Amasra’daki işçiye, kaderinin #Kürt# halkının kurtuluşuna bağlı olduğunu her şeye rağmen bıkmadan usanmadan anlatırken, #kimyasal# silahlarla katledilen gerillalar için de devlete karşı pratik tutum almak zaruridir.
Bu kez Amasra’da işçilere çalıştıkları yer mezar edildi. Çalışmak üzere ocağa giren maden işçilerinden 41’inin cansız bedenleri evlerine gönderildi.
Neden?
Patronların ve onların kapitalist devletinin tercihlerinden (politikaları demek daha doğru bence) dolayı. Çünkü, işçi katliamları, işçilerin çalışırken ölmeleri ya da hastalığa yakalanmaları kapitalist devletin sınıfsal bir tercihidir. Tesadüf, kader, kaza, fıtrat asla değildir.
Taammüden işçi sınıfa karşı yapılmış bir düşmanlıktır, işlenmiş bir suçtur.
Patronlar, iş güvenliği ve işçi sağlığı önlemlerini bir maliyet olarak görür. Bu maliyetten, işçilerin canı pahasına kurtulmak isterler. Kar oranlarını artırmak için sürekli işçinin ücretinden, sosyal haklarından keserler, az işçi ile çok iş yaparak maliyetleri düşürürler. Bütün bunlar iş yerlerini işçiler için bir mezarlığa dönüştürürken, devlet, patronların bu yaptıklarını görmezden gelir. Resmi kurumlar kimi zaman rapor hazırlayıp uyarılarda bulunur. Ancak devletin bir kurumunun uyarı raporunu diğeri sümen altı eder. Çünkü, devlet, patronların devletidir.
Bir işçi katliamı yaşandığı durumdaysa faşist şef Erdoğan’ın yaptığı gibi devletin başı, olay yerine gider. Daha işçilerin cansız bedenleri toprak altındayken, aileler gözlerini maden ocağının kapısına dikip soluksuz beklerken, “Kaza, fıtrat, kader” der. İşçi cenazelerini 24 saatte toprak altından çıkarmakla övünür, ardından “kan parası”nı açıklar. Faillerin cezalandırılması için bir yargı süreci başlasa da, Soma’da, Ermenek’te olduğu gibi, yargı, failleri cezasız bırakmak için kırk takla atar. Davalar, bir arpa boyu yol ilerlemişse, bu da ancak ailelerin, avukatlarının inatları sayesinde olur.
Bu döngü, kapitalist devletin olağan, rutin döngüsüdür. İşte bu olağanlık, Amasra’da maden işçilerinin payına, metan gazı ile kavrularak ölmeyi reva görmüştür.
Kapitalist devletin kuralları, sömürgeci karakteriyle “sınır ötesi”nde de Kürt’e karşı suç işledi. 17 #HPG#/#YJA# Star gerillası Türk devletinin kullandığı kimyasal silahlarla katledildi.
HSM Karargah Komutanlığı’nın açıklama yaptığı 18 Ekim günü, ANF, kimyasal silaha maruz kalan iki gerillanın görüntülerini de yayınladı. İnsanın canını acıtarak öfkesini büyüten bu videoyu izlediğinizi varsayarak, detaylarına girmiyorum.
Açıklamaya göre, Türk devleti, 2021 yılı boyunca 367 kez yasaklı bomba ve kimyasal silah saldırısı gerçekleştirdi. Bu yılın ilk 6 ayında ise devletin, 2467 kez yasaklı bomba ve kimyasal silah kullandığı tespit edildi. Kimyasal silahların yanı sıra, “Taktik nükleer, termobarik bomba da kullanıldı” deniliyor.
Faşist şeflik rejiminin yaptığı, burjuva hukuka göre de bir savaş suçudur. HPG’nin günlerdir açıklamalarla dünyaya duyurmaya çalıştığı bu suça, kısa bir süre önce Atom Savaşına Karşı Uluslararası Doktorlar Birliği/Toplumsal Sorumluluk Taşıyan Doktorlar Örgütü de dikkat çekmişti. Yayınladıkları rapor en özet haliyle şöyleydi: “Türk devletinin Güney Kürdistan’da kimyasal silah kullandığını tespit ettik.”
Türk devletinin, daha önce de kimyasal silah kullandığına dair bilgi ve belgeler mevcut. Ancak son aylarda “daha yoğun bir şekilde kullanıldığı” yönünde bir değerlendirme, gerilla güçlerinin her açıklamasında yer alıyor. Bunun nedeni elbette açık; gerillanın kırılamayan direnişi. Başûrê Kurdistan’da Zap, Avaşîn ve Metîna’ya yönelik 2022 yılının Nisan ayında başlayan işgal saldırısında, faşist şeflik rejiminin amacı hızlıca sonuç almaktı. Ancak, umdukları gibi gitmiyor ki, kimyasal silah ve taktik nükleer silahları daha yoğun kullanarak direnişi kırmak istiyorlar.
Uzun sözün kısası; Batı’da Türk işçisinin payına, toprağın 300 metre altında metan gazıyla boğularak, yanarak ölmek düşüren devlet, Kürt gençlerini de kimyasal silahlarla katlediyor.
Düşman, aynı düşman.
Alçaklık, aynı alçaklık.
Haliyle de, direniş de aynı olmak zorunda.
Bu gelişmeler bir kez daha, devrimcileri, sosyalistleri birbirine bağlı iki büyük sorumlulukla baş başa bırakıyor. Amasra’daki işçiye, kaderinin #Kürt halkı#nın kurtuluşuna bağlı olduğunu her şeye rağmen bıkmadan usanmadan anlatırken, kimyasal silahlarla katledilen gerillalar için de devlete karşı pratik tutum almak zaruridir. Şovenizmin zehrinden kurtulmayan bir işçi sınıfı bilincinin, tarihsel misyonunu yerine getiremeyeceğini görürken, “kimyasal silahlarla ölmenin” sadece Kürt halkının meselesi olmadığını anlamak. Bu ikisi, içinden geçtiğimiz bu süreçte devrimciliğin, sosyalistliğin turnusoludur.[1]