“Yeni yıldı ama şehir tam bir sessizliğe gömülmüştü. Sadece bazı kafe ve kahveler açıktı. Bombardıman devam ediyordu. Hasırlıdaki evimiz yıkılmıştı. Yeni bir ev bulamamıştık henüz. Annemler teyzemlere gittiler, orada yatıp kalkıyorlardı. Ben utanıyordum, o nedenle gitmek istemiyordum. Sokakta dolanıyordum arkadaşlarımla, onlar da benim gibiydi, bizler #Sur# mağduru evsizlerdik. Şehirde ‘Sur mağduru’ diyorlardı bize. Bir kahveye giriyorduk, bir kenarda biraz uyuyorduk, orası kapanınca başka bir kahveye gidiyorduk, öyle öyle sabahı ediyorduk…”
Bu sözler Sur’un hala yasaklı olan mahallesi Hasırlı’da eskiden yaşayan bir gence ait, Ahmet’e. Ben Ahmet’i çatışmalardan kısa bir süre önce tanışmıştım, bugün artık olmayan Hasırlı Aile Çay Bahçesinde… Ahmet ve daha binlerce Surlu 2 yıl önce yeni bir yıla böyle girmişti. Şehrin geri kalanı da bir şey yapamamanın utancı ile içine gömülmüştü. Yeni yıl gecesi şehrin sessizliğini bomba sesleri bozuyordu. İnsan hakları derneğinin bir odasında Sur’da yerde cenazesi olan aileler açlık grevine başlamıştı. Kar yağıyordu, kar o yıl Surlulara acımamıştı…
Televizyonlar yılbaşı kutlamalarını verirken, yeni bir yılın arifesinde, memleketim büyük bir sessizliğe gömülmüştü. Havada, yerde kar, karın altında ise evlatlar vardı.
Aradan 2 yıl geçtiğine inanmak ne zor!
Bombardıman bitti, yıkım başladı. Yıkım halen devam ediyor. Sur’un 6 mahallesinde yasak halen devam ediyor. Bu 6 mahalleden çıkan 30 bine yakın insan tıpkı Ahmetler gibi şehrin dört bir yanına dağıldılar. Bu 30 bin evsize bir de bu bahar yıkımı başlayan Alipaşalılar eklendi. Binlerce insan zorla tahliye edildi. İnsanlar göç üstüne göç, travma üzerine travma yaşadılar.
Şehir bazı yerlerde daha az görünür olmakla birlikte hala barikatlar içinde… Belediye binaları tamamen halktan arındırılmış, barikatlarla koca bir hapishaneye çevrilmiş durumdalar. Ana caddelerde her birkaç metrede bir Türk bayrağı ve Erdoğan’ın resimleri asılı. Dört bir yanda asılan pankartlarla Kayyım Bey yaptığı “hizmetleri” anlatıyor bizlere. “Her şey #Diyarbakır# için”, “İsteyince oluyor”, “Diyarbakır’a hizmet etmekten onur duyuyoruz”, “Daha güzel bir Diyarbakır için çalışmalarımız devam ediyor”, “İşimiz gücümüz Diyarbakır”… bu pankartlardan bazıları. 2 yıl içinde başta dehşetle karşıladığımız sokaklarda dolaşan eli kalaşnikoflu adamlar artık hayatımızın bir parçası. Sokakta, pazarda, bir restoranda her an yan yana gelmeniz mümkün.
Şehir ekonomik olarak da ayakta kalmakta zorlanıyor. Fabrikaların bir kısmı kapandı. Büyük esnafların bir kısmı Sur’u terk etti. Bu sabah kargo yollamak için gittiğim kargo şirketi, esnafların ciddi bir kısmının kepenk kapattığı için artık iş olmadığını söylüyordu. Şehrin en iyi doktorları, en iyi öğretmenleri ihraç edildi. Kürtçe ve Kürtlüğe dair her şey kamusal alandan silindi. Ezidi kampı kapatıldı. Ermenice, Süryanice her şey, şehirdeki kültürel renklilik ve çeşitlilik bitti. Sokak ve caddelerdeki renklilik bile askeri bir mantıkla tek tipleştirildi. Şehrin en önemli caddesi Gazi caddesinden başlayan bu tek tipleştirme, Çarşîya Şewitî’ye uzandı. Yanık Çarşı, bu sefer insan eliyle kül oldu gitti. Sağlık ocakları, okullar karakollara çevrildi. Sivil toplum örgütleri kapatıldı. Tiyatrolar, Kürtçe kreşler, kültür merkezleri, kadın merkezleri, sığınma evleri kapatıldı. Sokak ve caddeler Kürtçe isimlerden arındırıldı. Binlerce insan cezaevine konuldu.
2 yıldır morgların kapısında bekleyen, hala cenazesini alamayan aileler var. Bu cenazelerin üzerine ise yeni evler inşa ediliyor.
Yıkım ve “inşa”, bu 2 yılı en çok anlatan kelimeler belki de. Yıkıyorlar, üzerine, altındaki cenazeleri dikkate almaksızın, ne olduğu belli olmayan garip binalar inşa ediyorlar. Tüm bunların karşısında insanlar öfke biriktiriyorlar elbet.
Sessizliğin içindeki direniş
Şehir bir sessizliğin içinde görünse de, bu sessizliğin içinde bir mücadele de devam ediyor. Kapatılan Kürtçe kreşlerin yerlerine yenisi açılıyor, işlerinden ihraç edilen emekçiler bir araya gelip yeni işler kuruyorlar. Kapatılan Kürt kültürü merkezleri, farklı isimlerle yeniden sessizce kuruluyorlar. Kapatılan sivil toplum örgütlerinin bir kısmı farklı şekillerde faaliyetlerini sahada yürütmeye devam ediyorlar.
Doktorlar ihraç edilen doktor arkadaşları ile dayanışma içinde, eğitimciler ihraç edilen eğitimcilerle… Avukatlar birçok davaya ücretsiz giriyorlar. Adliyelerde insanlar yalnız bırakılmıyorlar. İHD Diyarbakır şubesi bu süreçte hem yerde cenazesi olan ailelerle birebir çalışıyor, hem de her türlü hak ihlalini raporlamada bir cengâver gibi koşturuyor. Gazetecisinden, sanatçısına, işadamına herkes sessiz bir dayanışma içerisinde. Sabah cezaevine yollamak için kitap almaya uğradığım kırtasiyenin sahibi, konu cezaevleri olunca benimle birlikte kitapları özenle seçiyor. Sohbete başlıyoruz:
“Bugünler geçecek Nurcan Hanım. Neler görmedik ki… Bugün bak Tansu Çiller’e insan içine çıkamıyor, gün gelecek bugün iktidarda olanlar da çıkamayacaklar. 1 milyonumuzu öldürseler ne olacak, bu çözüm değil ki… Kürtler geleceğe akacak.”
Yeni bir yıla girerken memleketimde yasak var, yıkım var, öfke ve sessizlik var. Ama tüm bu sessizliğin içinde bir ayakta kalma mücadelesi ve direniş de var. [1]