Diaspora veya diyaspora, Eski Yunanca: διασπορά – saçılma, tohum saçma, zerreler halinde dağılma; İng: diaspora) anlamına gelir. Esasında Biyolojik bir terim olan diaspora çok uzun bir zamandan beri bir kavim veya ulusun anavatanından çıkarak başka ülkelere dağılmasına verilen ad olmuştur… Sözcük hem dağılma eylemini hem de dağılmış olarak yaşayan toplulukları ifade eder.
Eski Yunan'da diasporá kavramı, bir anakentten (metropolis) çıkarak dünyanın çeşitli yerlerinde koloniler kuran halk anlamına gelirdi. Daha sonraki dönemde sözcüğün en yaygın kullanım konusu, MÖ 586'daki Babil Esareti'nden sonra Yahudi kavminin tüm dünyaya dağılması oldu. Tevrat'ın Yunanca çevirisinde geçen dünyanın tüm ülkelerine darmadağın olacaksınız (Deuteronomy/Yasanın Tekrarı 28:25) ayeti muhtemelen sözcüğün bu ikinci anlamının ana kaynağıdır.
Yeryüzünün birçok ülkesine dağılan Yahudiler gibi, anavatanlarından çıkarak dünyanın çeşitli bölgelerine dağılan #Kürt#ler, Ermeniler, Türkler vb. halklar da tarihteki ünlü diaspora vakaları arasında sayılabilirler.
Tahminlere göre Kürdistan dışında, yani Diaspora’da yaşayan #Kürtler#in sayısı 3 milyona yakındır. Bunların 1,5 milyonu Avrupa’da, bu 1,5 milyonun 500 bini ise Almanya’da yaşıyor.
Eğer yanlış hatırlamıyorsam İsmail Beşikçi bir yazısında Kürt Diasporası’ndan bahsedilemiyeceğini söylemiş, çünkü Kürtler Diaspora’da örgütlü değillermiş. Gerçekten de Kürtler Diaspora’da maalesef örgütlü değiller ya da az bir kesimi partilerine göre örgütlüdürler.
Diaspora’da yaşayan Kürtlerin büyük kesimi göçmen Kürtlerdir ve bu göçmen Kürtler yaşadıkları ülkelerde büyük bir asimilasyon ile karşı karşıyadırlar. Hele Kürt Alewilerinin ne Camii’ye ne de Kilise’e gitmemeleri kaldıkları ülkelerde asimilasyonu daha da hızlandırıyor. Örneğin benim Almanya’da tanıdığım Alewi Kürtlerin büyük kesimi daha doğrusu 2. Nesil asimile olmuş gitmiştir. Her ne kadar Almanlar bunları Alman olarak görmese de bunların özünde Kürtlük ve Alewilikle artık hiçbir alakası kalmamıştır. Bunların çoğu „milliyet“ sözkonusu olduğunda bir bunalım içerisindedir. Yani bunlar ne doğru dürüst Alman, ne de Kürttürler. Almanlar bu tip Kürtlere „Deutsch-Kurde“ yani „Alman-Kürt“ demektedirler, dolayısıyla ne tam Alman, ne de tam Kürt olarak kabul etmektedirler.
Asimilasyon, bilindiği gibi beyaz soykırımdır, yani bir azınlığa düşünceleri, kültürel değerleri, töre ve adetleri kabul ettirip, kendisi gibi yapmaktır. Örneğin; Başı örtülü insanların oturduğu bir mahalleye taşınan bir kişinin kendisini kapanmak zorunda hissetmesi, kişinin asimile edildiğini gösterir. Ya da tam tersi. Asimilasyon; kendi içinde eritme, özümleme, sindirme, benzeşme gibi bir soyun çoğunluk içinde eriyip coğunluk gibi olmasıdır. Ya da sosyolojik bir kavram olarak farklı kökenden gelen azınlıkları veya etnik grupları, bunların kültür birikimlerini, kimliklerini baskın doku ve yapı içinde eriterek yok etme sürecinin sonudur.
Fakat buna rağmen Almanya’da doğmuş büyümüş, örneğin Almanca’yı anadili gibi konuşan, domuz eti yiyen, bira içen bir yabancı veya Müslüman „Alman“ olarak yine de kabul görmez! Çünkü coğu Almanlar o Hitler dönemin de kalan „kan bağına“ bakarak kimin Alman, kimin Alman olmayan olduğuna karar verirler. Gerek Amerika, gerekse Avrupa’da çok iyi entegre olmuş göçmenler bile yüzlerce yıl geçmesine ve oldukça asimile olmalarına rağmen, milliyet sözkonusu olduğunda biz İrlanda’dan, Polonya’dan vs. geliyoruz diyebiliyorlar ya da demek zorundadırlar, çünkü zaten „kan bağı“teorisi saçma da olsa yerli halklar kimin nereden kaç nesil geride geldiklerini biliyorlar. O halde milliyetini, yani soyunu sopunu saklamanın, ondan utanmanın ne anlamı var? Bu tür devşirme kişiler daha çok Türkiye gibi ülkelerde vardır. Kürtlerin ve diğer azınlıkların Türkiye’de ille de „Türk Kürt fark etmez nasılsa hepimiz Türküz!“ demeleri faşist, irkçı ve şöven Türk Devleti’nin bu halklar dayattığı kati asimilasyon, yani Türkleştirme politikaları sonucudur.
Batı’da göçmenler için çok kullanılan Entegrasyon ise toplum bilimdeki anlamı azınlıkların bir topluluk içinde bütünleştirilmesi; sosyal alandaki anlamı ruhen ve manevi olarak birbirinden ayrılan tek tek fonksiyonların, bir birimde ve benzer karakterdeki kişisellik altında, uyum içinde, birlikte hareket etmesi; ekonomide, ulusal piyasaların ortak bir birime çekilmesi; politikada Avrupa Topluluğu, NATO gibi siyasi hedeflerin birleştirilmesi; dil biliminde ulusal dillerin tek bir birime, yani ortak bir dile çevrilmesi vb. anlamları taşımaktadır.
Özellikle Almanya’da yaşayan yabancılar ve tabii ki büyük çoğunluğu teşkil eden Türkler için kullanılan “entegrasyon” kelimesi, bütünleşme, kaynaşma anlamına gelmektedir.
Almanya’da yaşayan yabancıların çoğu bu bütünleşme kavramını tam anlamıyla anlayamamış ne Alman gibi ne de kendi etnik kültürlerindeki bir bireyin yaşamı gibi yaşayamamaktadırlar. Bunun tam tersine bir görüntü ve yaşam tarzı içerisinde yaşam sürdürmekte olan bu kişiler, dış görüntüleri, müzik, yaşam tarzından, giyiminden kolayca göze çarpmaktadırlar.
Kent sokaklarında gezerken, kafanızı kaldırıp şöyle bir çevrenize bakındığınız zaman kolaylıkla göze çarpan bu kişileri bir Alman’dan (yerli halktan) ayırt etmeniz pek zor olmayacaktır (Çesitli saç ve sakal imajları ve giyim olarak).
Yaşadığı toplumun yaşam tarzına ve yerleşik kurallarına uyum sağlamak her yabancı bireyin mecbur uyması gereken kuralların başında gelir. Ancak kendisininin entegre olduğunu söyleyen bir bireyin kendi kültüründen utanç duyarak, burada doğup büyüdüğünü kendisine bir neden olarak gösterip, asimile olduğunun farkında olamayan kişilere de rastlamak oldukça mümkündür. Bu kişiler entegre olmayı asimile olmakla karıştırıp kendi kültürlerinden uzak bambaşka bir şekilde yaşarlar. Halbuki entegrasyon, uyum sağlanmaya çalışılan ülkede kendi kimliğini kaybetmeden yaşamaktır. Bana göre Kürt Alewi’leri örneğin yaşadıkları ülkelerde en iyi entegre olan kesimdir. Bunu Müslümanlar ve dolayısıyla Müslüman olan Kürtler için söylemek zordur.
Eğer Diaspora’daki Kürtler gelecek yıllarda herhangi bir örgütlenmeye gitmezlerse, Kürtlerin büyük kesimi Diaspora’da asimile olup coğunluk içerisinde eriyip gidecektir. Bunların başında Kürt Alewi’leri geliyor fakat yanlış anlaşılmasın; Kürt Alewi kökenli bir insanın herhangi bir Batı müzik türlerini dinlemesi, ya da onlar gibi giyinip kuşanması onları Alman veya Alman gibi yapmaz. Bilakis Kürtlerin de kendi içerisinde „modern“ insanı vardır. Burada esas olan bir insanın istediği gibi giyinip kuşanmasın da, yeyip içmesin de, gezip tozmasın da, süb kültürlerin de özgür olmasıdır. Kuzey Kürdistan’da asimile olmuş Türk kültürsüzlüğünü tanıyan, onların dilini onlar gibi konuşan am yine de gururla ben Kürt’üm diyen insanlar gibi.
Modern Çağ’da Örgütlülük Herşeydir!
Örgütleme, ortak bir çabayı gerektiren bir amacın gerçekleştirilebilmesi için gerekli yapının oluşturulmasına yönelik olarak yapılan eylemlerdir. Örgütleme, örgütün amacının gerçekleştirilmesine yönelik dinamik bir yapının kurulmasıdır. Bunun yanında, kuruluşun çalışması için gerekli olan her şeyi sağlama, belirlenen amacı gerçekleştirebilmesi için en uygun yapıyı kurma olarak da tanımlanabilir.
Örgütleme, düzensizlikten bir düzen yaratma sürecidir. Örgütleme süreci sonunda oluşan yapı sayesinde değişik yararlar sağlanır. Öncelikle örgütleme ile amaçlara ulaşmak kolaylaşır. Elde bulunan maddi ve maddi olmayan kaynakların kullanımı etkinleşir. Bu şekilde verimlilik de yükselir. Ayrıca kurumda bulunan bireylerin sorumluluklarını daha iyi bir biçimde yerine getirmeleri sağlanır. Bireylerin görevleri ve sorumlulukları daha belirginleşir ve bu da bireyler arasındaki çatışmanın azalmasını sağlar.
Toprak, insan ve para gibi örgüt de bir üretim etkenidir. Çünkü örgüt sayesinde bireyler birçok şeyi başarma yeteneği kazanır. Bireyler, sınırlı olan farklı düşünme ve kavrama yeteneklerini örgütler aracılığıyla bütünleşerek bireysel güç ve yeteneklerini aşan amaçları gerçekleştirilebilir. Kısacası, örgütle uygarlık eşanlamlıdır. Örgüt olmadan uygarlık olamaz.
İyi bir örgüt oluşturmada iki nokta önemlidir. Bunlardan birincisi gelişmiş bir iletişim sistemidir. İkincisi ise örgütün amaçlarının bireysel gereksinimlere de cevap verecek biçimde oluşturulmasıdır.
Etkili Bir Örgütleme İçin: Örgüt üyeleri arasında öncelikle amacın ne olduğu konusunda ortak bir bilinç oluşmalıdır. Her görevin yani yapılacak işin ne olduğu açık bir şekilde belirlenmelidir. Aynı doğrultuda, örgütteki bireylerin sahip oldukları yetki ve sorumluluklar belirlenmelidir. Her bireyin kimden ve kime karşı sorumlu olduğunu gösteren hiyerarşik bir yapı belirlenmelidir. Ancak yetki ve sorumluluklar eşit ve dengeli bir şekilde dağıtılmalıdır.
Ülke içi örgütlülük esastır ve Diaspora Örgütlülüğüyle birbirine karıştırılmamalı. Örnegin ülke içi örgütlülük ülkenin ekonomik, siyasi, kültürel bağımsızlığını savunurken, Diaspora bu tür bir hedefe sadece maddi ve manevi destek sunar.
Sapına kadar örgütlü olmadığımız müddetçe istediğimiz kadar bağırıp çağıralım; Hiçbir sonuç alamayız![1]
Alan Lezan