Dillerin, lehçelerin ve şivelerin kendilerine özgü vurguları ve kullanım şekilleri vardır. Kâh yazılı kâh sözlü olarak, belirli bir yapıya sahiptir her bir dil, lehçe, şive veyahut ağız.
#Bitlis# merkezindeki konuşma tarzı da aynen böyle bir özelliğe sahiptir.
Bitlis merkezde konuşulan ağız, kendisine has bir yapıya sahip olup içerisinde değişik kökenli dil ve lehçe barındırdığından, Türkçe alfabedeki 29 harf yetersiz kalır. Zira Bitlisliler konuşurken X, Q, Ê, W harflerini, hatta Arapçadaki ayın (ع) harfini dahi kullandıklarından, bu konuşma şeklini yazıya dökünce Türkçe alfabe yetersiz kalmaktadır. O nedenledir ki, klasik ve geleneksel bu Bitlis ağzını yazıya dökenler, o seslerin karşılığı olan X, Q, Ê, W harflerini gayri resmi yazışmalarda kullanırlar.
Mesela Bitlis’in sembolü olan kalesi için qele denir ve o ses ’q’ harfi ile yazılır. Aynı şekilde keşke anlamına gelen ve Kürdçe bir kelime olan ’xwezî’deki o ilk ses de ’x’ harfi ile yazılır ki, o da vurgulu bir ’hğ’ arası sestir. İspanyolcadaki Xavier gibi. Başka bir örnek olarak, öyledir kelimesinin karşılığı olan ’êledır’i verebiliriz. Buradaki üstü şapkalı ‘ê’ ile şapkasız ‘e’ farklı sesler ihtiva ederler.
Bir Bitlisli anne veya baba ‘Ali’ ismindeki çocuğuna, bilinen Ali telaffuzu ile değil ayın (ع) harfi olan boğazdan bir A sesi kullanarak seslenir.
Her ne kadar Bitlis merkeze has olan bu ağız, belirli bir kesim tarafından bilinçli olarak ‘Azericedir’ denilerek, yıllarca o şekilde yazılmış ve dillendirilmiş olsa da gerçekte bu ağzın yapısı, ‘Azerice’ denilen ancak aslında Türkmence olan bunun gibi birçok dil ve lehçe içermektedir. Onlar da Kürdçe (Zazakî Kurmancî), Ermenice, Farsça, Aramice ve Arapçadır.
Çok kadim bir geçmişe sahip olan Bitlis Kalesi’ne hakim olmuş toplumların dilleri olarak Hurri dili, Mittani dili, Asurca, Med dili, Latince, Fars/Pehlevice, Ermenice, antik Yunanca ve Rumca, Süryanice (Aramice), Kürdçe, Arapça, Tatarca, Moğolca, Türkmence ve Türkçe (Osmanlıca) dillerinin, tarihin değişik dönemlerinde konuşulmuş olduklarını rahatlıkla belirtebiliriz. Böylesine zengin bir tarihe sahip yerleşim yerinde hakimiyet kurmuş her bir toplum, ister istemez kendi kültürü ve dilinden bir şeyler Bitlis toplumunda geriye bırakmıştır.
Yukarıda isimleri zikr edilen toplumların ikisi dışında hepsi kısa süreli olarak Bitlis’te hüküm sürmüşlerdir. Bu iki millet de Kürdler ve Ermenilerdir ki, bu iki kadim halkın Bitlis’teki tarihçeleri en uzun ve süreklilikleri olanlardır. Ancak dillerin devamlılığı, etnisitenin fiziki varlığından ziyade, kullanıldığı ve yaşatıldığı alan itibariyle varlığını sürekli kılar.
Ermenicenin Bitlis’teki varlığı kilise dili olduğundan dolayı kesintisiz devam etmiştir I. Dünya Savaşı’na kadar. Ancak Kürdçenin durumu farklı olmuştur ki, her ne kadar konuşma dili olarak Kürdçe kullanılmışsa da, inançsal aidat ve yazı dilinde kullanılan Arapça alfabe ve tarihsel içiçelik/hegemonya kaynaklı Farsçanın derin etkileri olmuştur.
11. yüzyılda başlayan Orta Asya kökenli Turki Tatar ve Türkmen boylarının ve ardından Moğolların Bitlis’e akınları ile ilk Turki dilleri Bitlis’e gelir. Ancak bu kavimlerin Bitlis merkezdeki varlıkları uzun sürmez. Zira Kürdler hakimiyeti her defasında tekrardan geriye almışlardır. Bu kavimlerden sonra Bitlis merkezde kalmaya devam etmiş Turki aile sayısı da bir kaç taneden fazla olmadığından, Türkçe/Türkmencenin etkisi söz konusu olmamıştır. Ta ki, Bitlis Rojkan Kürd Hükümeti liderleri ve ailelerinin, sığındıkları Safevi toprakları olan Nahçıvan’dan 1579 tarihinde ülkeleri olan Bitlis’e dönene kadar.
’Bitlislice’ veya ’Bitlis şivesi’ diye nitelendirilen, ancak sadece Bitlis merkezde konuşulan Türkçe’nin, daha doğrusu Azerice/Türkmence lisanının tarihsel geçmişi, Rojkan mirleri olan Şerefxanlar’ın Nahçıvan’dan Bitlis’e dönüşleri ile başlar.
Akkoyunlu Türkmenlerin 1400’lerin sonlarına doğru Bitlis ve kalesine saldırması sonucu, Bitlis Rojkanlı Kürd mirleri İran’a (Safeviler’e) sığınmak ve oraya onlarca aileleriyle birlikte göç etmek zorunda kalmışlardır. Türkmenlerin Bitlis’teki işgal ve hakimiyetleri 29 sene sürmüşse de, Bitlisli Kürdlerin İran ve Azerbeycan diyarlarında bulunmaları uzun bir süreyi almıştır. Bitlisli Rojkanları, Türkmenlerle diyaloğları ve hatta kız alıp vermeli daha önce de tek tük olmuşsa da, Safeviler diyarında kaldıkları süre içinde hem kendileri hem de çocuk ve torunları da Türkmen kadınları ile evlilikler yapmışlardır. Öyle ki Şerefname’nin yazarı Şerefxanê Bedlîs-î”nin annesi de Tokat Bayındırlı’nın kızı idi. Yapılan bu evlilikler sonucu doğan ve Farsça eğitim alınıp annelerinden dolayı da Türkmence/Azerice öğrenerek yetişen bu üç dilli (Kürdçe, Farsça, Azerice) kitle, yaklaşık 1000 kişi olarak hizmetçileri, lalaları, muhafız, cariye ve köleleri ile beraber 1579’da Bitlis’e dönerler. Bu dönüşleri onların İran Azerbeycanı ve Türkmence ile irtibatlarının koptuğu anlamına gelmez. Aksine Nahcıvan ve Tebriz’den her sene Bitlis’teki bağ ve bahçelerde çalıştırılmak üzere, binlerce ırgat ve bahçıvanı sezonluk işçi olarak getirtip götürtükleri gibi, o diyarlarla ticari ve siyasi olarak da sürekli diyalog halinde kalırlar.
Bitlis merkezin o tarihteki nüfus oranı göz önüne bulundurulunca, süığındıkları ve uzunca bir süre kaldıkları Nahcıvan’dan Bitlis’e hükümdar ve asilzade bir sınıf olarak dönen bu topluluğun, şehrin yapısını nasıl etkilediği tahmin edilinebilinir. Azerice’ye hakim oldukları gibi Kürdçeye de hakim olan bu saray ahalisinin, Kürdçenin diğer lehçelerini de bildikleri arşivlerde de geçer. Mesela Kürdçenin Bitlis’teki hakimiyetini, Şerefxanların Nahcıvan dönüşlerinden yaklaşık 80 sene sonra, yani 1650’lerde Bitlis’i ziyaret edip Kürd hükümdar Abdal Han’ın misafiri olan seyyah Evliya Çelebi şöyle anlatır:
’Bitlis şehri içinde 40 bin adam olur ki, onlara Rojîkî kavmi derler, yani ’roziki’ bir-gün demek olur ki bu da birgünlük dost demektir. Kürd kavmi olan bu Rojîkîler,diğer Kürdler gibi gözü kara değillerdir, ancak elleri ve sakalları kınalı, gözleri sürmeli, temiz, dürüst maarif erbabı hoş-sohbet adamlardır. Bu şehir halkının başka Rojiki lehçeleri de yerinde yazılır. Bitlis eyaletinde ayrıca 43 bin de Ermeni reayalar vardır. Yarısı Muş diyarındadır. Bu Bitlis’teki Rojîkî kavmi seçkin Kürdlerdendir ama bu kavmin aralarında bir çeşit fesahat ve belagat üzre nazikçe konuşulur. Kendilerine mahsus özel kelimeleri vardır ve onu başka diyar Kürdleri anlamazlar. Bu Rojikiler 12 Kürd lehçesini fasih ve beliğ bilirler’.
Bu açıklamalardan sonra Evliya Çelebi, ’Rojîkî Kürdü lehçesiyle şanlı hanın tahmisi, segah makamında semai usulde okunur’ başlığı ile sekiz bölümlük bir Divan Yazını (Beşleme) paylaşır. Bu yazın örneğinde Kürdçe ve Türkmencenin nasıl içice kullanıldığını kelime kelime çevirisini yaparak açıklar. Bu tahmisin sonunda ise Çelebi şu ibareyi de ekler:
’Bitlis halkının bu yazılan özel lehçelerinden başka binlerce kelimeleri vardır ama bu kadarı yeter’.
Bitlis ve civarından geçmiş seyyah anlatımlarında da şehrin dil yapısına dair detayları görmek mümkündür. Mesela 1838 yılında Muş ve Bitlis mıntıkaları da dahil olmak üzere çok büyük bir coğrafyayı gezerek notlar almış Amerikalı rahip Southgate, şehrin medreselerindeki öğrencilerin Farsça, Arapça, Türkçe ve Kürdçe eğitim aldıklarını aktarır. Southgate ayrıca, medreselerde Arap alfabesi ile yazılmış Kürdçe kitapların kullanıldığını da gördüğünü ve çok şaşırdığını aktarır.
Siyasi ve askeri bir hamle ile Bitlis’i 1849 yılında idari olarak ele geçiren Osmanlı, son Kürd Beyi olan Şerif Beyi İstanbul’a sürgüne gönderdikten sonra, yerine Arnavut bir vali atar. Bu tarihten sonra artık Bitlis Kürd Beyliği dönemi sona ermiş ve Bitlis bir İstanbul vilayeti konumunda yönetilme sürecine girmiştir. Haliyle atanan memurlar askerler ve resmi temsilcilerin şehir merkezinde bulunması ile Osmanlıca/Türkçe zamanla daha da oturmaya ve Bitlisli yerli aileler tarafından daha egemen bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Açılan Maarif ve Rüştiye mektepleri, çıkan gazetelerin dil odağı hep Osmanlıca/Türkçe cereyan etmiştir. Bir kaç yüzyıllık Azerice/Türkmence dil bilgisine sahip olan Bitlis ahalisinin bu yeni dil duruma adaptasyonu zor olmamıştır ki, 1915’teki Ermeni ve Süryani (Hristiyan) nüfusun Bitlis tarihinden silinmesi trajedisi sonrası, yeni Cumhuriyet’in Türkçesine geçiş de aynı şekilde çok kolay olmuştur. En azından Bitlis merkezdeki aileler açışından kolay olmuştur bu geçiş ve kabullenme süreci. Ancak kazalar ve köylerde herhangi bir Türkmence söz konusu olmadığından, ahalinin hakim olduğu dil olan Kürdçe hep devam etmiştir.
1900’lerin başında Bitlis’e uğrayan İngiliz diplomat ve yazar Sykes, Bitlis’te konuşulan dil için ’Şehrin ahalisi ya bozuk Türkçe konuşan Kürdler ya da boncuk gözlü ve kaba (nazik olmayan yüz hatları) bir dış görünüşe sahip Ermenilerden oluşmakta’ şeklinde gözlemlediği durumu aktarır.
Günümüzde dahi Bitlis yerli kültürü ve tarihine ait çoğunluğu Kürdçe olan bir çok deyim, kelime, ağıt, şarkı, köken ve efsane mevcuttur. Bunların hepsinde de Ermenice, Azerice/Türkmence, Aramice, Arapça ve Farçanın etkilerini duymak mümkündür.
Bu zengin dilsel hazineye ait kelimelerdeki vurguları ve sesleri yazıya dökmek istenildiği vakit, ister istemez Ayın, X, Q, Ê, W harflerinin kullanılması gerekmektedir. Bu durumu yalın haliyle anlatmak için, yakın tarihte Bitlis Belediyesi tarafından yapılmış bir anonsu örnek olarak verebilirim.
“Diqat diqat*,
êlan var êlan,
Qeledeki kegrikler qeledan eşaği pangor klorlıyêler,
Qele altınde berojlenen tolazlerın özlerine muqayyet olmeleri tavsiye olır”
Qele: Kale
Kegrik: Keçi
Pangor: Taş
Tolaz: İşsiz güçsüz gezen
Beroj: Güneşlenmek
Bazı yerde tolaz yerine ’t/dığa’ ismi kullanılır ki, oradaki ilk harf da farklı bir ses olup Ermenice genç delikanlı demektir. Aynı harf/ses ’t/dınaz’ etmek kelimesinde de vardır.
Kısacası Bitlis’te kullanılan kelimelerin etimolojik ve fonetik karşılıklarını yazabilmek için, e, ê, x, w ve q harflerini kullanmak zaruridir. Aynı şekilde hem Azerice/Türkmence hem de Kürdçe alfabelerde bu harfler kullanılarak dildeki o seslerin yazıya dökülmesi sağlanmaktadır.
Somut örnekler vererek yazımızı sonlandıralım: Qerrese, Quzzulqurt, Qıjik, Qatlıx, Kambax, Avêx, Qet, Quşxane, Taxşut, Xarxuşte, Xelat, Xıyar, Xezal, Xerzane, Xort’ Xınami, Sêpe, Hêrkendas, Gilêz, Qale, Qırnapêt, Mêxeme, Ali (Ayın (ع)), Norşên, Xerzît, Tıqılban, xwezî, xweş/xwaş, Warê Zêydan gibi.[1]
Baran Zeydanlıoğlu