Öz savunmanın önemli bir boyutu hukuk zemini olmaktadır. Mevcut sistemin her türlü saldırıları karşısında kadının kendisini demokratik zeminlerde hukuki anlamda da savunabilmesinin, mevcut yasalar çerçevesinde haklarının bilincinde olarak bununla demokratik mücadeleyi hukuk zemininde de yürütmenin yol ve yöntemlerinin oluşturulması önemli olmaktadır. Hukuksal reform ve değişimlerden tutalım, mevcut haklar çerçevesinde mücadelenin geliştirilmesi bir öz savunma örgütlülüğünü gerektirir. Barolardan tutalım, kadın hukuk bürolarına ve bilinçlendirme çalışmalarına kadar öz savunma araçlarının ve yöntemlerinin bu alanda da geliştirilmesi gerekmektedir.
Her türlü katliam, inkar ve imha politikalarının devrede olduğu koşullarda meşru savunma yaşamı garantilemek amaçlı devreye girmektedir. Bu yönüyle öz savunmadan farklıdır. Tamamen topyekun kendi varlığını koruma amaçlı geliştirilmektedir. Öz savunma halkın kendi kendisinin güvenliğini ve savunmasını yürütmesidir. Bu çerçevede öz savunma bir milis kuvveti veya bir cephe çalışması da değildir. Özünde halkın kendi yaşam alanlarında kendisini toplumsal alanlarda var etmesi ve korumasıdır. Kendisini her türlü saldırılara karşı korumasıdır. Mahalle köyden başlayarak halkın öz örgütlülüğü ve özerki geliştirdiği her alanda öz savunma toplumsal yaşam değerlerini korumanın temel örgütlenmesi olmaktadır. Toplumdan ayrı, bir güç örgütlenmesi değildir. Tamamen toplumun öz gücüne dayanmaktadır; kendi kendisinin siyasal ekonomik kültürel ve ahlaki olarak varlığının savunulmasıdır. Meşru savunma meşrudur, fakat ağır imha ve soykırım saldırılarının yarattığı koşullardan kaynaklı daha yoğunlaşmış bir öz savunmayı ifade eder.
Kadın öz savunmasının eylem anlayışını yeniden ele alıp değerlendirmek gerekiyor. Öz savunmada eylemin hedefi, tarzı ve yöntemi ne olmalıdır? Özellikle demokratik özerklik projesi ile birlikte eylem anlayışımızı hangi zeminlere oturtmak gerekiyor? Önderlik bu konuda şöyle demektedir; “Doğrusu, halk eylemliliğinin esas amacı, devletin kendi demokratik kurumlaşmasına, böylelikle özgürleşmesine rıza göstermesi ve bunun için sorumlu temsilcilerini kabul etmesi biçiminde formüle edilmelidir.” Dolayısıyla eylemin en büyük gerekçesi devletin toplumun kendi demokratik örgütlenmelerine ve toplumsal değerlerine geliştirdiği her türlü ideolojik, siyasal, kültürel ve askeri saldırıdır.
Kendi çözüm inisiyatifini geliştiren ve yaşam kararlarını kendi öz iradesine dayandıran toplumun ve kadının özünde yaşamın her alanında bir serhıldan içerisinde olduğu açıktır. Bir mahallede kadınların kendi kültürel örgütlenmesini ve etkinliğini geliştirmesinden tutalım, kendi anadilini kullanımına, devletin saldırılarına karşın mahalleyi bir süreliğine kapatmaya kadar, okul boykotlarından, barış koşullarını ve çalışmalarını mahalle içerisinde toplu açık tartışma, planlama ve yürütecek komisyonları oluşturmaya kadar, yine kadının kendi eğitim koşullarını yaratmaktan, mahalleyi fuhuş, uyuşturucu odaklarından arındırmaya kadar hepsi eylem kapsamına girmektedir. Aynı zamanda kent veya ulusal düzeyde günlere yayılacak ve radikal serhıldanlara kalkmak da öz savunma çerçevesinde eylemlilik olmaktadır.
Bu anlamda demokratik özerklik çalışması bir anlamda sürekli eylem halinde olmayı gerektirmektedir. Devlet karşısında bir duruş olarak değil, özünde toplumun kendi içerisinde kendisine ilişkin kendi öz iradesine ve özerkine dayalı bir yaşamı yapılandırmasıdır. Devleti karşısına almayan, fakat devlet buna nerede, nasıl saldırıyorsa, buna karşı durmayı ve eylemselliğini geliştirmeyi esas alan bir eylem anlayışını oturtmak gerekiyor. İçerisinde protesto, miting, boykot gibi çok çeşitli demokratik eylem biçimlerini kapsamakla birlikte; kapsamlı çok radikal serhıldanları da içermektedir. Eylemlerin radikalliğini kesinlikle devletin toplumsal iradeyi tanıma ve bununla ilkeli bir diyalog ve uzlaşı içerisinde olup olmaması, ona sessiz kalması, ya da ona saldırması ve saldırmanın şiddeti ile alakalı olmaktadır. Fakat toplumsallığın kendisi zaten en büyük eylem olmaktadır. Eylemeyen, her an canlı, tartışmayan, karar zeminlerini yaratmayan ve kendisini yapılandırmayan bir kadın toplumsallığı olamaz. Bu açıdan kadın için eylemin ne olduğu ve çerçevesinin güçlü tartışılması önemli olmaktadır. Ekonomik olarak ihtiyaçlarını gidermek, bunun engellenmesi ile ortaya çıkan sorunların asgari düzeyde komünal ve demokratik bir şekilde giderilmesi, bir ailenin aşırı yoksulluğu, işsizlik, hastalık, eğitimsizlik; bunlar hepsi toplumsal sorunlardır. Ve toplumsal olarak çözüm bulunması gereken sorunlardır. Bireysel veya ailesel sorunlardan daha fazla toplumsaldırlar. Özellikle kadının kendisini bu yaşam alanlarında çok güçlü bir şekilde donatması ve eylem gücüne, çözüm gücüne kavuşturması esastır. Eylem anlayışımızı böylesine kapsamlı toplumsallaşma zeminlerine oturtmak önemlidir.[1]