Son çıkan KHK ile 350 akademisyen ve 2585 öğretmen ihraç edildi. İhraç edilen akademisyenlerin 184’ü Barış için Akademisyenler’den. Daha önce ihraç edilenlerle birlikte 1 yıl önce barış bildirisini imzalayan 2000’in üstünde akademisyenden 312’si ihraç edilmiş oldular. İstifaya ve emekliliğe zorlanan akademisyenler de var.
Akademiden yapılan bu ihraçlar ifade özgürlüğü, akademik özgürlükler çerçevesinde tartışılıyor. Elbette bu ihraçlar hem ifade özgürlüğüne hem de akademik özgürlüklere darbedir. Ama bu akademisyenlerin neden bu kadar üzerlerine gidildiğini, birçok mecra tarafından neden hedef gösterildiklerini tekrar hatırlayalım.
Onlar günah keçisi ilan edildiler, çünkü onlar barış istediler! Devletin Kürt illerinde işlediği suçlara ortak olmayacaklarını açık yüreklilikle, cesaretle dile getirdiler. 11 Ocak 2016’da yayınladıkları bildiri ile ne demişti Barış Akademisyenleri, hatırlamakta fayda var:
“Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.
“Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.
“Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz…”
Unutmayalım, bu bildiri tam da yıkımın, ölümlerin başladığı bir dönemde imzaya açıldı. Bu yıkım ve ölümlere karşı belki bir ses olur umuduyla, vicdani, akademik, aydın sorumluluğuyla.
Cizre’nin, Sur’un üzerinden 1 yıl geçti. Daha sonra Yüksekova, Şırnak, Nusaybin. 2000’e yakın insan öldü. 1,5 milyondan fazla insan yerinden yurdundan edildi. Şırnak diye bir yer yok artık. Yüksekova’nın, Nusaybin’in neredeyse yarısı yok. Sur’un 6 mahallesinde yasak 400’lü günlerde. Cizre, ah Cizre, artık yazamıyorum bile. Eğer Barış Akademisyenleri’ne o gün kamuoyundan destek gelseydi, bildiride dediklerine kulaklar açılsaydı, insan hakları ihlallerinin sorumluları tespit edilseydi, müzakere koşulları hazırlansaydı, yıkım ve ölüm bu boyutlarda olur muydu acaba?
Barış İçin Akademisyenleri ‘ama’sız, ‘fakat’sız destekleyebilmek
Devletin Barış Akademisyenleri’ni hedef tahtasına oturtmasıyla, akademinin içinde ve dışında, bence bu dönemde hiç olmaması gereken bazı tartışmalar yaşanmıştı. O dönem bu tartışmalara ilişkin şöyle yazmıştım: “Barış İçin Akademisyenleri ‘ama’sız, ‘fakat’sız destekleyebilmek”.[1] O gün yazımda yazdıklarım bugün hala geçerli.
Devlet akademisyen avına çıkmışken, “ama”lı cümleler kurmak, “dengeli bildiri” tartışmaları açmak, “bunlar bir zamanlar yetmez ama evetçiydi” demek, “yok efendim bildiri kapsayıcı değildi”, “yok efendim PKK’ye niye çağrı yapılmamıştı”…vs… vs… Bugün bile cadı avı böylesine devam ederken, dayanışmak yerine, iktidarın yaptığı zalim uygulamalara karşı çıkmak yerine ihraç edilmiş akademisyenin bir açığını yakalamak için uğraşanlar, lafı hiç dolandırmayacağım midemi bulandırıyorlar.
Sürekli “ama, ama, ama…” diye cümleler kuranlar tekrar bir sorsun kendisine: Bir akademisyen neden barış ister ve neden cezalandırılır diye?
Dokunan yanar!
Bugün geçen yıldan daha gerideyiz. Faşizm her yanı sarıp sarmalamış durumda.
Her yerde barış isteyen insanlar cezalandırılıyorlar. Kısaca barışa dokunan, #Kürd#e dokunan yanıyor! Binlerce kıymetli öğretmen, muhasebeci, akademisyen, sanatçı, belediye çalışanları, doktor, bahçıvan, yazar, gazeteci, işçi… barış istedikleri için işlerinden ihraç ediliyorlar.
İhraç edilen akademisyenlerden biri olan, kıymetli hocamız Ege Üniversitesinden Prof. Melek Göregenli isminin bulunduğu KHK yayınlandığında şöyle yazmıştı:
“Bütün gece düşündüm daha az canım yandı başkalarının işsiz kalmasını izlemekten. Kimseden daha değerli değiliz, kaloriferciden, işçiden, kimseden…”
Aynen öyle! Kimseden daha değerli değiliz. Bugün kayyum atanan belediyelerde tiyatrocular, itfaiyeciler, mimarlar, işçiler, aktivistler işten atılıyorlar. Örneğin #Diyarbakır# Büyükşehir Belediyesinden o kadar çok kıymetli insan işlerinden atıldı ki… Kadın-erkek eşitliği için çalışan Kadın Politikaları Daire Başkanı Yüksel Aslan, şehrin mimarı, ekonomisi, Ezidi kamplarına destek veren Ekonomi Daire Başkanı Necati Pirinççioğlu, kültür ve sanat üzerine onca kıymetli çalışma yapmış olan Farqin Azad… Bunlar ilk aklıma gelenler. Bu insanlar gibi yüzlercesi, binlercesi şuan sorgusuz sualsiz işten atılmaktalar. Neden; çünkü barış istiyorlar; çünkü barış isteyen kesimlerle yan yana durmuşlar.
Burada tüm bu insanlarla cezalandırılan barış talebidir. Bu insanlar elbette 3-5 yıl içinde işlerine geri dönecekler. Mülkiyedeki sevgili hocam Baskın Oran’ın dediği gibi “Yeter ki sabır, metanet, mücadele. Söke söke döneceğiz!”[1]