İbnul esire göre ilk islam fetihlerinden 1231 yılına kadar kürtlerin genel durumu
Kürtlerin yaşadığı coğrafya, doğu’nun eski medeniyetlerini oluşturan halkların ortasında ve Ortadoğu’nun merkezinde bulunduğu için, Kürtlerin tarihsel süreç içerisinde Ortadoğu’nun siyasi olaylarında payları her zaman varola gelmiştir. Bu nedenle Kürtlerin eski ve yeni tarihlerinin incelenmesi Ortadoğu tarihine büyük bir katkı sunacaktır. Ancak bu tarihin araştırılması büyük zorluklar barındırmaktadır. Kürtlerin geniş coğrafyalara dağılmaları, bu coğrafyaların aşırı dağlık ve derin vadiler içermesi onları merkezi sahalardan uzak tutmuştur. Yine Kürtlerin büyük oranda “dağ göçeri” şeklinde bir yaşam sürmeleri onları yazılı kültürün parçası olmaktan uzak tutmuş ya da kendilerine ait bir yazılı kültür oluşturmalarını engellemiştir.
Kürtlerin böyle zorlu bir coğrafyaya yayılmaları hiç şüphesiz ki tarihlerinde olduğu gibi kökenlerinin araştırılmasında da zorluklar içermektedir. Kürtler nerelerde yaşamışlar ve kökenleri nereden gelmektedir? Soruları için tarihi kaynaklarda birçok rivayet aktarılmasına rağmen onları doğrudan konu edinen bir kurucu efsaneleri yoktur. Ancak bazı tarihi metinlerde Kürtlerin kökeni ve coğrafyaları hakkında fikir edinmek mümkündür. Kürtlerin köken tartışmalarında onlarla ilişkilendirilen bu efsanelerden biri Dahhak efsanesidir. Dahhak efsanesinden ilk bahseden IX. yüzyıl İslam tarihçisi Ebû Hanife Dinaverî’dir. Daha sonra efsanenin X. yüzyıl İslam coğrafyacısı Mesudî ile XI. yüzyıl Fars halk hikâyecisi Firdevsî versiyonları da bulunmaktadır. Bu müellifler Dahhak efsanesini Kürtlerle ilişkilendirmiş hatta Kürtlerin kökenine de doğrudan vurgu yapmışlardır. Bu efsanenin dışında Kürtlerin kim olduğu sorusunu ilk defa gündeme getiren ve onların kökenleri hakkında bilgi veren kişi Mesudî’dir. Mesudî Muruc ez-Zeheb adlı eserinde Kürtlerin kökeni ile ilgili birbirinden ilginç rivayetler aktarmaktadır. Mesudî’nin dışında ünlü Kürt tarihçisi Şerefhan Bitlisi’de Şerefname adlı eserinde Kürtlerin kökenine dair pek çok rivayet aktarmaktadır. [1]
Kürtlerin kökeni ile ilgili bu tür tartışmalar bulunmakla birlikte tartışmasız olan gerçek Kürtlerin İran coğrafyasında ortaya çıktıkları gerçeğidir. Ancak Kürt adından hareket edecek olursak, ilk kez bu adla Kürtler, Arap kayaklarında görülmektedir. Arap İslam ordularının Küfe ve Basra ordugâhlarının Hz Ömer döneminde (634-644) Musul’dan itibaren Dicle nehrinin doğusundaki toprakların fethi esnasında erken dönem İslam kaynakları Kürtlerden bahsetmektedir. Böylece o dönem Kürtlerin yaşadıkları coğrafyayı tanıdığımız gibi Arap kaynaklarının da ilk kez Kürtleri zikrettiği görülmektedir.[2] Bu da bize bir başlangıç teşkil etmekte olup ilk İslam fetihlerinde Kürtleri takip etmek için bu başlangıcı esas alabiliriz.
Hz Ömer döneminden itibaren İslam kaynaklarında Kürtlere dair bilgiler gittikçe artan bir şekilde görülmeye başlar. Erken dönem İslam tarih ve coğrafya kaynakları incelendiğinde Kürt kelimesinin kullanımıyla ilgili farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Bunun bir etnisiteye mi veya göçebeliğe mi karşılık geldiği tam belli değildir. Bu kaynakların genelinde Kürt kelimesi göçebe, hayvan terbiyecisi, yağmacı ve daha çok dağlı anlamında kullanılır. Bunun dışında “Kürt” adı bir kavim veya aşirete özel ad olarakda kullanılmıştır. İslam tarih ve coğrafya eserlerinde “Kürt” isminin ne zaman özel isim ne zaman da “göçebe” olarak kullanıldığını anlamak hayli zordur.[3] X. yüzyıldan itibaren Kürtlerin gerek coğrafyaları gerekse de sosyal örgütlenme şekilleri olan aşiretleriyle bir sosyolojik varlık olarak tanınması biraz daha belirginleşmektedir. XI. yüzyıla gelindiğinde ise aşiretler şeklinde örgütlenen Kürtler içerisinde belli hanedan ailelerinin çıktığı görülmektedir. Artık XI. yüzyıldan itibaren göçebe, yarı göçebe, savaşçı, dağlı ve belli bölgelerde yaşayan Kürt olgusuyla karşılaşmaktayız. Bu dönemlerde Kürt kelimesinin kullanımıyla ilgili farklılıklar olsa da burada kesin olan durum Kürtlerin coğrafyalarıdır. Eğer Kürtlere bir anavatan aramak gerekirse ya da merkezi bir coğrafya tanımlamak gerekirse Kürtlerin ilk tarih sahnesine çıktıkları coğrafyaya bakmak gerekmektedir. Modern araştırmacıların kaynaklara dayanarak belirttiği gibi Kürtler ilk olarak kuzey batı İran’ın dağlık bölgesi (Zagros dağ silsilesi) olan Arap coğrafyacılarının el-Cibâl olarak adlandırdıkları bölgede yaşadıklarına dairdir.
Erken dönem İslam kaynaklarında söz konusu bölgede yoğunlaşan Kürt aşiretlerinin zaman zaman yönetimlerle ters düşmeleri sonucu meydana gelen çatışmalar onları farklı bölgelere göçlere zorlamıştır. Bu anlamda Hezbaniyye Kürt aşiretinin 905 yılındaki isyan harekâtları onları el-Cibal bölgesinden daha kuzeye; Azerbaycan’a göç etmelerine sebep olmuştur.[4] Bu bölgeye gelen Hezbaniyye aşiretinin bir süre sonra kolları olduğunu tahmin ettiğimiz Şeddadi ve Ravvadi Hanedanlıkları karşımıza çıkmaktadır.[5] Şeddadiler Kura ve Aras nehirleri arasında X. yüzyılın ortaları ile XII. yüzyılın sonlarına doğru büyük bir hanedanlığa dönüşerek dönemin siyasi hadiseleri içerisinde varlıklarını devam ettirmişlerdi. Ravvadiler ise, Şeddadiler ile hemen hemen aynı dönemde Merağa, Tebriz, Erran (Arran) gibi yerlerde varlıklarını sürdürmüşlerdi. X. yüzyıl özellikle de XI. yüzyıldan itibaren bazı Kürt aşiretlerinin hanedanlıklara dönüşerek bölgesel bazda da olsa siyasi birer aktör olarak ortaya çıktıkları görülmektedir. Çünkü bu dönemde Abbasi merkezi otoritesinin çökmesi sonucu Abbasi Hükümranlığı alanı içerisindeki Kürt, Arap, Deylem, Farslar olsun yerel siyasi emirlikler olarak ortaya çıkmıştır. İşte bu süreçte Kürtlerin yoğun oldukları bölgelerde de birçok Kürt İslam hanedanlıklarının ortaya çıktığı görülmektedir. Yukarıda Azerbaycan bölgesinde belirttiğimiz hanedanlıkların dışında daha batıya ve güneye indiğimizde ise diğer farklı Kürt hanedanlıklarını görmekteyiz. el-Cezire’nin yukarı Dicle havzasında Humeydiyye aşiretine mensup Mervaniler, el-Cibal bölgesinde Sermâc merkezli Hasneveyhiler, Hulvan merkezli Annâziler, Fars’ın Şebânkare bölgesinde Şebânkareliler ile karşılaşmaktayız. Bu Kürt İslam hanedanlıklar içerisinde de en dikkat çekici olanlarından biri Mervaniler hanedanlığıdır. Nitekim İbnü’l-Esir; Mervaniler ile ilgili son derece değerli bilgiler vermektedir. XI. yüzyılla birlikte Dicle boylarında Kürt aşiretleri görmeye başlıyorsak da bu dönemde Yukarı Dicle havzasında Mervani hanedanlığı dışında yoğunlaşmış bir Kürt nüfusunu delillendirecek bir veri elimizde bulunmamaktadır.
XI. yüzyılından itibaren çeşitli Kürt hanedanlıklarının Azerbaycan, el-Cibal, el-Cezire bölgelerinden tarih sahnesinde yer almaya başladıkları yüzyıl ile göçer Oğuz boylarının da batıya doğru göçe başladığı dönem aynı yüzyıl içerisindedir. Bu yüzyılda Oğuz boylarının Maveraünnehir ve Horasan’dan batıya doğru göçlerine paralel olarak Azerbaycan, el-Cibal ve hatta Van Gölü’nün güneyindeki Zozan bölgesinin sarp dağlarını aşarak el-Cezire’ye ulaşmaları sonucu bu bölgelerde bulunan Kürt aşiretleri ve hanedanlıklarıyla aralarındaki ilişkiler dikkat çekici boyutlardadır. Türk göçleri zaman zaman Kürt coğrafyalarını aşarak batıya yönelen, zaman zaman da Kürt coğrafyalarını doğrudan derinlemesine etkileyerek bu iki göçer halkın çok ciddi mücadelelere girmesine sebep olduğu görülmektedir. İbnü’l-Esir el-Kamil Fi’t-Tarih eserinde Kürt ve Oğuz ilişkileri hakkında detaylı bilgiler vermektedir. Bu ilişkiler zaman zaman çatışma zaman zaman da ittifaklar şeklinde kendini göstermiş olsa da otlak ve mera nedeniyle daha çok çatışmalar şeklinde olduğu görülmektedir. Kürt aşiret ve hanedanlıkları ile göçer Oğuz boyları arasındaki bu mücadeleler, Oğuzların kendi devletleri olan Selçuklu devletini kurmasına paralel ilk Selçuklu sultanlarının yüksek otoritesi ve merkezileşme çabaları bağlamında yerini daha çok ittifak ilişkisine bırakmıştır. İbnü’l-Esir bu ilişkiler hakkında da detaylı bilgiler vermektedir. Nitekim 1054’ten itibaren Ravvadiler ve 1055’te ise en batıdaki Mervani Kürt hanedanlığı Selçuklu otoritesini tanımışlardır. Bu tarihten itibaren Selçukluların batıya ilerlemesine paralel bazı Kürt aşiret ve guruplarının el-Cibal’den sonra yoğunlaşacakları ikinci bölge olan el-Cezire bölgesine yöneldikleri görülmektedir.
Selçukluların bu bölgelerde otoritesini kabul ettirmesinden sonra el-Cezire’nin yukarı Dicle havzasında varlığını devam ettiren Mervani Kürt hanedanlığına 1085 yılında son verdi. Mervanilerin yıkılması buradaki Kürt aşiretlerinin dağıldığı anlamına gelmemektedir. Zira bu bölgedeki Kürt aşiretleri tıpkı Araplar ve Türkmenler gibi Selçuklu ordusunun asker kaynağını oluşturuyorlardı. Daha sonraki süreçlerde yani XII. yüzyılında Selçuklu merkezi otoritesinin sarsılmasına bağlı olarak yukarı Dicle havzasında Artuklular, İnaloğulları, Dilmaçoğulları, Musul merkezli Zengiler vb. birçok Türk hanedanlıklarının ortaya çıkmasına neden olmuştu. Bu beylikler arasında da özellikle Zengiler ile Kürt aşiretleri arasında çeşitli çatışmalar olmuştur. Zengilerin Musul’un kuzey bölgelerini özellikle de Hakkâri bölgesindeki Kürt aşiretlerinin ellerindeki kaleleri almak istemesi bu çatışmalara neden olmuştur. Nitekim bu sürece ilişkin İbnü’l-Esir’in 1133-1134 yılındaki kayıtlarında ayrıntılı bilgiler bulmak mümkündür. Her ne kadar Zengiler ile bazı Kürt aşiretleri arasında mücadeleler olsa da aynı zamanda bu hanedanlığın ordusunda yoğun bir şekilde Kürt unsurlarının da istihdam edildiği görülmektedir. Mesela bu Kürt unsurlardan en önemlilerden biri Ravvadi Kürt aşireti mensubu Selahaddin Eyyubi’nin ailesidir. Selahhadin’in babası ve amcası Zengi hanedanlığının önemli kademelerinde yer aldılar. Selahaddin Eyyubi bütün eğitimini Zengilerin sarayında tamamlayarak orduda önemli mevkilere çıkmıştı. Nurettin Zengi’nin Selahattin öncülüğünde Mısır’a gönderdiği ordunun içerisinde birçok Kürt aşireti de bulunmaktaydı. Nureddin’in ölümünün ardında Selahaddin Mısır merkezli Eyyubi devletini kurdu. Eyyubi Devleti’nin içerisinde bulunan birçok Kürt aşiretini Selahaddin liderliğinde Mısır ve Suriye bölgelerinde Haçlılara karşı yürütülen mücadelede de yer aldılar. Bunun dışında XII. yüzyılda Mardin merkezli Güneydoğu Anadolu bölgesinde kurulan Tükmen beyliklerinden olan Artuklu Beyliğinin hâkimiyet alanları içerisinde de Kürt varlığına rastlanılmaktadır. XIII. yüzyılda İslam coğrafyasını istila eden Moğol istilasında Kürtler de etkilenmişlerdir.
Böylece müellifimizin kayıtları Moğol istilasının merkezi İslam topraklarına uzandığı 1231 yılında sona ermektedir. Bu dönemde Moğol istilasının Maveraünnehir, Horasan, İran, Azerbaycan, Irak hatta el-Cezire’ye kadar uzanan ilk etkilerini birinci ağızdan görmek mümkündür. Kürtlerin XI. yüzyılda Türk göçlerinin etkisiyle batıya göçmeleri ve akabinde Moğol istilası önünden kaçan son Türk göçü ile bazı Kürt aşiretlerinin de daha batıya yöneldiği tahmin edilebilir.