürtleri kaybetmememe konusundaki hassasiyeti ve bununla beraber bağımsız bir Kürt devletinin Britanya ve Rusya gibi uluslararası emperyalist güçlerin ajandasına uymaması gibi nedenler de bahsi geçen harici faktörlerdendir. Makalemizin amacı bu gerçeklikler ışığında tarihsel açıdan, ama çok fazla da kronolojik anlatım ile meşgul olmadan teorik bağlamda Kürtlerin toplumsal karakteri, sosyal ilişkiler ağı, kültürel kurumları, ananeleri, dinsel ritüelleri, ahlaki değerleri, liderlerin motivasyonu, bağımsızlık anlayışları (örn. merkezle sınırlı ilişki içinde kendi bölgelerine yönetme ve kontrol etme) gibi içsel dinamiklerinden, kendi kendine yeterlilik ekonomi anlayışına kadar geniş bir perspektife kadar bir nevi anarşik diye adlandırabileceğimiz modernizeden ayrışık uygarlıklarını baz alarak bir anlatım sunacağız. Yani özelde Kürt siyasal kimliğinin, genelde ise Kürt toplumunun dönüşüm sürecini aşağıdan yukarı bir perspektifle kısaca inceleyeceğiz.
Bu gelişmeleri anlamak için soracağımız bazı sorular, araştırma öznemizin tarihsel gelişimini daha anlaşılır kılacaktır. Temelde bu makalenin anlamaya çalıştığı olgulardan biri, toplum olarak Kürtlerin neden on dokuzuncu yüzyıl ile gelen sanayileşmeyi ve modern kurumsal dönüşümünü gerçekleştiremediği ve bu kaybedilen fırsatların siyasal zemine yansıyan sonuçlarına bakmaktır. Bunu yaparken de sorgulamak istediğimiz nokta, iç dinamiklerin ve de yerli aktörlerin tarihsel sorumluluğudur.
Tabii ki belirtilen toplumsal ve siyasal ‘yenilenememe’ ya da ‘dönüşememe’ beraberinde yeni bir ilişkiler yumağı da doğurmuştur. Daha açık bir ifadeyle İmparatorluğun dünya siyasal zemininde kaybolması, Kürt siyasal temsilcileri ile dominant, harici bir güç olarak modern Türkiye Cumhuriyeti arasında hegemonik bir mücadele döneminin de aynı zamanda başlangıcı olmuştur.
Bütün bu sorulara verilebilecek cevaplar, değişimin boyutunun yeniden belirlenmesine kadar olan zaman aralığına, yani yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğine kadar olan sürede şekillenmiştir. Bu süre zarfından sonra, yakın tarihte Kürt siyasal aktörleri yenilenip, modern bir siyasal kimlik oluşturulunca mîrlikler eliyle tesis edilen bağımsız ve kendine özgü ekonomi politik farklı bir boyut almıştır.
$Büyük Dönüşüm: On Dokuzuncu Yüzyıl pazar Ekonomisi ve Ulus Devletler$
Karl Polanyi’nin on dokuzuncu yüzyıl toplumlarının “Büyük Dönüşüm” tezini ele aldığımızda, Osmanlının son dönemlerinden Cumhuriyetin kuruluşuna kadar olan süreçte Kürtlerin imparatorlukla olan ilişkilerinin kurumsal, gömülmüşlük, çift hareketler ve ahlaki iktisat üzerinden şekillendiğini gözlemleyebiliriz.
1760’lardan 1800 ortalarına kadar olan süre zarfında Büyük Britanya İmparatorluğunda sanayi devriminin gerçekleşmesi ve 1789’un sonlarında rüzgârı esmeye başlayan ve 1800’ün başında sonlanan Fransız devrimi ile ulus devlet dünyada geçerli yönetim yapısı haline gelmiştir. Böylece kendi kendini düzenleyen (laissez faire) sistemin, devamlılığını ve sürdürebilirliğini koruyabilmesi için sınırları belirlenmiş siyasal mekanizmalara ihtiyacı oldu. Yani uluslararası dengeler içinde kurulan yeni düzenin bekası için çoklu kimliksel imparatorlukların yerini daha homojen ulus devletlere bırakması gerekiyordu.
Bu anlamda temel argümanımız, Osmanlı’nın makro ekonomik yapısı ve merkezin dayatmacı politikalarıyla periferisi de (Kürt bölgesi dahil) sanayi öncesi toplumların çoğu gibi kendi kendine düzenlenen pazar anlayışı tarafından homojen, ekonomi eksenli, kurumsal ve modern bir dönüşüm geçirmeye zorlanmışlardır. Kendi kendine düzenlenen pazar anlayışına dayanmayan Kürt toplumunda ekonomik ilişkiler, sosyal, siyasal ve günlük hayatın dışında olan bir yapı değildi. Diğer bir deyişle Kürtler için toplumsal ilişkiler, akrabalık, evlilik, komşuluk, aşiret anlayışı; insani boyuttaki ilişkiler, düğün, sünnet, taziye; dinsel ve de kültürel kodlardaki benzeri etkileşimlerin hepsi ekonomin içine gömülmüş ve ekonomiden bağımsız değildir. Pazar vardır, ama ekonomi hayatın bir parçası olarak, alışverişi düzenleyen ‘saklı bazı’ ahlaki kodlar ve kurallar silsilesi söz konusudur. Henüz salt gelir elde etme ve bireysellik, piyasa ekonomisini egemenliği altına almamış olup ekonomik faaliyetler, toplum bireyleri için söz, haysiyet, onur, şeref, mensup oldukları aile, aşiret ve komünü temsil etme gibi değerler üzerinden yürütülmektedir. Mamafih, sanayileşmeyle gelişen pazar anlayışından dolayı, ekonomi ve ekonomik düzen bahsi geçen bu günlük hayat içindeki ahlak anlayışını ekonomiye dayalı pratiklerden ayrıştırarak ve bunları ekonominin içinde farklı bir boyuta taşıyarak metalaştırmaktadır. Mesela emek, toprak ve para gibi ürünler doğasına aykırı olarak “imgesel bir meta”ya dönüştürülmektedir, artık bu ürünler gelir getiren birer araç haline gelmişlerdir. Toplumsal ilişkiler artık ekonomiden bağımsız, hatta ekonomik ilişkiler üzerinden var olmaya başlamıştır.
Bu oluşumun diğer kısmında ise dönüşüm esnasında toplumsal ve siyasal bazı etkenlerin toplumsal dokuyu bozan, insani değerleri ekonomik çıkarlar içinde yok eden sermayeye ve kapitale bağımlı kılan sisteme karşı nasıl spontane şekilde koruyucu, önleyici ve de direnen bir karşı hareket yarattığını belirtir. Bu durumu da Polanyi “Çifte Hareket” şeklinde formülleştirmektedir. Asıl amaç korumacılık ve var olanı elinde tutmaktır. Dahası, yeni ekonomik prensipler, kendi kendine düzenlenen piyasa ekonomisine karşı bir tepkimedir ki amaç gündelik hayatın içi de dahil bütün toplumsal ve siyasal ilişkilerden koparılmış ekonomiyi yeniden bu ilişkiler ağına yani eski düzenine geri getirmektir. Böylece bu teorik kurguyla Osmanlı İmparatorluğunun sanayi devriminden sonraki süreçte kuramsal olarak nasıl toplumsal, siyasal ve ekonomik dönüşüm geçirdiği gözlemlenebilir. Kendine özgü bir sistem içinde yer alan Kürtlerin ekonomik yapısını, pazar ve ticaret anlayışını inceleyip ve bunu da lassiez faire prensipleri ile oluşturulan pazar ekonomisiyle kıyaslayıp sonrasında antropolojik karşılaştırma yapıp ve insani değerler boyutundan bakarak Kürtlerin nasıl etkilendiğini açıklayabiliriz. Aslında tahkiyemiz, dönüşüm ve karşı-dönüşüm arasındaki bir mücadelenin ürünüdür diye de özetleyebiliriz.
$Dönüşen Kürt Kimliğinin Siyasal İktisadının Temelleri$
Siyasal iktisat bakış açısıyla bakıldığında, Kürt coğrafyası, değişik dönemlerde büyük imparatorluklar arasında özelliklede on dokuzuncu yüz yılın sonlarında kendi kendine düzenlenen sistemin “büyük barış” adı altında kurduğu uluslararası denge düzeni ve yenilenen siyasal iktisat amaçları doğrultusunda paylaşılmıştır. Tarihsel anlamda ilk yakın ve belirgin paylaşım Osmanlı ve Safevi devletleri arasında 17 Kasım 1639`da ki Kasr-ı Şirin antlaşması ile gerçekleşmiştir. Hâlbuki Kürtler 1515 Osmanlı ve Safevi savaşında Sünni Osmanlı Sultanının yanında, Şii Safevi (Pers) Şahına karşı yer almıştı. Ve ‘mükâfat’ olarak da özerk (de facto) bir yapıya kavuşmuşlardı. Bu durum özellikle İdris-i Bitlis’in çabaları sonucu gerçekleşmişti. Başka bir deyişle Kürtlerin merkezi yapılanma ile ilişkilerinin yoğunlaşması Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi arasındaki toplumsal sözleşme ile pekiştirildi. Kürtler için bundan önceki, yani ilk toplumsal sözleşmenin temeli Türklerin Alparslan liderliğinde Anadolu`ya ilk girişleriyle atılmıştı. Daha sonra Birinci Dünya Savaşı (1914) sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğinin sona ermesiyle de Kürtlerin yoğunlukta yaşadıkları bölgeler değişik yeni kurulmuş ulus devletlerin kontrolüne bırakıldı. Bu dışarıdan müdahaleler Kürtlerin on dokuzuncu yüz yılda “Büyük Dönüşümü” gerçekleştirememesinin önemli nedenlerini oluşturdu.
Fakat bu süreci sekteye uğratan dinamikleri harici aktörlerden çok kendi iç dinamiklerinin sebep olduğu piyasa yapısını kuramamak, taşımacılık sorununu çözememek, uluslararası pazarlara açılamamak, kendi üretim sistemini denetleyememek, doğal kaynaklarını kontrol edememek gibi içsel etkenlere dayandırabiliriz. Böylece zamanın ruhuna uygun modernist ve kapitalist sebepler silsilesiyle beraber sanayileşen ve pazar ekonomisine geçen dünyaya ayak uydurmada zorluk çektiler. Hatta bu sistemin beklentileri ve işleyişi içinde ya dondular ya da gerilediler. Bir yandan da imparatorluğun içindeki diğer halklardan; mesela Araplar, Arnavutlar, Asurîler, Bulgarlar, Ermeniler ya da Yunanlılardan farklı olarak, Osmanlı ile olan tarihsel birlikteliklerinin getirdiği duygusal yakınlığı sonlandıramamaları, bu güçlü dinsel bağ(ım)lılığı ya da ‘kader ortaklığı’nı yirminci yüzyılın ilk çeyreğine kadar sürdürmelerindeki ısrarları, kendi içlerinde bir siyasal birliktelik kuramamaları, toplumsal yapının ve de yerel kurumların yenidünya düzeninin getirilerine karşı duyarsızlığı ve yeni kurumsal düzene bir döneme kadar gereksinim duymamaları, antropolojik bir açıdan karakterlerinin (mesela, misafirperverlik, onur, şeref, haysiyetin her şeyin üstünde tutulması) kapitalist süreci sindirme süresinin uzun sürmesi, kendi kendine yetebilme ekonomisi ve pastoral yaşam tarzlarının ağır basması ve de lider kadrosunun yeni dünya düzenine toplumu hazırlayamaması, Kürtlerin bu büyük dönüşümlerinin önünde ki içsel etkenleri olduğunu belirtebiliriz. Dahası, Kürt toplumunun yapısı, karakteri, dinsel yapılanması ve politik vurgudan uzak, manevi bir dinamik olarak dine bakışı, sosyal, ekonomik ilişkileri, bu ilişkilerin aşiretsel günlük hayat içinde yerleşik olması, ekonominin ev içi ve lokal ekonomik üretim tarzına dayanması, daha da ötesi toplumsal liderlerin dönüşümü sadece kendi çevrelerinde sınırlamaları on dokuzuncu yüzyıl dünyasında sanayileşen, modern biçimde kurumsallaşan, uluslararası kapitalist ve nihai olarak ulus devletleşme süreci içinde Kürtlerin sistemin dışında kalması ile sonuçlanmasındaki diğer önemli içsel sebepler olarak kısaca sayılabilir. Öte yandan, Birinci Dünya Savaşı ile uluslararası dengenin değişmesi ve uluslararası güçlerin bölgesel çıkarlarına uymamaları, yeni ulus devletlerin dar milliyetçi tavırları, uluslararası sermayenin bölgeye direk nüfuz edememesi, dolayısıyla üretim tarzının değişmemesi gibi temel nedenler de dönüşümün dinamiğinde oluşan engellerin dışsal ayağını oluşturmaktadır.
Özetlersek, dışsal faktörler her zaman Kürt toplumu ve siyasal hareketleri açısından önem teşkil etmekle beraber bu yazının sınırlarını aşacağından dolayı, üzerinde fazla durulmayacaktır. Buradaki asıl tartışma, Kürt toplumsal yapısının ve beraberindeki lider kesimin on dokuzuncu yüzyıldaki dönüşümü gerçekleştiremediği iddiası üzerine inşa edilmektedir. Daha doğrusu burada güçlü şekilde vurgulanmak istenen öğe; Kürtlerin de aslında sanayileşme ve modernleşmeye toplumsal olarak çok da istekli olmamaları ve de toplumsal yapı açısından da buna hazır olamamalarıdır. İmparatorluktaki bazı isyanlara baktığımızda, bu tepkilerin, örneğin, Baban, 1788; Badini, 1830; Rawanduz, 1834; Bedirhan, 1847; Ubeydullah, 1880; Barzenci, 1908 ve Milli Aşiret, 1909 sebeplerinin daha çok korumacılık yani siyasal pozisyonlarını ve sosyal yapılarını sürdürme amaçlı eylemler olduklarını gözlemliyoruz.
Uzun yıllara dayanan, köklü güçlü gelenekleri, pastoral yaşam tarzları ve Polanyi’nin de antropolojik çalışmalarında tespit ettiği “karşılılık” ve “yeniden dağıtım” gibi ekonomik prensiplere dayanan, kendilerine özgü aşiretsel, kültürel ve dinsel değerler üzerine kurdukları ‘ahlaki ekonomi’ sistemi bu isyanlarda ve genel olarak Kürtlerin ekonomiyi algılamalarında etkilidir. Yine bunu da evsel yani kendi kendine yeten bir üretim tarzda gerçekleştirmeleri işin ekonomik anlayışını yansıtması açısından önemli bir yere sahiptir. Örneğin, Bedirhaniler Cizre’de ve bölgede vergi toplamış aynı zamanda da mütesellim beylerin yerel egemenliğini de sonlandırmış, hatta Van gölünde donanma bile kurmuşlardır fakat hedeflenen nihai amaç bu ekonomi politik pratikleri dışarıya taşımak ya da yayılmacı bir politika sürdürmek olmamıştır. Yapılan aktiviteler, daha çok bölgesel kontrol, güvenliği sağlama ve sürdürülebilir bir otorite sağlamak içindir.
Dahası liderlerin kendi aralarındaki siyasal ve kültürel kod farklılığına sahip olmaları, ayrışıklıkların oluşması, yine liderlerin modern dönemle birlikte bölgeden uzak İstanbul merkezli olmaları, bunun yanında din unsurunun politik birliktelik açısından kullanılamaması da hikâyemizin politik ayağını oluşturmaktadır. Bazı önde gelen, daha çok geleneksel olan liderler, Seyit Abdülkadir gibi, İmparatorluğun restorasyonu ile eski otonom güçlerini sürdürmek isterken, daha çok modern ve seküler olan, Bedirhaniler ve Cemilpaşazadeler ailelerine mensup olanlar, bağımsız bir devlet kurma amacı gütmüşlerdir. Ancak, her iki görüşe mensup lider gurubu maalesef bu istemlerini yeterince halk kitlelerine yayamamış ve organik kitlesel bir örgütlenme kurmakta gecikmişlerdir. Bununla beraber halkın habitatı bu tür politik ve ekonomik önermelere henüz uygun bir şekilde gelişmemişti ya da geliştirilememişti. Tabi ki bütün bu sebepler Kürtlerin on dokuzuncu yüzyılın kurduğu yeni dünya düzeninin sanayileşmiş, modernleşmiş ve ulusallaşmış siyasal iktisadi sisteminde yer bulamamasına ve zamanın fırsatlarını kaçırarak, düzensiz ve geç gelişmiş bir toplum olarak uluslaşamamış bir pozisyonda kendilerini bulmalarıyla sonuçlanmıştır.
$Sonuç Yerine:$
Bu çalışmada tarihsel kökleri olan kültürel kurumların (kirvelik, akraba evliliği, -dodmam, hediye ekonomisi, rûsipi meclisi, dengbejlik vb.), sosyal ilişkilerin (aşiret) dinsel değerlerin (ruhani anlamda), kendi egemenlik alanına odaklı düzensiz küçük emirliklerden oluşan siyasal yapısının ve kendi kendine yetebilecek ekonomik ilişkilerin Kürt toplumunu on dokuzuncu yüzyılın büyük dönüşümünün önüne geçtiğini ve günümüze kadar olan getirilerinden mahrum kalmasına sebep olduğunu ifade etmeye çalıştık. Bu farklı medeniyet düzeninin -ki kendine ait özellikleri olsa da Kürtlere özgü olmadığını-, yalnız diğer benzeri toplumlardan farklı olarak bu yapısını korumadaki ısrarı (dışsal dinamiklerin etkisi inkâr edilmeden) yeni modern ekonomi (kapitalist) politiğe (ulus devlet) uyum sağlamayı zorlaştırmış ve kendini bir anda egemeniz ve başka devletlerin himayesindeki bir siyasal iklimde bulmuşlardır. Bu anlatımımız günümüz Kürt sorunsalının (question), İmparatorluk ilişkileri de göz önüne alınarak, köklerini tarihsel ve insan merkezli bir ekonomi politik okuması ile anlamamıza yardımcı olacaktır. Yirminci yüzyılın dünyasında Kürtlerin kendi dünya motiflerini her alanda sürdürme ısrarı, modernizm ve piyasa ekonomisine geçişteki isteksizlikleri ve akabinde yeni dünya düzenine dahil olamamaları kendilerine ekonomik ve politik ağır sonuçlar doğurmuştur.
$Ömer Tekdemir$: Birleşik Krallık (UK) Coventry Üniversite’si Londra Kampüsünde öğretim üyesi ve bölüm başkanı olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda, Constituting the Political Economy of the Kurds: Social Embeddedness, Hegemony, and Identity (London- Routledge, 2021) adlı kitabın da yazarıdır.
$KAYNAKÇA$
Akpınar, Alişan and Rogan, Eugene L. (2001). Aşiret, Mektep, Devlet: Osmanlı Devletinde Aşiret, Mektebi. Istanbul: Aram Yayıncılık.
Alakom, Rohat (1998). Eski İstanbul Kürtleri: 1453-1925, İstanbul: Avesta.
Barkey, Henri J. and Fuller, G. E. (1998). Turkey’s Kurdish Question. Lenham. Boulder: Rowman and Littlefield Publishers.
Bozarslan, Hamit (2003). “Some Remarks on Kurdish Historiographical Discourse in Turkey (1919-1980)”, in Abas Vali (ed.) Essays on the Origins of Kurdish Nationalism. Costa Mesa: Mazda Publisher.
Bozarslan, Mehmet Emin (2000). Doğu’nun Sorunları. İkinci Baskı. İstanbul: Avesta.
Bruinessen, Martin Van (1992). Agha, Shaikh and State: The Social and Political Structure of Kurdistan, London: Zed Books.
Dersimi, Nuri (1999). Kürdistan Tarihinde Dersim. Herausgeber: Mezopotamien Verlag.
Ekinci, Tarık Z. (2006). Türkiye’nin Çagdaşlaşması ve Kürtler. İstanbul: Peri Yayınları.
Ergil, Doğu (2010), Kürtleri Anlamak. İstanbul: Timaş Yayınları.
Jwaideh, Wadie (1982, orijinal 1960). The Kurdish Nationalist Movement: Its Origin and Development, Part I and Part II. Michigan-London: University Microfilms International.
Kansu, Aykut (1997). The Revolution of 1908 in Turkey. Leiden: Brill.
McDowall, David (2000, orijinal 1996). A Modern History of Kurds, London. New York: I. B. Tauris Publishers.
Olson, R. (1996). The Kurdish Nationalist Movement in the 1990s: Its impact on Turkey and the Middle East. Kentucky: The University Press of Kentucky.
Özoğlu, Hakan (2004). Kurdish Notables and the Ottoman State; Evolving Identities, Competing Loyalties, and Shifting Boundaries, Albany: State University of New York.
Polanyi, Karl (1957, orijinal 1944). The Great Transformation; The Political and Economic Origins of Our Time, Boston: Bacon Press, Boston.
Ramiz, Ahmed (Lütfi) (2007, orijinalinde 1907). Emir Bedirhan: 20.YY’in Başlarında Kürt Milliyetçi Söylemine Bir Örnek, İstanbul: bgst Yayınları.
Romano, David (2006). The Kurdish Nationalist Movement Opportunity, Mobilisation, and Identity. Cambridge: Cambridge University Press.
Süphandağ, Kemal (2006). Büyük Osmanlı Entrikası Hamidiye Alayları. İstanbul: Komal Yayınları.
Tekdemir, Omer (2021). Constituting of the Political Economy the Kurds: Social Embeddedness, Hegemony and Identity. London: Routledge. [1]