Bilindiği gibi ‘çağdaş Yezidlerin dizginlenemez iktidar ve hegemonya hırsları başta Mazlum Kürt halkı olmak üzere tüm Ortadoğu halklarını büyük felaketlerin içine sürüklemekte, sonu belirsiz bir geleceğe itmektedir.
$Dört parça Kürdistan$’a yönelik tarihin görülmemiş soykırım savaşı devam ederken çağdaş Yezidlerin birbiriyle tutuştukları kontrolsüz iktidar savaşları yüzünden bundan kısa bir süre önce Lübnan devleti resmi olarak iflasını ilan etti ve halkını büyük bir felaketin içine sürükledi.
Benzer bir durum bugün Suriye ve Irak için de geçerlidir. Bu iki ülkede yaşanan kriz ortamından faydalanmak isteyen Türkiye ve benzeri birçok bölgesel ve uluslararası güç, yürüttükleri hegemonya savaşında yerel işbirlikçilerine dayanarak söz konusu devletleri sonu gelmeyen bir iç savaşın içine sürüklemiş bulunmaktadırlar.
Küresel güçlerin işgal savaşı
Bugün Irak iç siyasetinde yüzde yetmiş dış müdahalelerden kaynaklı ciddi bir kaos ve kargaşa durumu yaşanmaktadır. Bu nedenle 10 Ekimde yapılan genel seçimlerden sonra aradan geçen 11 aya rağmen Irak’ta ne bir hükümet kurulabildi ne de ülke kendi Cumhurbaşkanını seçebildi. Yaşanan siyasi istikrarsızlığın yol açtığı devlet krizinin şimdiye kadar birçok yıkıcı sonuçları oldu, oluyor. Ülke, her geçen gün biraz daha derinleşerek devam eden toplumsal ve yolsuzluk krizleriyle çalkalanıyor. Bu anlamda denilebilir ki Irak her geçen gün iflasa biraz daha yakınlaşmış oluyor.
Aynı küresel güçler, AKP-MHP faşist ve soykırımcı ittifakı eliyle Rojava’da Kürt, Arap, Süryani, Türkmen ve diğer halkların kurduğu direniş cephesini DAIŞVARİ kafa kesme suretiyle kırmaya ve yok etmeye çalışmaktadırlar. Bu amaçla artarda yapılan üçlü ve ikili zirve toplantıları sonrası ve öncesi sahada gerçekleşen yoğun güç gösterileri ve özellikle de Rojava sınırına yapılan askeri yığınaklar var. Yapılan bu yığınakların esas amacının kansız ve savaşsız bir Suriye politikası olmadığını her gün Rojava’nın köy ve şehirlere dönük yapılan topçu saldırılarından ve SİHA ve İHA suikastlerinden görebiliyoruz.
Bu saldırılar imparatorluk hevesleriyle coşan faşist Türk devletinin on yıllardır kendi aralarında bir birlik kuramayan (içine sürüklendikleri mezhep ve etnik çatışmalar nedeniyle zayıf düşen) Arap devletlerinin topraklarını işgal ve ilhak etme girişimleridir. En başta da bu devletlerin giriş kapısı sayılan Kürdistan coğrafyasını işgal ve ilhak etme savaşıdır.
Hz. Hüseyin’in mücadelesi, ahlaklı insanın mücadelesidir
Bilindiği gibi Faşist Türk devleti, Suriye ve Irak’ı uluslararası alandan topladığı çeteleri yoluyla Dünyanın en istikrarsız ve güvenliksiz bölgeleri haline getirmiştir. Yezid Erdoğan hükümetinin izlediği savaş politikalarının yol açtığı büyük yıkımlar, insani felaketler ve devlet iflasları orta yerde dururken, kendini asırlardır itilip kalkılan Şii camiasının lideri olarak gören İran’ın Erdoğan’la pazarlık masası kurması ezilen ve hakları gasp edilen Şii camiası açısında da kabul edilebilir bir durum değildir. Türkiye’nin desteği ve işbirliğiyle Sünni Arap devlerinin kendi devlet sınırları içerisinde yaşayan Şiilere uyguladığı baskı, zor ve şiddeti durdurma iradesi gösteremeyen İran devletinin Kürt halkının kazanımlarını pazarlama çabası hangi Hüseyin’i mücadele düsturuyla açıklanabilir?
Oysa ki Kürt özgürlük mücadelesi söz konusu olduğunda, en çok da Kum ve Necef liderliğinin maddi ve manevi desteğinin olması gerekirdi. Çünkü Şii mücadele geleneğinde çok anlamlı ve kutsal bir öneme sahip olan bu ‘Cennet’ mekânların önemini artıran; mazlumun yanında ve zulmün karşısında yer alan demokratik ve ahlaki değerler manzumesidir. Bu şehirler halk arasında Hüseyin’in direniş ve mücadele geleneğinin bilgi ve felsefesinin üretildiği hak merkezleri olarak bilinirler.
Dolayısıyla her ne kadar Kerbela’da şehit düşen Hz. Hüseyin ve yanında getirdiği çok az sayıdaki taraftarları olsa da tarih ve güncel gelişmeler bize bu savaşın asıl kazananının onlar olduğunu söylemektedir. Öyle olduğu içindir ki, 1400 yıldır bu dava için hala savaşmayı ve mücadele etmeyi haklı bulan milyonlar var. Demek ki Kerbela’da gerçek yenilenler şehit düşenler değil, onları şehit eden Muaviye’nin torunlarının sahip olduğu ölümcül iktidar zihniyetidir. İsmi kan-ölüm ve zulümle anılan Yezidin yanında ismi saygı ve hürmetle anılan Hz. Hüseyin’in haklı ve barışçıl mücadelesi bugün bile inancı ve ahlakı sağlam olan insanların mücadelesi olarak anılmaktadır.
Bundandır ki, Kerbela’da savaşan Hz. Hüseyin’in Ehlibeyti kadar mazlum ve mahsum olan #Kürtler#in yaşam ve özgürlük talepleri aleyhine gizli-açık ittifak yapmak Hüseyini ahlaka zarar veriyor. 1400 yıldır Kerbela’nın yasını tutanlar, Hz. Hüseyin’e yapılan zulmü içlerine sindiremeyenler, nasıl olur da Mazlum Kürt halkının haklı davasını yenilgiye uğratmak için çağdaş Yezidlerle ortak iş tutup onların hak ve özgürlükleri aleyhine ittifak yaparlar. Bu durumda kimden gelirse gelsin zulme karşı direnmek bir haktır diyenlerin, zulüm kime yapılırsa yapılsın, zulüm karşısında ve zulme uğrayanların yanında yer almaları da bir vefa ve dini gereklilik değil midir?
Hüseyini bir tavırla Kürtlerin haklı mücadelesinin yanında durulmalıdır
Yıllardır binbir hile, komplo ve oyunla gasp ettiği halkın oylarıyla iktidarı elinde tutan Yezid Erdoğan’ın Şii halkının uğruna ölümlere gittiği değerlerin temsil edildiği inanç makamlarınca ağırlanması Kürtlere yapılmış büyük bir zulümdür. Bugün bütün dünyanın gözü önünde Zap, Avaşin ve Haftanin’de eli kanlı Yezidin çete ve askerleri adeta ölüm kusuyor.
Evet, cesur Kürt gençleri bugün Zap, Metina ve Avaşin başta olmak üzere Rojava’nın her karış toprağında Hüseyini bir yürekle hakkı olanı almak ve korumak için can feda bir savaş yürütüyor. Unutulmamalıdır ki, hiçbir hak ve özgürlük gaspının açıklaması ‘Bugünün koşulları gereği’ ile başlayan cümlelerde saklı olamaz. Çünkü hak ve özgürlük gaspının dünü ve bugünü yoktur.
Bu yüzden Zap ve Avaşin Kürtlerin Kerbelasıdır. Kürtler Zap, Metina ve Avaşin’de kimyasallarla katlediliyor. Ve Kürtlerin vahşice katledilmelerine ortak olanlar bilmelidir ki Kürtler ne bugün ne de yarın onların bu çirkin politikalarını affetmeyecektir. Çünkü Kürt halkı, başta bölgenin olmak üzere dünyanın ezilen ve hakları gasp edilen tüm mazlum halklarının her zaman yanında olmuş, mücadelelerini desteklemiştir. Bu yüzden Kobane ve bütün Rojava halkı büyük bir gönül rahatlığıyla bu halklara kendileriyle dayanışma ve demokratik mücadele desteğinde bulunma çağrısı yapabiliyor. Aynı çağrıyı özellikle ve özellikle 1400 yıldır Kerbela’da yaşanan katliamın acısını unutturmamaya çalışan Hz. Hüseyin’in torunlarına da yapıyor. Bilinmelidir ki, Çağdaş Yezitlerle Kürtlerin hak ve özgürlük davalarının aleyhine olabilecek hiçbir ittifak ve anlaşmanın haklı bir nedeni olamaz. Çünkü Faşist Türk devletinin katliam siyasetine ortak olmak, Kerbela direnişçilerinin toplumsal ahlak ve zihniyetine yakışmayan her türlü sorgulamaya açık menfaatçi bir tutum olacaktır. Doğrusu Hüseyini bir tavırla Kürtlerin haklı mücadelesinin yanında durmaktır.
Kürtlerin özgürlük mücadelesini terörizm olarak tanımlayan Erdoğan’ın, Kürt halkı nazarında Kerbela’da Hüseyin ve taraftarlarını biate zorlayan Yezit’ten hiçbir farkının olmadığı bilinmelidir. O gün Kerbela’da katledilen Hz. Hüseyin’e ‘terörist’ demek ne kadar haklı ve yerinde olacaksa, bugün Zap ve Avaşin’de savaşan Kürt özgürlük gerillalarına da ‘terörist’ demek o kadar yerinde olacaktır.
Kürtler tarihin hiçbir döneminde başka halkları köleleştirmek zulüm uygulamamış, onları kendi boyundurukları altına almak için onlara karşı kılıç kullanmamıştır. Aksine aynı coğrafyada birlikte yaşadığı bütün halklarla eşit ve özgür bir şekilde yaşamak için mücadele etmiştir. Ancak kendileri her çağın Yezidleri tarafından türlü oyun, komplo ve hileyle kandırılarak birbirine karşı savaştırılmışlardır. Bu durum Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesinin bugün bile Kürt ulusal birliğini sağlanamamasının en temel sebeplerindendir.
Sonuç olarak, Faşist Türk devletinin katliam siyasetine ortak olmak Kerbela direnişçilerinin toplumsal ahlak ve zihniyetine yakışmayan menfaatçi bir tutum olacaktır. Doğrusu, Hüseyini bir tavırla Kürtlerin haklı mücadelesinin yanında durmaktır.[1]