$Lozan ve Sevr karşılaştırılması kısa özet konu anlatımı$
İşte tarihe geçen ve Türkiye açısından büyük önem arzeden Lozan ve Sevr anlaşmalarının karşılaştırılması kısaca özet konu anlatımı:
LOZAN VE SEVR ANLAŞMALARININ KARŞILAŞTIRILMASI
Tarihi boyunca pek çok devlet ve milletle savaş halinde bulunmuş olan Türk milletinin mazisinde imzalamış olduğu sayısız anlaşmalar olduğu bir gerçektir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması ve yüzyıllardan beri süre gelen pek çok devlet geleneğinin bırakılarak demokratik ve laik bir cumhuriyetin kurulması açısından tarihimizde Sevr ve Lozan anlaşmalarının yeri ayrıdır. Bu iki anlaşmanın karşılaştırmasını yaparken ise vücuda geldikleri dönemlerdeki ortamı kısaca incelemekte fayda vardır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu sorununun (Osmanlı devletinin nasıl paylaşılacağı sorunu) nasıl çözüleceği, İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasındaki gizli antlaşmalarla çözülmüştü. Geriye dünya savaşından sonra yenik devletlere ve tabi Osmanlı İmparatorluğuna bu çözümü dikte ettirmek kalıyordu. Sonuç olarak çeşitli tarihlerde İtilaf devletleri ile yenik sayılan devletler arasında barış anlaşmaları imzalandı. Almanya ile Versailles, Avusturya ile Saint-Germain, Bulgaristan ile Neuilly, Macaristan ile Trianon ve Osmanlı Devleti ile de Sevr anlaşmaları imzalandı.
Dünya savaşının galip devletleri, Ankara’da kurulan Milli Hükümeti ve O’nun milli siyasetini kabul etmiyorlar ve O’nu meşru saydıkları Padişah hükümetine karşı bir asi gibi görüyorlar ve Milli Hükümeti yok etmek için gerek Yunanlılara gerekse Padişah Hükümetine her türlü yardımı yapıyorlardı. (Eroğlu 1982, 210) Sevr anlaşmasının ana hatları 1920 de San Remo konferansında kararlaştırılmış ve 11 Mayıs 1920 de Osmanlı hükümetine teslim edilmişti. ‘ Sevr anlaşması pek insafsızdı ve Türkiye’yi, en zengin illerini ilhak eden devletlerin ve ulusların insafına dayanarak yaşayabilecek, çaresiz, kötürüm ve gölge bir devlet halinde bırakacaktı. Yenilmiş Almanya’ya empoze edilende çok daha ağırdı ve Türkiye’de bir ulusal yas günüyle karşılandı.’ (Lewis 1988, 246)
Bu sırada anlaşmanın zorla kabulünü sağlamak maksadıyla iki koldan Anadolu’nun içlerine doğru ilerliyordu. Sevr tasarısının idam hükmü Paris’e giden Osmanlı devletinin heyet başkanı Tevfik Paşa’nın sadrazam Damat Ferit Paşa’ya yazdığı mektupta da açıkça belirtilmektedir: ‘ Teklif edilen barış şartları, Osmanlı Devletinin dağılmasından ve Padişahın hukuki mukaddeslerinin imhasından, başka bir şeyi kapsamadığından, mevcudiyeti devletin temini muhafaza muahedename temel hükümlerinin bütünü ile tadiline muvafıktır.’ (Eroğlu 1982, 211) Buna rağmen, Vahdettin’in başkanlığında toplanan Şura-yı Saltanat 22 Temmuz 1920’de ‘zayıf bir mevcudiyet, mahva tercih edilmeye değer’ diyerek anlaşmanın onaylanmasını kabul etmişti.
Bütün bunlar olurken Anadolu’da Büyük Millet Meclisi kurulmuş be çalışmalarına devam etmekteydi. Bu meclis 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında ise Sevr anlaşmasını imzalayanları ve Şura-yı Saltanatta bulunanları vatan haini ilan etmiş ve anlaşmanın Büyük Millet Meclisi Hükümetini hiçbir surette bağlamayacağını açıklamıştı. Sevr anlaşmasından hemen sonra Fransa, İngiltere, ve İtalya Osmanlı Devletine bırakılan toprak parçasını ayrı ayrı nüfuz bölgelerine parçalamayı öngören bir anlaşma yapmışlardı.
Sevr barış anlaşmasının Osmanlı Hükümeti tarafından imzalanması, Anadolu’da Milli Mücadele azmini kuvvetlendirmiş, o günlerde Mustafa Kemal Paşa’nın ifade ettiği üzere, ‘ İdamımıza hükmeden düşmanlarımıza daha azimkârane ve daha kuvvetli mukavamet çareleri düşünmek’ gerekmişti. (Eroğlu 1982, 213)
Sevr barış anlaşması bu şekilde imza edilirken, Lozan anlaşması ise apayrı şartlarda ortaya çıkmıştı. Çünkü bu sefer İtilaf devletlerinin karşısında kendini ve tahtını korumaya çalışan bir Padişah Hükümeti değil, verdiği kurtuluş savaşını destanlar yazarak kazanmış ve bağımsız bir Türkiye kurmak için and içmiş bir Büyük Millet Meclisi Hükümeti vardı.
Lozan barış görüşmelerine bir tarafta Türkiye diğer tarafta da İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya katılmıştı. Türkiye’nin isteği üzerine boğazlarla ilgili görüşmeleri izlemek üzere Sovyet Rusya, Ukrayna ve Gürcistan da davet edilmişlerdi. Açıkçası bütün doğu meselesi, Konferansın ağırlık merkezini teşkil ediyordu. Lozan’da müttefik devlet temsilcileri bir iki hafta zarfında bir barış anlaşmasının hazırlanabileceğini ümit ediyorlardı. Ancak İsmet Paşa’nın Türk çıkarlarını ısrarla savunması karşısında görüşmeler sekiz ay devam etmiştir. (Gönlübol, Sar 1987, 49) Görüşmelerin uzun sürmesinin nedenleri
1. Türkiye’nin her medeni millet gibi kayıtsız ve şartsız bir bağımsızlık istemesine karşın, müttefiklerin yüzyıllardır süregelen alışkanlıklarını devam ettirmek istemeleri
2. Türkiye’nin yeni barış düzenini milletler arası hukukun ilkelerine dayandırmaya çalışmasına karşın, Batılı devletlerin daha önce Osmanlı Hükümeti ile imzaladıkları Sevr anlaşmasının hükümlerini uygulamaya çalışmaları
3. Türkiye’nin kendini bağımsızlığı için savaşmış ve bu savaşında da başarıya ulaşmış bir devlet olarak görmesine karşın, Müttefik devletlerin Türkiye’yi kendilerine karşı yenilmiş sadece Yunanistan karşısında zafer kazanmış olarak göstermek istemeleri
şeklinde sayılabilir. Konferansta İngiltere özellikle Musul ve Boğazların statüsü; Fransa özellikle borçlar, kapitülasyonlar ve imtiyazlar üzerinde durmuşlardır.
Sonunda Lozan anlaşması 16 adet sözleşme, protokol, beyanname, ile bir de nihai senetten ibaret olacak şekilde 24 Temmuz 1923 te imzalanmıştır. Böylece Lozan anlaşması Türk milletinin Kurtuluş savaşı sonunda hayati haklarını ve emellerini gerçekleştirdiği bir eser olarak tarihe geçmiştir.
Lozan ve Sevr anlaşmalarını değerlendirdiğimizde, Lozan anlaşmasının özellikle Sevr anlaşmasına göre, aynı zamanda Dünya Savaşından yenik çıkan diğer devletlerle imzalanan barış anlaşmalarına göre önemli şekil ve içerik farklılıkları içerdiği görülecektir. Bu farklar Prof. Dr. Hazma EROĞLU’ nun kitabında şöyle ifade edilmektedir:
Birinci Dünya Savaşına son veren barış anlaşmaları, galip devletler tarafından hazırlanmış ve mağlup devletlere zorla dikte ettirilmiştir. Lozan anlaşması ise devletlerin eşitliği prensibine saygı esasına göre hazırlanmış, karşılıklı anlaşma ve uzlaşma yolu ile barışa varılmıştır.
Diğer barış anlaşmalarının hepsinin başında Milletler Cemiyeti Misakı yer almıştır. Lozan anlaşmasında ise yer almamakta ve Lozan Anlaşması şekil bakımından diğer anlaşmalardan ayrılmaktadır.
Harpten sonraki barış anlaşmalarında harp tamiratı, mağlup devletler için ağır bir yük teşkil etmiştir. Lozan Barış anlaşmasında böyle ağır bir yüke yer verilmemiştir.
Harp sonrası barış anlaşmalarında, mağlup devletler, savunma haklarından ya tamamen mahrum kalmışlar ya da bu hakları geniş ölçüde tahdit edilmiştir. Lozan’da genel anlamda istiklal ve hakimiyeti kısıtlayacak bir hükme yer verilmemiştir.
Harbe son veren anlaşmalarda, iktisadi ve ticari hususlara sınırlayıcı hükümler yer almaktadır. Lozan’da buna benzer hükümler mevcut değildir.
Harp sonrası barış anlaşmalarında galip devletlerle mağlup devletler arasında harpten önce aktedilen anlaşmalardan hangisinin yeniden yürürlüğe girmesi hususunda galip devletlerin seçim hakkı vardır. Lozan barış anlaşması ile, yeni Türkiye, Harpten önceki mukavelelerden doğan bütün yükümlülüklerinden kurtulmuştur.
Özellikle çağımızda arzettiği önem bakımından, Birinci Dünya Savaşında sonra imzalanan hiçbir barış anlaşmasının yaşamadığı, Lozan Barış Anlaşmasının ise akitler arasında hala makbul ve muteber olduğu, koruduğu hukuki ve siyasi düzenin devam ettiği dikkati çekmektedir. (Eroğlu 1982, 260, 261)
Yukarıdaki maddeler Lozan ile Sevr anlaşmaları arasındaki temel farkları ortaya koymaktadırlar. Bu farklar iki anlaşmanın imzalandığı şartların ne kadar farklı olduğunu bize göstermektedir. Sevr Anlaşması kendini ve tahtını korumak maksadıyla esir olarak dahi yaşamaya razı olan bir hükümet tarafından zor şartlar altında imzalanmıştır. Millet tarafından kabul görmeyen bu anlaşma zorlu bir kurtuluş savaşı sonrasında, esaret yerine ölümü göze almış insanlar tarafından geçersiz kılınmış ve Lozan anlaşması bütün batılı devletlerle imzalanmıştır.
Sevr ve Lozan anlaşmalarında değişik şekillerde düzenlenen önemli konuları sınırlar meselesi, azınlıklar, kapitülasyonlar, harp tamiratı ve borçlar meselesi ve boğazlar sorunu olarak özetleyebiliriz Bizde Lozan ve Sevr anlaşmalarının karşılaştırmasını bu başlıklar altında yapacağız.
A. Sınırlar Meselesi:
1. Sevr Anlaşmasında sınırlar: Gerileme ve çöküş döneminde her geçen gün toprak kaybeden Osmanlı İmparatorluğu bir mağlup devlet olarak imzaladığı Sevr anlaşmasında topraklarının hemen tamamını kaybediyor, elinde kalan bir avuç toprak parçasında da esir denebilecek şartlar altında yaşamaya mecbur bırakılıyordu. Buna göre sınırlarımız:
aa. İzmir ve etrafındaki toprakların önemli bir kısmı Yunanistan’ın kontrolüne bırakılıyordu. Bu işlem ise anlaşmanın 69ncu maddesinde şöyle açıklanmaktaydı: ‘İzmir kenti ve 66ncı maddede tanımlanan topraklar Türk egemenliği altında kalmaktadır. Bununla birlikte, Türkiye İzmir kenti ile sözü edilen topraklar üzerindeki egemenlik haklarının kullanımını Yunanistan’a devretmektedir. Bu egemenliğin işareti olmak üzere, Türk bayrağı kentin dışındaki bir kaleye sürekli çekili kalacaktır. Bu kale başlıca Müttefik devletlerce seçilecektir.’ (Parla 1987, 309 Md. 66)
Kaldı ki İzmir ve havalisi ile ilgili emeller bu madde ile bitmiyordu. 83ncü maddede İzmir’in bir Yunan toprağı olması tamamen sağlanıyordu. Buna göre: ‘ İşbu anlaşmanın yürürlüğe girişinden beş yıllık bir süre geçtikten sonra, 72nci maddede öngörülen yerel parlamento, oyçokluğuna dayanan bir kararla, Milletler Cemiyeti Konseyinden, İzmir kentiyle 66ncı maddedeki toprakların kesin olarak Yunanistan krallığına bağlanmasını isteyebilecektir. Konsey kendi göstereceği koşullar içinde, daha önce bir halk oylaması yapılmasını isteyebilir.
Sözü geçen bağlanma bir önceki fıkranın uygulanması sonucu gerçekleşecek olursa, 69ncu maddede sözü edilen, Türkiye’nin egemenlik hakkı sona erecektir. O zaman Türkiye, İzmir kenti ile 66ncı maddede tanımlanan topraklar üzerindeki haklarından ve sıfatlarından, Yunanistan yararına vazgeçeceğini şimdiden bildirir.’ (Parla 1987, 311, 312 Md. 83)
Görülüyor ki İzmir ve civarının Yunanistan’a verilebilmesi için her şey yapılmış ve iş anlaşmanın imzalanmasıyla sona ermişti.
bb. Güney sınırımız ise kısaca şöyle belirlenmişti: Mardin Urfa, Gaziantep, Amanos dağları ve Osmaniye’nin kuzeyinden geçmekte ve bu sınırın güneyi Fransa’ya bırakılmaktaydı. Böylece buralarda bir Kürdistan kurulabilecekti. Kürt devleti ile ilgili madde anlaşmada şöyle yer almaktaydı: ‘ Fırat’ın doğusunda kalan, ileride saptanacak Ermenistan’ın güney sınırının güneyinde ve 27nci maddenin II/2 ve 3ncü fıkralarında tanımlanan Suriye ve Irak ile Türkiye sınırı kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yere özerkliği için, işbu anlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde, İstanbul’da toplanan ve İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinden her birinin atadığı üç üyeden oluşan komisyon bir plan taslağı hazırlayacaktır. Herhangi bir sorunda oybirliği oluşamazsa, Sorun komisyon üyelerince kendi hükümetlerine götürülecektir. Bu plan, Süryani-Geldaniler ile, bölgelerin içindeki öteki etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvencelerde kapsayacaktır. Bu amaçla İngiliz, Fransız, İtalyan- İran’lı ve Kürt temsilcilerden oluşan bir Komisyon incelemelerde bulunmak ve işbu anlaşmaya göre Türkiye sınırının İran sınırı ile birleştiği yerlerde Türkiye sınırında yapılması gerekebilecek düzeltmeleri kararlaştırmak üzere bu bölgeleri ziyaret edecektir.’ (Parla 1987, 306 Md. 62)
Bununla birlikte Doğu Beyazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan’ı içine alan bir Ermenistan kuruluyordu. Anlaşmanın 89ncu maddesi şöyleydi: ‘ Öteki yüksek akitler gibi, Osmanlı Devleti ile Ermenistan da Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis vileyetlerinde Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın saptanması işini Amerika Birleşik Devletleri başkanının hakemliğine sunmayı ve bu konudaki bu konudaki kararını olduğu kadar, Ermenistan’ın denize çıkışı ile sözü geçen sınıra bitişik bütün Türk topraklarının askersizleştirilmesine ilşkin ileri sürebileceği bütün hükümleri kabul etmeyi kararlaştırmışlardır.’ (Parla 1987, 314 Md. 89)
cc. Yunanistan sınırı ise hemen hemen İstanbul’un bittiği yerden başlıyordu. Ayrıca Türkiye Gökçeada ve Bozcaada,yı Yunanistan’a bırakıyordu. Bknz Md. 27, 84, 85, 86
Sevr anlaşması ile belirlenen sınırlar metnin sonuna yerleştirilen haritadan daha iyi görülebilir.
Anlaşmaya göre yukarıda belitilen yerler Türkiye’nin elinden çıkmakla beraber bize bırakılan topraklarda müttefikler arasında nüfuz bölgelerine ayrılıyordu. Buna göre: İtalyanlar Antalya ve Konya, Fransızlar Adana, Sivas ve Malatya, İngilizler ise Irak’ın kuzey kısmında nüfuz sahibi oluyorlardı.
2. Lozan’da Sınırlarımız:
aa. Güney Sınırımız: Lozan anlaşmasında güney sınırımızla ilgili olarak daha önce Fransa ile yaptığımız Ankara anlaşması teyit ediliyordu. Ancak Irak sınırımızla ilgili mesele çözülememişti. Buna göre Türkiye ile Irak arasındaki sınır dokuz ay içerisinde Türkiye ile İngiltere arasında anlaşma yoluyla saptanacaktı. Anlaşma sağlanamazsa sorun Milletler Cemiyetine götürülecekti. (Parla 1987, 2, 3 Md. 3) Sonraları bu sorun mevcut durumun muhafazasının her iki tarafın da kabulüyle çözüldü.
bb. Batı Sınırı: Yunanistan ile sınırımız Lozan anlaşmasında Misak-ı Milli de olduğu şekilde kabul edilmişti. Buna göre Meriç nehri sınır olarak düzenleniyor Gökçeada ve Bozcaada Türkiye’de kalıyordu. (Parla 1987, 1 Md. 2)
Sevr anlaşması ile kaybettiğimiz toprakların önemli bir kısmını Lozan anlaşması ile geri alıyorduk. Çözümlenemeyen birkaç maddenin dışında bugünkü sınırlarımız Lozan’da belirleniyordu.
B. Azınlıklar Meselesi: Türkiye’de yaşayan azınlıklar tarihin her devrinde Batılı devletlerin içişlerimize karışmak için kullandıkları bir konu olmuştur. Tabiatıyla azınlıklar konusunda Sevr ve Lozan belgeleri arasında büyük farklılıklar vardır.
1. Sevr Anlaşmasında Azınlıklar: Sevr anlaşmasında azınlıklar ile ilgili hükümler, anlaşmanın 140 ve 150nci maddeleri arasında yer alır. Anlaşma sonunda, Türkiye anlaşmada yer alan azınlıklarla ilgili hükümleri kabul ediyor ve daha sonra ilan edeceği hiçbir kanun ve buyruğun bu hükümlere aykırı olmaması garantisini veriyordu. Ayrıca anlaşmada Türkiye’de son zamanlarda bir terör rejimi bulunduğu vurgulanıyor ve bunun paralelinde 1 Kasım 1914’ten itibaren Müslümanlığa geçen vatandaşların Müslüman sayılmaması öngörülüyordu. Aynı zamanda Türkiye kendisine yüklenilen soykırım suçunu da kabul ediyor ve bu süre zarfında ölenleri veya kaybı,olanları bulmayı ve zararlarını karşılamayı kabul ediyordu. (Parla 1987, 319, Md. 142) Bütün bunlarla beraber Türkiye’den azınlıkların orantılı temsilini sağlayacak bir seçim sistemi, diğer uyruklara mensup vatandaşların kendi okullarını açmalarına ve kendi dillerinde eğitim yapabilmelerine izin verilmesi, daha önce azınlıklara mensup vatandaşlara verilen çeşitli imtiyazların devam ettirilmesi, bütün soy azınlıklarının kilise ve okul konularında özerkliğinin tanınması isteniyordu. Şurası açıktır ki yukarıda sayılan hiçbir maddenin ulusal bağımsızlıkla bağdaşması düşünülemez. Sınırları ile zaten esir duruma düşürülmüş olan Osmanlı imparatorluğu kendi tebaasından olan azınlıklar üzerindeki haklarını da yitiriyor ve bağımsız bir Türk devletinden bahsetmek imkansız hale geliyordu.
2. Lozan Anlaşmasında Azınlıklar: Lozan anlaşması ile azınlıklar başta Türk vatandaşlarından ayrı bir statüye sahip olma hakkını kaybediyorlardı. Bütün azınlıklar Türk vatandaşları ile aynı haklara sahiptiler. Gayri Müslim vatandaşlar kendi dillerinde eğitim yapabilme hakkına belirli şartlar altında sahip olmakla beraber, Türkiye’nin zorunlu Türkçe eğitim hakkı saklı kalmaktaydı.
Sevr anlaşmasında Türkiye azınlıklar üzerindeki haklarını tamamen kaybederken Lozan anlaşmasında hem Türkiye’deki azınlıkların medeni bir biçimde yaşamaları sağlanmış oluyor hem de Türkiye’nin egemenliğini tahdit eden hükümler ortadan kaldırılmış oluyordu. Aynı zamanda değişen sınırlar neticesinde Türkiye’den ayrılan devletlerin topraklarında kalan Türk’lerde O devletin vatandaşlarıyla aynı haklara sahip oluyorlar ve anlaşmanın imzasından sonra iki yıl boyunca isterlerse Türkiye’ye göç edebiliyorlardı. (Parla 1987, 9 Md. 30, 31)
C. Kapitülasyonlar Meselesi: Osmanlı Devletinin sırtında önemli bir kambur olan kapitülasyonlar batılı devletler tarafında aynen eskiden olduğu gibi kullanılmak istenmiş, Sevr anlaşmasının maddelerinde bu husus Türkiye’ye dikte ettirilmiş, Lozan anlaşmasında ise en çetin tartışmaların yaşandığı en zorlu konu olmuştur.
1. Sevr Anlaşmasında Kapitülasyonlar: Sevr anlaşmasına göre İngiliz, Fransız, İtalyan ve Japonlardan kurulacak bir komisyon adli kapitülasyonların yerine geçmek üzere, koyacağı her usulü Osmanlılar kabul edecekler. Kapitülasyonlardan bütün müttefik uyrukları yararlanacaklardı. Ayrıca İngiliz, Fransız, İtalyan ve Osmanlılardan kurulacak bir komisyon, Türkiye’nin servetini düzenleyecek, bütçe üzerinde son sözü söyleyecek, Türk parasının cins ve miktarını belirleyecek ve bu komisyonun onayı olmadıkça Osmanlı Devleti iç ve dış borç alamayacaktı. Yıllık gelir, bu komisyon tarafından, komisyonun ve işgal kuvvetlerinin masrafları, savaş sırasında zarar görmüş olan Müttefik Uyruklarının zararları için ayrıldıktan sonra geri kalan, Osmanlılar için harcanacak, Osmanlı Üyeleri, bu komisyonda yalnızca danışman olarak bulunacaklardı.
Görüldüğü üzere Osmanlı Devletinin maliyesi dahi elinden alınmış bulunuyordu. Daha önceden belli ülkelerin kullandığı kapitülasyonlar, bütün ülkelerin kullanımına açılıyordu. Bu hükümler bağımsızlığımıza büyük tahditler getiren Sevr anlaşmasının mali hükümler bölümünde yer alıyordu.
2. Lozan Anlaşmasında Kapitülasyonlar: Asırlardan beri Osmanlı devletinin sömürülme kaynağı olan kapitülasyonlar Lozan Anlaşmasının 28nci maddesinde şöyle kaldırılıyordu: ‘Yüksek akit taraflar Türkiye’de kapitülasyonların her noktadan tamamen kaldırıldığını, her biri kendisiyle ilgili açısından kabul ettiklerini bildirirler.’ (Parla 1987, 8 Md. 28)
Böylece kapitülasyonların kaldırılması ile yeni Türkiye, dış dünya ile ilişkileri her bakımdan hür ve müstakil olarak doğdu, yabancı devletler tarafından böylece tanındı. (Eroğlu 1982, 263) Türk devletinin egemenliğinin önündeki belki de en büyük engel olan kapitülasyonlar böylelikle kaldırılmış oluyordu.
D. Harp Tamiratı ve Borçlar Meselesi: Eskiden harp tazminatı olarak bahis konusu edilen mesele, Birinci Dünya Savaşında tamirat adı altında ortaya çıkmıştır. (Eroğlu 1982, 264) Aynı zamanda Türkiye’nin iktisadi açıdan bağımsızlığını tamamıyla kısıtlayan Sevr anlaşmasındaki hükümler, Lozan anlaşmasıyla kaldırılıyordu.
1. Sevr’de Borçlar ve Harp Tamiratı Meselesi: Sevr Anlaşmasıyla Türkiye maliyesinin idaresi İngiliz, Fransız ve İtalyan delegelerinden oluşan bir komisyona bırakılıyordu. Bu komisyon oldukça geniş yetkilere sahipti. Komisyon gelirleri korumak ve artırmak için her türlü tedbire başvurabilecekti. Hazırlanan bütçe komisyonun onayından sonra mecliste görüşülebilecekti. Aynı zamanda komisyon bütçenin uygulanmasını denetleyecekti. Devletin gelirlerinin harcamasını da yönetecek olan komisyon, gelirleri önce Türkiye topraklarında kalan İtilaf Devletleri ordularının giderlerini karşılayacak, daha sonra yine aynı orduların Mondros mütarekesinden beri gerek Osmanlı İmparatorlu-ğu’nun gerekse Türkiye’nin başka yerlerinde oluşmuş giderlerini karşılayacak şekilde dağıracak, ardından diğer harcamalara sıra gelecekti.
Göründüğü üzere mali yönetimin neredeyse tamamı kurulan komisyonun eline geçiyor ve Türk devletinin bu konularda söz hakkı neredeyse kalmıyordu. Aynı zamanda Türk topraklarından ayrılarak bağımsızlığını kazanan devletlerin borçlarından da Türk devleti sorumlu tutuluyordu.
2. Lozan’da Harp Tamiratı ve Borçlar Meselesi: Lozan anlaşmasında egemenliğimizi bağlayıcı hükümlerin hemen tamamı ortadan kaldırılıyordu. Buna göre:
aa. ‘ Osmanlı borçları işbu kesimde yer alan şartlar çerçevesinde Türkiye ile 1912-1913 Balkan savaşları sonucunda lehlerine Osmanlı İmparatorluğundan toprak ayrılmış olan devletler ve işbu anlaşmanın 12 ve 15nci maddelerinde adı geçen adaların ve işbu maddenin son paragrafında sözü geçen toprakların kendilerine katıldığı devletler ve son olarak işbu anlaşma gereğince Osmanlı İmparatorluğu’ ndan ayrılan Asya toprakları üzerinde yeni kurulan devletler arasında bölünecektir. ‘ (Parla 1987, 14 Md. 46)
bb. İtilaf devletlerinin Türk devletinden talep ettikleri harp tamiratı ise Yunanistan hariç 58 nci maddede şöyle düzenleniyordu: ‘ Bir yandan Türkiye, öte yandan (Yunanistan hariç) öbür anlaşmacı devletler, Türkiye ile bu devletlerin ve ayrıca tebaalarının, 1 Ağustos 1914 tarihiyle işbu anlaşmanın yürürlüğe girme tarihi arasında süre içerisinde gerek savaş fiillerinden, gerek elkoyma, kullanma yada zoralım önlemlerinden doğan ziyan ve zararlardan dolayı her türlü parasal istemlerden bulunmaktan karşılıklı olarak vazgeçerler.’ (Parla 1987, 21 Md: 58)
Yunanistan ile aramızdaki harp tamiratı sorunu sonraya bırakılmış ve Karaağaç’ın tamirat karşılığında Türkiye’ye verilmesiyle çözülebilmişti. Aynı zamanda egemenliği bağlayıcı diğer bütün maddeler Lozan anlaşmasıyla ortadan kaldırılıyordu.
E. Boğazlar Sorunu: Boğazlar Osmanlı devleti için tarih boyunca sorun kaynağı olmuştu. Boğazlar üzerinde birçok devletin emelleri bulunuyordu. Dünya egemenliği için büyük önem taşıyan boğazlar Sevr anlaşmasıyla tamamen egemenliğimiz altından çıkarılmaya çalışılıyordu. Lozan anlaşmasında ise boğazlar sorunu önemli tartışmalara sebep olmuştu.
1. Sevr Anlaşmasında Boğazlar Sorunu: Sevr anlaşmasında boğazlar gerek barış gerekse savaş zamanlarında bütün devletlerin gemilerine açık hale getiriliyor, boğazların yönetimi ise bağımsız bir komisyona bırakılıyordu. Sevr anlaşmasındaki boğazlarla ilgili önemli hükümleri şöyle sıralayabiliriz:
aa. ‘ Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve Karadeniz Boğazını kapsayan Boğazlar’ da gemilerin gidiş-gelişi gelecekte, gerek barışta gerek savaşta bayarak ayrımı yapılmaksızın, bütün ticaret ve savaş gemileriyle askeri ve ticari uçaklara açık olacaktır. Milletler Cemiyeti Konseyinin bir kararının uygulanması dışında, bu sular abluka edilemez, buralarda hiçbir savaş hakkı kullanılamaz ve hiçbir düşmanca harekette bulunulamaz.’ (Parla 1987, 300 Md. 37)
bb. Boğazların yönetimini üstlenecek olan komisyon ise şu maddeyle oluşturuluyordu: ‘ Komisyon – Komisyona katılmak isterse ve katıldığı günden başlayarak – Amerika Birleşik Devletleri, Britanya, Fransa, İtalya, Japonya, – Milletler Cemiyetine üye olursa o günden başlayarak – Rusya, Yunanistan, Romanya ve – Milletler Cemiyetine üye olurlarsa ve oldukları günden başlayarak – Bulgaristan’la Türkiye’nin atayacakları birer temsilciden kurulacaktır. Amerika Birleşik Devletleri, Britanya, Fransa, İtalya, Japonya ve Rusya temsilcilerinin ikişer oyu olacaktır. Yunanistan, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye temsilcilerinden her birinin birer oyu olacaktır. Komisyon üyelerinden hiçbiri, kendisini atayan Hükümetten başkasınca görevden alınamaz. ‘ (Parla 1987, 301 Md. 40) Sevr anlaşmasında Komisyon üyelerinin diplomatik dokunulmazlıklardan ve ayrıcalıkların tamamından yararlanacakları da belirtilmekteydi. Ayrıca Komisyon yerel hükümetten tamamen bağımsız çalışacak ve kendi bayrağı, kendi bütçesi ve kendi örgütü olacaktı.
cc. Boğazlar Komisyonunun görevleri ise anlaşmanın 43ncü maddesinde şöyle açıklanıyordu:
1. Kanalların ve liman girişlerinin iyileştirilmesi için gerekli görülecek bütün çalışmaların yapılması
2. Kanalların aydınlatılması, sığ yerlerinin işaretlenmesi
3. Klavuzluk ve yedekte çektirme işlerinin denetimi
4. Demir atma yerlerinin denetimi
5. Limanlar ve Haydar Paşa garının anlaşma hükümleri gereğince yönetilmesinin takibi
6. Kazaya uğramış gemilerin kalıntılarını kurtarmaya ilişkin her türlü denetim
7. Mavnaların denetimi (Parla 1987, 302 Md. 43)
Aynı zamanda anlaşmanın 48nci maddesi gereğince Komisyon bu görevlerin yerine getirilebilmesi için sorumlu olduğu bölgenin yerel halkından bir polis teşkilatı kurabilecekti.
dd. Boğazlar sorunu açısından Sevr anlaşması incelenirken aynı zamanda İstanbul ile ilgili hükümleri de burada incelemek uygun olacaktır. Sevr anlaşmasına göre İstanbul bizde kalmakla beraber, İtilaf devletleri anlaşmanın özellikle azınlıklar ile ilgili maddelerinin uygulamasında bir eksiklik bulduklarında bu durumu değiştirebileceklerdi. İstanbul ile ilgili 36ncı madde şu şekildeydi:
‘ İşbu anlaşmanın hükümleri saklı kalmak koşuluyla, Yüksek Akit Taraflar, Osmanlı Hükümeti’nin İstanbul üzerindeki haklarına ve sıfatlarına dokunulmamasını ve bu Hükümetle Padişahın bu kentte oturmak ve bu kenti Osmanlı Devleti’nin başkenti tutmak bakımından özgür olmalarını kabul ederler.
Bununla birlikte Türkiye, işbu anlaşma ile bunu tamamlayan anlaşmaların ve sözleşmelerin hükümlerine, özellikle soy, din ve dil azınlıklarının haklarına saygı göstermekte kusur ederse, Müttefik Devletler, yukarıdaki hükmü değiştirmek hakkını kesinlikle saklı tutarlar ve Türkiye, bu bakımdan alınacak bütün kararları kabul etmeyi şimdiden yükümlenir.’ (Parla 1987, 300 Md. 36)
İtilaf devletleri yukarıda belirtilen maddeler gereğince boğazların egemenliğini tamamen kendi üzerlerine alıyorlar, İstanbul’u sözde bizde bırakmakla beraber azınlıkların haklarının ihlali gerekçesiyle bu hükmü de değiştirebileceklerdi. Görülüyor ki bu hükümler gereğince Türkiye’nin bağımsızlığından söz etmek anlamsız hale geliyordu.
Lozan Anlaşmasında Boğazlar Meselesi: Büyük tartışmalara rağmen Lozan anlaşmasında boğazlar sorunu bir çözüme ulaştırılabilmişti. Sonuçta boğazlar barış zamanında bütün ticaret gemilerinin geçişine açık hale getiriliyordu. Lozan Konferansında Boğazlar meselesi ayrı bir sözleşme halinde kaleme alınmıştı. Bu sözleşmeye İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Rusya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ve Türkiye imza koymuşlardı.
Bu sözleşmeye göre bazı bölgeler askerden arındırılıyordu. Çanakkale ve Karadeniz boğazlarının iki kıyısı, İmralı adası dışında bütün Marmara denizi adaları, adalar denizinde Semadirek, Limni, Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan adaları. (Parla 1987, 53)
Ayrıca savaş zamanında Türkiye eğer tarafsızsa barış zamanındaki rejim uygulanacak, eğer Türkiye muharip ise, tarafsız gemiler ve tarafsız uçaklar, düşmana yardım etmemek şartıyla boğazlardan geçebileceklerdi.
Lozan konferansında bu şartlar altında halledilen boğazlar meselesi, daha sonra 20 Temmuz 1936 yılında imzalanan Montrö sözleşmesi ile bugünkü düzenine kavuşturuluyordu.
Sevr ve Lozan anlaşmaları arasında yukarıda incelediğimiz sorunların dışında askerlik ve Türkiye’nin bulundurabileceği asker miktarı açısından da farklılıklar mevcuttur. Sevr anlaşmasına göre Türkiye’nin bulundurabileceği asker sayısı sınırlanıyor ve bu sayı 50 700 rakamını aşamıyordu. Bu birlikler ülkenin bölgelere ayrılmış kesimlerinde jandarma görevini ifa edecekler, her birliğin başında da belirli miktarda İtilaf Devletleri ordularından subay bulunacaktı. Bu birliklerin ise toplam 15 batarya dağ topu olabilecek ve bunun haricinde top veya ağır silah bulunamayacaktı. Askerlik hizmeti ise zorunlu olmaktan çıkarılacak ve bütün askerler maaşlı duruma getirilecekti. Deniz kuvvetlerimiz yedi gambot ile altı torpido ile sınırlandırılıyor, hava kuvvetlerimiz ise uçaksız bırakılıyordu.
Türkiye’nin silahlı kuvvetleri ile ilgili bu hükümlerin benzerlerine ise Lozan Konferansında rastlayamıyoruz. Lozan anlaşmasına göre Türkiye’nin silahlı kuvvetlerine hiçbir sınırlama getirilmiyor, sadece boğazlar sözleşmesinde silhsızlandırılması kararlaş-tırılmış bölgeler hakkındaki anlaşma saklı tutuluyordu. Kaldı ki bu bölgelerde dahi Türkiye’nin 12 000 asker bulundurma hakkı Lozan anlaşmasında belirlenmiş bulunuyordu. Lozan barışı ile Türkiye’nin tam bağımsız bir devlet olarak bütün dünya devletleri tarafından tanınmış oluyordu.
Her madde göstermektedir ki Lozan anlaşması bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı ve tüm dünya ülkelerinin tanıdığı bir anlaşma olmuştur. Atatürk Lozan hakkındaki fikirlerini büyük Nutuk’unda şöyle aktarmaktadır: ‘ Bu anlaşma Türk Ulusuna karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr anlaşması ile tamamlandığı sanılmış, büyük bir öldürünün yıkılışını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasal utku yapıtıdır! ‘ (Nutuk 1981, 561)
Sevr Antlaşması
I. Dünya Savaşı sonrasında Itilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti hükümeti arasında 10 Ağustos 1920’de imzalanan barış antlaşmasıdır.Itilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasındaki savaş hali 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile sona ermiştir.
Sevr Antlaşması adını, son müzakerelerin ve imza töreninin gerçekleştiği Paris’in Sevr banliyösünden alır.Yunanistan dışında hiçbir devlet tarafından kabul edilmediği için yürürlüğe girmemiştir, bu sebeple “ölü antlaşma” olarak bilinir.
Hazırlık Süreci
Saint-Germain Antlaşması la Triannon Antlaşması ve Bulgaristanla Neuilley Antlaşması imzalandı. Türk barışının da diğerleri ile birlikte 1919 Mayıs’ında açıklanması beklenirken, görüşmeler belirsiz bir geleceğe ertelendi. Bunun nedenleri bugüne dek yeterince aydınlatılamamıştır.
Itilaf Devletleri Yüksek Konseyinin 7 Mayıs’ta aldığı karar uyarınca 15 Mayıs’ta Izmir Yunanlılar tarafından işgal edildi. Bu olay tüm Türkiye’de güçlü bir ulusal tepkiye yol açtı. 4 Eylül’de toplanan Sivas Kongresi’nden sonra Istanbul’daki Osmanlı hükümeti, ülke üzerindeki idari ve askeri denetimini kaybetti. Sivas ve daha sonra Ankara’da, Mustafa Kemal Paşa yönetiminde bir ulusal direniş hükümeti kuruldu. Anadolu hükümeti, olumsuz şartlarda bir barış antlaşmasını kabul etmeyeceğini bildirdi ve direniş hazırlıklarına girişti.
Itilaf Devletleri 18 Nisan 1920’de San Remo Konferansı’nda Osmanlı Devleti’ne uygulanacak barış şartlarını hazırladılar. 22 Nisan’da Osmanlı Hükümetini Paris’te toplanacak barış konferansına davet ettiler. Padişah, eski sadrazam Ahmet Tevfik Paşa’nın başkanlığında bir heyeti Paris’e gönderdi. Ertesi günü Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi, 30 Nisan günü taraf devletlerin dışişleri bakanlıklarına gönderdiği bir yazıyla Istanbul’dan ayrı bir hükümetin kurulduğunu bildirdi.
Paris’te barış şartlarını öğrenen Ahmet Tevfik Paşa, Istanbul’a gönderdiği telgrafta barış şartlarının “devlet mefhumu ile kabil-i telif olmadığını” (devlet kavramı ile bağdaşmadığını) bildirerek görüşmelerden çekildi. Bunun üzerine 21 Haziran’da Itilaf Devletleri Türk Milletinin direnişini kırmak için, Izmir’de bulunan Yunan kuvvetlerini Anadolu içlerine sürmeye karar verdi. Balıkesir, Bursa, Uşak ve Trakya kısa sürede Yunan ordusu tarafından işgal edildi.
Sevr Antlaşmasını imzalayan Osmanlı heyeti (soldan sağa, Rıza Tevfik, Damat Ferid Paşa, Hadi Paşa ve Reşid Halis).
Ege felaketi üzerine 22 Haziran’da Istanbul’da toplanan Saltanat Şurası, Paris’e Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet göndermeye karar verdi. Eski maarif nazırı (milli eğitim bakanı) Hadi Paşa, eski Şura-yı Devlet (Danıştay) reisi Rıza Tevfik Bey ve Bern Sefiri Reşat Halis Bey’den oluşan bu heyet, 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’nı imzaladı. Ankara’daki Büyük Millet Meclisi antlaşmayı sert bir bildiri ile kınadı.
Antlaşmanın yürürlüğe girmesi için önce Meclis-i Mebusan’ın antlaşmayı görüşüp kabul etmesi, sonra da imzalamak üzere Vahdettin’e göndermesi gerekiyordu. Fakat antlaşma imzalandığı tarihte Meclis-i Mebusan kapalı olduğundan antlaşma mecliste görüşülemedi ve padişahın önüne gelmedi.[1] Dolayısıyla antlaşma hiçbir zaman yürürlüğe girmedi.
Itilaf Devletleri’nin bakışı
Italya antlaşmadan hoşnutsuzluğunu açıkça bildirerek Osmanlı’dan yana tavır aldı. ABD zaten bu sırada iç politik gelişmeler nedeniyle her türlü uluslararası girişimden çekilmişti…
Antlaşma Hükümleri
Sınırlar (madde 27-36): Edirne ve Kırklareli dahil olmak üzere Trakya’nın büyük bölümü Yunanistan’a, Ceyhan-Antep-Urfa-Mardin-Cizre kent merkezleri Suriye’ye bırakılacak, Istanbul Osmanlı Devleti’nin başkenti olarak kalacak;
Boğazlar (madde 37-61): Istanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılacak, savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacak; Boğazlarda deniz trafiği on ülkeden oluşan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecek; komisyon gerekli gördüğü zaman Müttefik Devletlerin donanmalarını yardıma çağırabilecek;
Kürt Bölgesi (madde 62-64): Ingiliz, Fransız ve Italyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak; bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabilecek;
Izmir (madde 65-83): Yaklaşık olarak bugünkü Izmir ili ile sınırlı alanda Osmanlı devleti egemenlik haklarının kullanımını beş yıl süre ile Yunanistan’a bırakacak; bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı veya Yunanistan’a katılması için plebisit yapılacak;
Ermenistan (madde 88-93): Osmanlı Ermenistan Cumhuriyetini tanıyacak; Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecek (Başkan Wilson 22 Kasım 1920’de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan’a verdi.)
Arap ülkeleri ve Adalar (madde 94-122): Osmanlı savaşta veya daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak iddia etmeyecek;
Azınlık Hakları (madde 140-151): Osmanlı din ve dil ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarına eşit haklar verecek, tehcir edilen gayrımüslimlerin malları iade edilecek, azınlıklar her seviyede okullar ve dini kurumlar kurmakta serbest olacak, Osmanlı’nın bu konulardaki uygulamaları gerekirse Müttefik Devletler tarafından denetlenecek;
Askeri Konular (madde 152-207): Osmanlı’nın askeri kuvveti, 15.000’i jandarma olmak üzere 50.000 personelle sınırlı olacak, Türk donanması tasfiye edilecek, Marmara Bölgesinde askeri tesis bulunduramayacak, askerlik gönüllü ve paralı olacak, azınlıklar orduya katılabilecek, ordu ve jandarma Müttefik Kontrol Komisyonu tarafından denetlenecek;
Savaş Suçları (madde 226-230): Savaş döneminde katliam ve tehcir suçları işlemekle suçlananlar yargılanacak;
Borçlar ve Savaş Tazminatı (madde 231-260): Osmanlı’nın mali durumundan ötürü savaş tazminatı istenmeyecek, Türkiye’nin Almanya ve müttefiklerine olan borçları silinecek; ancak Türk maliyesi müttefiklerarası mali komisyonun denetimine alınacak;
Kapitülasyonlar (madde 260-268): Osmanlı’nın 1914’te tek taraflı olarak feshettiği kapitülasyonlar müttefik devletler vatandaşları lehine yeniden kurulacak;
Ticaret ve Özel Hukuk (269-414): Türk hukuku ve idari düzeni hemen her alanda Müttefikler tarafından belirlenen kurallara uygun hale getirilecek; sivil deniz ve demiryolu trafiği Müttefik devletler arasında yapılan işbölümü çerçevesinde yönetilecek; iş ve işçi hakları düzenlenecek; eski eserler kanunu çıkarılacak vb.
Antlaşma bir yanda Britanya Imparatorluğu, Fransa, Italya, Japonya, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Portekiz, Romanya, Ermenistan, Polonya, Sırp-Hırvat Cumhuriyeti ve Çekoslovakya ile, diğer yanda Osmanlı Devleti arasında imzalandı. ABD ve SSCB imza atmadılar.[1]