“Kurtarıldığı esnada tamamen yerle bir halde olan, başını sefil erkeklerin çektiği bir barbarlığa maruz kalmış bu şehrin şu anda otuz yaşında genç bir kadın tarafından yönetildiğini kim biliyor?”[1]
“Reqa'da 9 Gün” (9 jours à Raqqa) belgeseli, Suriye iç savaşı sırasında yıkılan ve DAİŞ’in eski başkenti olan Reqa'nın belediye eşbaşkanı Leyla Mustafa'nın hikâyesini ele alıyor.
Otuz yaşında bir mühendis olan ve erkek dünyasında faaliyet gösteren Leyla'nın misyonu, şehrini yeniden inşa etmek ve demokrasiyi yeniden kurmak. Leyla, çalışkan olduğu kadar mütevazı bir kadın. Savaşta kıyımlara sahne olmuş, kentsel dokusu yerle bir edilmiş ve her an yeni saldırılara sahne olabilecek bir şehirde, fazlasıyla kısıtlı şartlarda canla başla mücadele eden idealist biri üstelik.
Kadın bakış açısıyla anlatılıyor
2020 Cannes ve Roma film festivallerinde yer alan belgeselde, Leyla'nın hikâyesi hâlâ tehlikeli bir şehir olan Reqa'ya seyahat eden Fransız yazar Marine de Tilly'nin bakış açısıyla anlatılıyor ve hikâyesini anlatması için dokuz gün veriliyor.
Yönetmenliğini Xavier De Lauzanne’nın yaptığı belgesel, yoğun savaşın ardından unutulmaya yüz tutmuş bir bölgeye götürüyor izleyiciyi.
Reqa, uzun yıllar boyunca dünya gündemine en vahşi görüntülerle hatırlanıyor. De Lauzanne, şimdi barışın bir şekilde oturtulmuş olduğu bu kentin unutulmaması gerektiğini, tekrar hayata döndürülmek üzere yoğun desteğe ihtiyaç duyduğunu hatırlatıyor.
Geleceğe ümitle bakıyor
DAİŞ’in Fransa’da üstlendiği vahşi saldırıların filmi çekmesinde büyük etkisi olduğunu ifade eden yönetmen De Lauzanne, tüm imkânsızlıklara rağmen görevini dirayet ve ciddiyetle, en disiplinli şekilde yerine getirmeye çalışan Leyla gibi, geleceğe ümitle bakmayı tercih ediyor.
Filmin çekimi de kısıtlı bir zaman aralığında, kıvrak bir organizasyon çerçevesinde başarıyla kotarılıp misal teşkil edebilecek iyimser bir tabloyu ortaya çıkarıyor.
De Lauzanne, Arap eşbaşkana hiç vakit ayırmayıp Leyla’yı pozitif ayrımcılıkla kayırıyor olmasına rağmen, bölgenin nabzını tutma misyonunu başarıyla yerine getiriyor. Silahların, bombaların, birbirini öldüren insanların görüntülerinin yerine 96 dakikalık nispeten sakin belgeseliyle, medyanın haber niteliği taşımadığını düşündüğü barışın tahsis edilme sürecine methiyede bulunuyor. Senaryo ve kurgusu gayet kıvrak, araştırmacı gazeteci tavrı baskın bir belgesel ile karşı karşıyayız “Reqa'da 9 Gün”de.
Kendisini ön plana çıkarmıyor
Leyla Mustafa'nın etrafı genelde erkek çalışanlarla çevrili olmasına rağmen, otoritesini oturtmakta zorlanmıyor. Gittiği her yerde halkın büyük sevgi ve saygısıyla karşılanıyor. Ön plana çıkmak için bir çaba sarfetmiyor.
Erkeklerin kocaman oval bir masanın etrafında baskın çoğunluğu oluşturduğu bir toplantıyı yönetirken de görüyoruz onu, açık havada yine birileriyle görüşürken hızla yere eğilip etrafa saçılmış bazı atıkları topladığını da.
Her gün ölüm tehditleri aldığını ifade eden Leyla Mustafa, kadınların coğrafyada güçlenmesi için mühim bir sembol haline gelip eşitliğe giden yolda emin adımlarla yoluna devam ediyor. Karşı propaganda ve olası sabotajlara karşı daima temkinli olunması gerektiğini de unutmuyor.
Uluslararası yardıma ihtiyaç var
Reqa’ya dönersek, binaların çoğunun yıkılmış olduğu kentin mayınlardan temizlenme süreci de gayet meşakkatli bir süreç olmuş. Savaş bittikten sonra, 150 bin kişinin geri döndüğü Reqa’nın tekrar hayata dönebilmesi için uluslararası yardıma ihtiyacı var. Son zamanlarda kaydedilmiş ilerlemeler çerçevesinde 200 okul ve 70 fırının tekrar faal hale getirilmiş olması, mühim kazanımlar arasında sayılıyor.
Kürtlerden ilham aldı
“Reqa'da 9 Gün”ün yönetmeni Xavier de Lauzanne, neden bu hikâyeyi şimdi anlatmayı seçtiğini ise mrubinworld.com sitesinden CM Rubin'e anlattı:
“Paris'teki saldırılar sırasında DAİŞ’ten doğrudan etkilendik; emir oradan gelmişti. Avrupalı fanatikler, DAİŞ’in yanında savaşmak için gitmişti. Tarihimiz artık Reqa ile bağlantılı ve bunu inkâr edemeyiz, ama buna rağmen, Leyla Mustafa'yı kim tanıyor? Kurtarıldığı esnada tamamen yerle bir halde olan, başını sefil erkeklerin çektiği bir barbarlığa maruz kalmış bu şehrin şu anda otuz yaşında genç bir kadın tarafından yönetildiğini kim biliyor? Bu harika değil mi? Savaş, şimdi başka bir yerde ve çok az sayıda gazeteci oraya gidiyor. Bir film yapımcısı olarak rolümün, kaosun ardından peşlerinden gitmek, haberlerin kalbinde yer alan karakterlerin duyusal evrenine girmek, onların yolculuklarını dinleyerek tarihi daha iyi anlamak, gelecekteki olasılıkları anlatmak ve bizi neyin bağladığına bakmak olduğunu düşündüm.
Bu kadından, Leyla Mustafa'dan, onun gücünden, iyimserliğinden ve alçakgönüllülüğünden ilham aldım. Kürtlerin bölgede kurmaya çalıştıkları demokratik ve eşitlikçi sistemden de esinlendim. Yönetimlerindeki cinsiyet eşitliği ilkeleri, bu özgünlüğün mükemmel bir örneği. Ortadoğu'da sınırları gerçekten hareket ettiren bir tek onlar ve Reqa, beni derinden etkileyen bir savaş sonrası laboratuvarı.”
Bölge, yalnızca savaşın prizmasından görülüyor
De Lauzanne, bu filmin yaratım sürecinde kendisini en çok Leyla Mustafa’nın şaşırttığını söylüyor ve ekliyor:
“Her yıkımın arkasında büyük bir sıkıntı vardır. Ancak her sıkıntının arkasında çarpıcı bir yaşam patlaması var. İşte Reqa'da bunun sembolü Leyla Mustafa. Filme aldığım bir insana nadiren bu kadar hayranlık duyarım. Barışı yaratmak ve inşa etmek, savaşmaktan çok daha zordur.
Kendimi, önyargılı fikirler olmadan, fanteziler olmadan, bu kadının “gerçeğini”, özgünlüğünü, samimiyetini, kendiliğindenliğini kameramla yakalamaya kaptırdım. Hiçbir şey hesaplanmadığı için, bir varoluş biçimi oluşturması onun için zordu. Hiçbir şeyi değiştirmeden günlük hayatına girdik. Dünyanın öbür ucunda, savaş bölgesinde bilinmeyen bir kadın hakkında sadece dokuz gün süren uzun metrajlı bir belgesel yapmak bir kumardır. Ayrılmadan önce hiçbir şey bana film yapacak malzemeye sahip olduğumu garanti etmiyordu. Eli boş dönmek anlamına gelse bile, “beklenmeyen” benim kaynağım, servetim ve ödülüm oldu.
Irak ve Suriye, yalnızca savaşın, sürekli çatışmanın prizmasından görülüyor. Medyanın silahların, patlayan bombaların ve birbirlerini öldüren insanların görüntülerini göstermesi, her zaman daha kolaydır. Yapılmamalı demiyorum, ama “bilgilendirme görevimizin” arkasında “denge görevi” de olmalı. Aksi takdirde dünyanın hatalı bir resmini oluşturabiliriz. Bilgilendirildiğimize inanıyoruz, ancak temelde kaygı uyandıran bakış açıları tarafından yalnızca kısmen bilgilendiriliyoruz. Sansasyonellik para kazandırırken, barış, tanımı gereği sıkıcıdır çünkü. Bu insanlar savaştan kurtulduklarında ise, medya gitmiş oluyor! Bu yüzden bir film yapımcısı olarak, insanlara dünyamıza bakmanın başka bir yolu daha olduğunu söylemek için buradayım, daha nazik, daha adil, daha yapıcı, üstelik hiç de daha az büyüleyici değil! Leyla Mustafa, mükemmel bir örnek.”
Feminist bir film
Hikâye, bir kadın yazarın bakış açısından anlatılıyor. Leyla'nın hikâyesini neden bu şekilde anlatmaya karar verdiğini ise yönetmen şu şekilde dile getiriyor:
“Gerçek hikâyeyi anlatmak istedim. Leyla Mustafa ile tanışacak olan ve inanılmaz şartlar altında sadece 9 günü olan bu yazarla kitabını yazmasına imkân verecek bilgileri toplamak için temasa geçtim. Yazar, kendisiyle özdeşleştiğimiz, bizi Reqa'ya götüren ve ardından Leyla'nın duygusal gücüne yer açan kolaylaştırıcımızdı. Öte yandan, ben bir erkeğim ve feminist bir film yaptım. Bu üç kadının, Leyla, yazar ve oyuncunun tamamen arkasına çekilip onların buluşmasının doğallığının benim açımdan müdahale veya takıntı olmadan gerçekleşmesine izin vermeyi ilginç buldum. Yazdığı kitabı Leyla'ya getirmek için yazarın bir yıl sonra geri dönmesiyle biten, gerçekle mühürlenmiş bir sinema hikâyesi anlatıyorum. Belgesel yaparken, öncelikle film yapımcısıyım ve tek bir inancım var: “Bir zamanlar…”.